Perspektif, “Devlet” in DEM Parti’ye uzattığı el ile başlayan Kürt sorunu eksenli “açılım” veya yeni dönem tartışmalarına ilişkin birinci bölümü yayımlanan soruşturmanın ikinci bölümünde; Karar gazetesi yazarı İsmet Berkan, Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Alaattin Aldemir ve gazeteci-yazar Ali Bayramoğlu’nun görüşlerine başvurdu. Katılımcılar, konuyu aşağıdaki sorular çerçevesinde değerlendirdi:
Bahçeli’nin Meclis’in açılışında uzattığı el ile başlayan adımlarına AK Parti, CHP ve DEM Parti’nin tepkileri de eklendiğinde, 1 Ekim’den bugüne kadar yaşananları nasıl okuyorsunuz?
Bu bir çözüm süreci mi, yeni bir dönem mi, tarihi dönüm noktası veya Devlet Aklı mı yoksa Bahçeli’nin ifadesiyle bin yıllık kardeşlik teklifi ya da Erdoğan’ın ifadesiyle tarihi fırsat penceresi mi?
“Durduk yere el vermeyiz” diyen Bahçeli’yi ve Erdoğan’ı böylesi bir çıkışa iten iç ve dış dinamikler neler? Açıklamalarda muhatap Kandil ve Suriye gösterilmediğine göre; DEM Parti ve Öcalan bu adımlara nasıl yaklaşmalıdır?
ÖCALAN GİDEREK DAHA ETKİSİZ BİR AKTÖRE DÖNÜŞÜYOR
ismet berkan röportaj
İSMET BERKAN-KARAR GAZETESİ YAZARI
Açıkçası 1 Ekim’den beri Kürt sorunu bağlamında yaşananlardan bir ara ümide kapılanlardan değilim. İktidarın bileşiminden ve bunca yıldır uyguladığı politikalar yüzünden bırakın “açılım” yapmayı, herhangi bir yumuşamaya gidebileceğini bile düşünmüyordum. Nitekim çok sayıda insanın “açılım” olarak gördüğü sembolik davranış ve konuşmaların içeriğine bakarsanız, manzaranın hiç de öyle olmadığını, iktidarın tek yaptığının PKK’ya silah bırakma çağrısı olduğunu görürsünüz.
Ama tabii bu egzersiz bence devleti yönetenler açısından öğretici oldu. PKK ve büyük ölçüde de Kürt siyasi hareketi hariç tutulacak olursa bir “açılım”ın kamuoyundan ne kadar destek alabileceği bir kez daha görüldü. Bence buna Kürt kamuoyunun kendisi de dâhil. DEM Parti nasıl yaklaşacağını o sert açıklamasıyla, sonradan Tuncer Bakırhan’ın daha da sertleşen söylemiyle ortaya koydu. Öcalan için bir tahminde bulunmak ise zor. Bana göre Öcalan giderek daha etkisiz bir aktöre dönüşüyor.
1 Ekim’den itibaren yaşadıklarımızın Kürt sorunuyla bağlantısı sanki dolaylı. Gerek Devlet Bahçeli’nin ve gerekse Tayyip Erdoğan’ın bu bağlamdaki çıkışlarının, iktidarın kendi içinde alttan alta devam eden bir çeşit pazarlık veya çatışmanın dışa vurumu olabileceğini düşünüyorum. İktidar koalisyonu daha önce pek çok kez sorun yaşadı ama bunları kamuoyu önüne getirmeden kendi arasında çözdü. Şimdi iktidarı oluşturan iki partinin doğrudan değil, kamuoyuna verilen mesajlarla konuştuğuna tanık oluyoruz. Özellikle Bahçeli’nin Erdoğan’ın yeniden seçilmesini açıkça dile getirmesi, Erdoğan’ın özenle, uzunca bir süre için daha şişenin içinde tutmaya çalıştığı bir cinin şişeden çıkması anlamına geliyor. O yüzden önümüzdeki dönemde siyasetin çok canlanması, temasların artması ve ansızın erken seçim havasına girmemiz beni şaşırtmaz. Fakat yine de Cumhur İttifakı’nın dayanıklılığını hiç yabana atmamalıyız. Yarın sabah ansızın sanki hiçbir şey olmamış gibi sessizliğe bürünülmesi ve “Ne erken seçimi, daha 3,5 yılımız var” diye açıklamalar yapılması ve konunun kapatılması aynı şekilde beni şaşırtmayacaktır. Çünkü artık hiçbir şeye şaşırmamayı da öğrendik.
BAHÇELİ’NİN YAKLAŞIMI, TERÖRE KARŞI KONUMLANMIŞ BİR PARTİ İÇİN EZBER BOZAN BİR ÇIKIŞ OLMUŞTUR
Alaattin Aldemir röportaj
ALAATTİN ALDEMİR-ÜLKÜ OCAKLARI ESKİ GENEL BAŞKANI
Devlet Bahçeli’nin Meclis açılışında DEM Partililere uzattığı el, Türk siyasetinde önemli bir dönüm noktası. Bunu hem olumlu hem de olumsuz anlamda söylüyorum. Bahçeli’nin Meclis’te uzattığı el, sonrasında parti grubunda yaptığı açıklamalar “Kürt sorununa” dair yeni bir dönemin başlangıcı olarak değerlendirildi. Bahçeli’nin DEM Partililere el uzatırken arkasında Efkan Âlâ’nın yer alması, bu sürecin AK Parti ile birlikte planlandığı gibi bir izlenim oluşturdu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Bahçeli’nin el uzatmasını destekleyerek bu sürecin devam etmesi gerektiğini vurgulaması, CHP liderinin süreci destekleyen açıklamaları, DEM’in olumlu yaklaşımı, ülkede bir umut ikliminin doğmasını sağladı. Herkes gibi ben de başlangıçta meseleyi öyle değerlendirdim, Kürt sorununun çözümünün yeni bir yola girdiğini düşündüm. Ancak sonrasında yaşanan gelişmeler, bu iyimser beklentileri boşa çıkardı.
Ankara’daki terör saldırısı, CHP’nin aday gösterdiği Ahmet Özer’in tutuklanması ve Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atanması gibi olaylar umut verici havayı kısa sürede tersine çevirdi. Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden alınan Ahmet Türk’ün, “çağrılarına yanıt alamayan iktidarın kayyum atamalarına yöneldiği” yönündeki açıklamaları, bu durumu daha karmaşık hale getirdi. Kayyum atamaları, CHP içindeki görüş ayrılıklarını gün yüzüne çıkarırken, iktidar da muhalif kanatta yer alan DEM’i bu uygulamalarla sıkıştırma yoluna gitti.
Türkiye’nin sorunlarını konuşarak, tartışarak ve ortak akılla çözmesi gerektiğine inanıyorum. Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülmesine de karşı değilim. Son sürece de bu çerçevede umutla yaklaştım. İster “Kürt sorunu” ister “terör sorunu” olarak adlandırılsın, bu mesele ülkemizin çözüm bekleyen temel konularından biridir. Bu sorunun, bölge halkını da sürece dâhil ederek, demokratik yöntemlerle çözülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ülkü Ocakları eski Başkanı olarak, AK Parti’nin yıllar önce başlattığı ilk açılım sürecine bu perspektiften bakarak destek verdim. Hatta o dönem için ileri bir adım olarak, “barışa ulaşmak için gerekirse Öcalan’la görüşülebileceğini” de söyledim. Bu açıklamalarım, özellikle MHP ve bazı partili gazetecilerden ciddi tepkiler aldı. O dönem “Devletin güvenlik yetkilileri İmralı’da Öcalan ile görüşebilir” dediğim için sert eleştirilerle karşılaşmışken, bugün aynı çevrelerin Öcalan’ı TBMM çatısı altında konuşmaya davet etmesi ilginç bir çelişki olarak değerlendirilebilir.
Devlet Bahçeli’nin Meclis’te DEM Partililere uzattığı elden ziyade parti grubunda Abdullah Öcalan’a yönelik çağrısının daha dikkat çekici olduğunu düşünüyorum. Zira Bahçeli’nin Kürt siyasetçilere el uzatması ilk değil. Ancak bu son hareketin farklılığı, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a İmralı’da uygulanan tecridin kaldırılması, “umut hakkı” ve Öcalan’ın DEM’in grup toplantısında konuşma yapmaya davet edilmesi gibi radikal önerileri içermesidir. Bu yaklaşım, teröre karşı konumlanmış ve terörle mücadeleyi ‘beka sorunu’ olarak gören bir parti için ezber bozan bir çıkış olmuştur. Bahçeli’nin açıklamaları MHP tabanında şok etkisi yaratmış, Cumhur İttifakı bileşenleri tarafından da sürprizle karşılanmıştır. AK Parti eski Milletvekili Şamil Tayyar’ın ifadelerine göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamalardan haberi ancak Bahçeli’nin konuşmasının ardından olmuştur.
ŞU ANKİ SÖYLEMLERDEN YOLA ÇIKARAK YENİ BİR ÇÖZÜM SÜRECİNİN BAŞLADIĞINI VARSAYMAK YANILTICI OLABİLİR
Bahçeli’nin “bin yıllık kardeşlik teklifi” ve Erdoğan’ın “tarihi fırsat penceresi” söylemleri, Cumhur İttifakı’nın Kürt meselesine dair farklı yaklaşımlarını ortaya koymaktadır. Son dönemde atılan adımlar da iktidar ortaklarının tutumlarındaki çelişkileri gözler önüne sermektedir. Bir yandan silahlı örgüt üyelerine “Gelin Meclis’te konuşun” çağrısı yapılırken, diğer yandan seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınması, tutarlı bir çözüm arayışıyla çelişmektedir. AK Parti ve Erdoğan, Kürt sorununu bir devlet veya millet meselesinden ziyade seçim stratejisi kapsamında ele almış görünüyor. Yanılmayı çok isterim doğrusu. Dolmabahçe’de kurulan müzakere masasının iktidar tarafından devrilmesi, geçmişte olduğu gibi bugün de tekrar yaşanabilir. Arzu edilen siyasi kazanımlar veya anayasa değişikliği konusunda DEM’in desteğinin alınamayacağı anlaşılırsa, iktidarın geri adım atması muhtemeldir. Bu nedenle, şu anki söylemlerden yola çıkarak yeni bir çözüm sürecinin başladığını varsaymak yanıltıcı olabilir.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin DEM Partililere el uzatmasıyla başlayan süreci, Cumhur İttifakı ortakları genellikle dış politikadaki gelişmelerle ilişkilendirmeye çalışıyor. Bahçeli’nin “Durduk yere el vermeyiz” ifadesi hem iç politikadaki güç dengeleri hem de dış politikadaki değişimlerle bağlantılı olarak ele alınıyor. Ancak asıl sorulması gereken şu: Neden şimdi? Bölgedeki gelişmeler 3-6 ay öncesine göre ne kadar değişti? Abdullah Öcalan’ın uzun süredir gündemden düşmesi ve hükümetin “Ülke içinde terör sona erdi” açıklamaları göz önünde bulundurulduğunda, bu yeni açılım hamlesinin zamanlaması ilginç bir noktaya işaret ediyor. Dış politikada bölgedeki gelişmeler Türkiye’nin Kürt sorununa yaklaşımını her zaman etkiliyor. ABD’nin Suriye’den çekilme süreci gibi faktörler, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki YPG etkisini kırmak ve daha etkin bir rol almak istemesiyle birleşince, yeni bir açılım hamlesi ihtiyacı doğmuş olabilir.
İç politikada, yerel seçimlerde muhalefetin elde ettiği başarı ve toplumda artan kutuplaşma gibi etkenler bu hamlelerin ardındaki temel motivasyonlardan biri olabilir. Cumhur İttifakı’nın önümüzdeki seçimlerde hem cumhurbaşkanlığını hem de parlamento çoğunluğunu kazanması zor görünüyor; bu yüzden Erdoğan’ın yeni ittifak arayışlarına yönelmesi gerekiyor. Kürt seçmenlerin desteğini kazanmak, bunu yaparken de milliyetçi-muhafazakâr bir tabanı konsolide etmek, atılan adımları belirleyen önemli dinamiklerden biri olarak değerlendirilebilir.
SİVİL SİYASETİN TERÖR ÖRGÜTÜ İLE MUHATAP ALINMASI DOĞRU DEĞİLDİR
Kandil ve Suriye’nin muhatap alınmaması, iktidarın geliştirdiği siyasi stratejilerin bir parçası olarak değerlendirilebilir. DEM Parti’nin, Kürt sorununa dair sorumluluğunu İmralı’ya veya Kandil’e atmadan, geniş kapsamlı öneriler sunması gerekmektedir. Öcalan’ın bu süreçte aktif rol alması, toplumsal barışı sağlama adına önemli olabilir. Güvenlik görevlileri terör örgütü lideriyle silah bırakma konusunu görüşebilir; ancak siyasal ve kültürel haklar konusu PKK ile müzakere edilecek bir mesele değildir. DEM ile PKK’yı aynı kefeye koymak yine yanlıştır. Siyasi partilerin yasallığını belirleyen Anayasa ve kanunlardır. DEM, seçimlerdeki başarısıyla temsil ettiği seçmen kitlesinin haklarını savunmaktadır. Ayrıca, Kürt sorununu yalnızca PKK üzerinden değil, daha geniş toplumsal dinamikler üzerinden ele almak faydalı olacaktır. Sivil siyasetin terör örgütü ile muhatap alınması doğru değildir. Tüm kesimlerle diyalog kurarak, toplumun farklı kesimlerinin endişelerini giderecek adımlar atarak, kalıcı bir çözüm sağlanabilir.
