Bir toplumun ‘ayarlarıyla’ oynamak: Bugün sırada kim var?

Genel başkan, eş başkan, milletvekili, belediye başkanı, parti üyesi, gazeteci, insan hakları savunucusu, iş insanı, sivil toplumcu, belgeselci, sinemacı, ses sanatçısı, akademisyen, sosyal medyada sıradan bir kullanıcı, insanların hayatını kurtaran bir dağcı… Sadece sayılar artmıyor giderek genişliyor, yaygınlaşıyor hatta farklılaşıyor profilleri… Kendilerine ‘terörist, casus, iltisaklı, dezenformasyoncu, beşinci kol’ ya da başka tanımlar bulunarak haklarında soruşturma açılan, gözaltına alınan, evi polislerce basılan, mahkemeye çıkarılan, tutuklanan hatta kimilerinin haklarında Anayasa Mahkemesi ya da AİHM kararları olmasına rağmen içeride tutulanlar… Elbet ortak özellikleri de var; mevcut iktidara karşı muhalif sözleri, cümleleri, tavırları olması… Bu cümleler-tavırlar ne kadar ‘mahkemelik’, ne kadar ‘suç’, iddianamelere bakmak yeterli. Ya da kimi davalardaki ‘gizli tanıklara’…

Peki iktidar bunu neden yapıyor? Korkutarak, sindirerek yönetmek için toplumun yakından tanıdığı isimlere dokunarak ‘ibret-i alem’ duygusu yaratıyor. Etkili oldu mu bu yöntem? Bir süre evet. Eldeki medya gücü de kullanılarak pek çok isim ‘hedef gösterildi-itibarsızlaştırılmak için çaba’ sarf edildi. Başta inandı sayıları hiç de azımsanmayacak bir grup insan.

Bir süre sonra sorgulama oldu ama korku da ifade edilmeye başlandı. Dünya faşizm tarihine geçecek meşhur cümle ‘dolaşıma’ sokuldu: ‘Silivri soğuktur.’ Yani ‘hatalar-yanlışlar-kasıtlar var ama konuşursak biz de içeri gireriz. Sustu, sindi, kabuğuna çekildi milyonlar. Sandılar ki sıra kendilerine ya da yakınlarına bir şekilde gelmeyecek. Bir ülkede hukuksuzluk başladığında değişik şekillerde herkesin kapısı er ya da geç çalınmayacak…

Bedelin en büyüğünü elbette haksız yere özgürlüğü çalınanlar ve aileleri öder ama toplum da hukuktan ekonomiye hatta özgür seyahat hakkına (vize konusu) kayıpları her geçen gün daha ağır yaşar. Sonra yeni sorular gelmeye başladı: Sıra bana ya da yakınlarıma da doğrudan ya da dolaylı olarak gelecek mi? Sıra şimdi kimde?

Financal Times yazarı Simon Kuper; Trump’ın zaferinden sonra etrafındakilerle konuşarak kaleme aldığı ‘ağıt’ta ‘kendimi aileme, arkadaşlarıma adarım gerisine bakmam’ diyen isimlerden bahsediyordu. (Ben bu haberi Oksijen’de gördüm.) Aklıma bundan birkaç sene önceki Türkiye geldi. Aynı kelimeleri, cümleleri kullanan milyonlar… Sonuç ne oldu? Ailedeki çocuk-genç (iktidardakiler dahil) dönmemek üzere yurtdışına gitme planları yaptı-bir kısmı gitti. Arkadaşlardan bağlantıları, dışarıda yaşama gücü olanlar da… İçe kapanmak entelektüel çöküşü, lümpenleşmeyi artırdı. Sorgulamamak-demokratik itirazları iletememek ekonomiyi, toplumun moral değerlerini çökertti. Kendini güçsüz-çaresiz hissedenler kalabalıklaştıkça mali gücü ne kadar büyük olursa olsun ‘küçük dar çevremde yaşar giderim’ diyenler de mutsuz olmaya başladılar. 

İktidar ‘korkut-belirsizlik yarat-yönet’ sisteminin artık iflas ettiğini er ya da geç görecek. Muhalefetteki ayrılıkları genişletip iktidarda kalacağını düşünmek, bunun sürdürebileceği fikrine yatırım yapmak, kendi sürelerini uzatma hesabı yaparken yoksulluğu-adaletsizliği derinleştirmekten başka bir şeye yaramıyor. Türkiye demokrasi içinde bir çıkış noktası bulmalı, yeni bir toplumsal mutabakat metni yaratmalı. Memleketin insanlarının barış içinde, eşit yurttaşlar olarak yaşadığı bir hale dönmesi için herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor.