Sağlı sollu federasyona doğru

Giderek netleşiyor ki, Saray Mutfağı’nda ilginç bir yemek pişiyor.

Cumhurbaşkanı Baş Danışmanı ve şu an uygulanmakta olan Anayasa’nın mimarı Mehmet Uçum ile kürsülerden ip atıp, “Ver Bilal’i” diye bağırırken, ani bir dönüşle başkanlık sistemine geçişin önünü açan Devlet Bahçeli bir anda aynı şarkıyı söylemeye başladılar.

Yolları Saray bahçesinde kesişen bu ikilinin, bir anda aynı yankıyı söylemeye başlamaları çok ilginç.

Çünkü her ikisi de ayrı kapılardan girdiler Beştepe Sarayı’na.

Devlet Bahçeli bildiğimiz Devlet Bahçeli. Bildik bileli MHP’li, ülkücü.

Saray’a sağ kapıdan girenlerden.

Mehmet Uçum ise Türkiye Komünist Partili. Solun en ucundan. Saray’a sol kapıdan dahil olanlardan.

Bugün ikisi de, Öcalan’ın serbest bırakılmasından, barış güvercini yapılmasından söz ediyorlar.

İkisi de üstten bir tondan üstelik.

Sağcı olan Öcalan’ı canlı canlı TBMM’de konuşturmak istiyor.

Solcu ise biraz daha makul, Öcalan video çeksin, bu video TBMM’de gösterilsin diyor. Muhtemelen sözleri Saray’ın sahibini de bağlar diye çekindiği için.

Açıklamaları makulleştirmeye çalıştığım zaman gördüğüm şu.

Sanki federasyona geçiş gibi bir hazırlık yapılmış, fikri alt yapısı tamamlanmış da yavaş yavaş alıştırılıyoruz.

PKK silah bırakacak.

Dünyada terör örgütü olarak tanımlanan tek Kürt hareketi ortadan kalkacak.

PKK’nın hâlâ katılmamış olan kadroları da Suriye Demokratik Güçleri adı altından toplanan YPG’ye katılacak.

Ortada Türkiye’ye düşmanlık eden bir terörist PKK kalmadığı için Türkiye’nin operasyon yapma imkanı kalmayacak.

Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ı TBMM’ye davet ettiği ilk açıklamasından bu yana yapılan tüm tartışmalara, tüm konuşmalara, tüm planlamalara baktığım zaman gördüğüm şudur.

Türkiye adım adım federasyon fikrine alıştırılıyor.

“Ne var canım, bir sürü federatif ülke var ve durumları da gayet iyi” diyerek örnek gösterilecek bize.

Nasıl ki başkanlık sistemine geçerken başkanlıkla yönetilen ve durumu iyi gibi görünen ülkeler bir bir sıralandı ise şimdi de federatif yapıya sahip ABD, Almanya, Kanada, İsviçre ve hatta BAE gibi ülkeler örnek gösterilecek.

Ama Arjantin’in, Venezuela’nın, Somali’nin, Sudan’ın da federasyon olduğu tabii ki anlatılmayacak.

Saray’dan “sağlı” ve “sollu” gelen bu açıklamalardan anladığım budur.

Şimdilik tek eksik askerî kanattan da böyle bir açıklama gelmesidir.

O da yakında olur.

Seçimden önce ana muhalefeti terör örgütü ile yan yana gösterenlerin, bugünkü durumları ilginçtir.

Belli ki, yan yana olmak suç ama iç içe olmak marifetmiş.

Bu arada yukarıdaki satırları okuyup “Bu kadarını da yapamazlar” demeyin.

Son 20 yılda yapılanları hatırlayın.

Ne kadarını yaptıklarını göreceksiniz!

Bağlılık

Atatürk’e bağlılık yemini eden teğmenlerin ihraç istemiyle disiplin kuruluna verilmeleri bayağı bir şaşkınlığa sebep oldu.

Oysa birkaç hafta önce bir programımda, teğmenlerin öğretmenlerinden bazılarının ihraç edildiğini ya da sürüldüğünü anlatmış ve laf ola beri gele sürdürülen bir soruşturmanın ardından teğmenlerin bir bölümünün de atılacağını söylemiştim.  

Gelişmeler o yöndeydi.

Bir yandan son günlerde Atatürk’ü diline pelesenk eden iktidar Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı diyerek kendi görev süresini uzatmaya çalışır, bir diğer iktidar mensubu “Atatürk yaşasa AKP’li olurdu” diye zırvalarken Atatürk’e bağlılık yemini eden teğmenlerin ihraç edilmek istenmesi iktidarın, ülkenin kurucu fikri ile bağlantısının gerçekte ne olduğunu gayet iyi anlatıyor.

Merak ettiğim şudur.

O teğmenler kılıçlarını çekip iktidara bağlılıklarını ilan etseler ve yemin törenini “Erdoğan” sözleri ile tamamlasalardı acaba bugün “disiplin” suçu ile ordudan atılmak isteniyor olurlar mıydı!

Yoksa göreve teğmen değil, yüzbaşı rütbesi ile mi başlatılırlardı!

Hepimiz biliyoruz ki, mesele disiplin falan değildir.

Mesele kime ve neye bağlılık yemini edildiğidir.

Haybeye 18 ziyaret

5 çocuğun yanarak ölmesi sonrası anneyi suçlayan da var, Aile Bakanlığı’nı suçlayan da.

Bence asıl suçlanması gereken ise Türkiye’ye egemen kılınmaya çalışılan anlayıştır.

AKP iktidarı, yıllardır herkesi önce 3, sonra el büyüterek 4 çocuk yapmaya ikna etmeye çalışıyor.

Bizim gibi bir zavallı grup da “Kardeşim eğitemeyeceğin, bakamayacağın binlerce çocuk yaptırılır mı; bu ekonomik koşullarda ve eğitimin getirildiği bu noktada bu çocuklara yazık değil mi?” diyoruz.

Elbette nüfusun belirli bir oranda artması lazım ama bunun kaliteli bir biçime de evrilmesi lazım.

Ancak iktidar doğurun da doğurun diyor.

İşte İzmir’de meydana gelen olay iki fikrin arasındaki münazaranın sonucunu gösteriyor.

Hapiste bir baba.

Toplayıcılık yaparak çocuklarını doyurmaya çalışan bir anne.

Sorumluluklarını yerine getirmekten uzak bir Devlet anlayışı… 

İzmir’deki eve tam 18 kere sosyal hizmetler görevlisi gitmiş.

On sekiz kere.

Ne yapmış gidip de!

Herhalde birkaç paket gıda malzemesi, biraz yakacak.

O da belki!

Başka?

Bir rapor, çocukların anneden alınarak devlet koruması altında yetiştirilmesi gibi bir önlem, anneye AKP örgütlerine sağlandığı gibi bir iş imkanı, bir düzenli gelir?

Hiçbiri yok.

Haybeye 18 ziyaret.

Sonra yanarak ölen 5 çocuk.

Ve meydanlarda millete yapılan 4 işareti.

İstersen Rabia de, istersen 4 çocuk, istersen tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet de.

Sonuç 4’ten 1 fazlası.

Ölen 5 çocuk.

Acaba günahları içlerinden birinin adının Rabia olmaması mı!

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Anayasa’yı takmayanların, Anayasa’ya bağlılıktan rahatsız olduğunu anladığımız zaman.