PKK sorunu, Türkiye’nin temel sorunlarından biridir ve bu sorunun bölge insanlarını da dâhil ederek barış içinde çözülmesi gerekmektedir. Şehitlerin ruhu incitilmeden, şehit ailelerinin gönlü kırılmadan ve ülkenin birliği bozulmadan teröre çözüm bulmalıyız; bu, devlet aklının gereğidir. Cumhur İttifakı ise yakın ve uzak coğrafyamızda yaşananları doğru okuyamamaktadır. Bölgedeki hadiseleri hâlâ sadece bir güvenlik sorunu olarak görmekteyken, küresel boyutta önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Coğrafi sınırlar anlamını yitirdiği, konvansiyonel savaşların yerini daha sofistike mücadelelere bıraktığı bir çağdayız. Türk-Kürt, sağ-sol, dindar-laik gibi ayrımlar yıllardır toplumumuzu kutuplaştırmıştır. Demokrasiye, insan haklarına ve özgürlüklere sahip çıkmak zorundayız; vatanın birliği, ülkenin bütünlüğü ve milletin refahı ancak bu sayede sağlanabilir. Mevcut durumun karmaşıklığı göz önünde bulundurulduğunda tüm tarafların diyalog kurması ve somut adımlar atması gerekmektedir. Aksi takdirde geçmişte yaşanan olumsuz deneyimlerin tekrar yaşanması kaçınılmaz olabilir.
ÖNERİLEN ÇATIŞMA ÇÖZÜM MODELİ, KÜRTLERİN TALEPLERİNE İLİŞKİN BİR ÇÖZÜM HAMLESİ DEĞİLDİR
Muhalefetin “Hikâyesi” Ne Olacak?
ALİ BAYRAMOĞLU/GAZETECİ-YAZAR
1 Ekim’de başlayan Bahçeli’nin kademeli açıklamalarıyla, Erdoğan’ın görüş bildirmesiyle, Öcalan’ın mesajıyla, kayyumlar meselesiyle, Ahmet Özer hadisesiyle bir paket oluşturan bu açılım meselesi açıkçası muamma bir sürece dönüştü. Kapalı, bilinmezleri çok, sadece tahminlere imkân veren bir dizi gelişme yaşanıyor. Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla şu soruların yanıtı hâlâ net değil: Bu, bir devlet-iktidar ya da Cumhur İttifakı girişimi midir? Yoksa bir siyasi parti liderinin, Devlet Bahçeli’nin kendi başına yapmış olduğu bir hamle midir? Dolayısıyla Erdoğan ve Bahçeli arasında bir mutabakat var mıdır? Yoksa bir karşılıklı git-gel üzerinden, bir tarafın öneriyi reddetmeden yumuşatması, diğer tarafın bu konuda ısrar etmesi üzerinden ilerleyen bir siyasi konuşma hali mi söz konusudur? Muamma, aynı zamanda başka soruları da beraberinde getiriyor. Örneğin kayyumlar hadisesi bu açılım süreci ile ilgili bir durum mudur? Yoksa bundan bağımsız mıdır? İlgili bir durum derken, kayyum ataması, Erdoğan ve Bahçeli’nin ortak girişiminde, Öcalan’ın bazı önerileri reddetmesi üzerine atılmış bir pazarlık adımı mıdır? Yoksa Erdoğan’ın bu tartışmaya vermiş olduğu bir yanıt, koymuş olduğu net bir nokta mıdır? Tüm bunlar çeşitli iddialar, çeşitli hipotezler etrafında tartışılıyor.
Şu ana kadar gördüğümü şöyle özetleyebilirim. İster bir devlet-iktidar hamlesi olsun, ister Bahçeli’nin kişisel hamlesi olsun kimi ortak özellikler taşıyan bir hamle bulunuyor.
Ortak özelliklerinden biri şudur: Önerilen çatışma çözümü modeli Kürt meselesinin kendisine, Kürtlerin taleplerine ilişkin bir çözüm hamlesi değildir. Esas hedef silahtan arındırma ya da PKK’nın lağvedilmesi, buna karşılık Öcalan’a tahliye imkânının sunulmasıdır. Silah bırakma ve tahliye sonrası Kürtlere taleplerini siyaset yoluyla yapabilecekleri ima yoluyla söylense de, ortada net bir durum yoktur, sadece ihtimaller söz konusudur. Kaldı ki böyle bir ihtimal ciddiye alınsa bile, bunun tam demokrasi koşullarını gerektirdiği düşünülürse, bu koşulların mevcut iktidar döneminde sağlanıp sağlanamayacağı ayrı bir tartışma konusudur.
İkincisi ise şudur: Bu hamle kimden gelirse gelsin muhtemelen bir ihtiyaçtan doğmuştur. Gerek iktidar gerek Bahçeli bakımından bu ihtiyaç, iç dinamiklerden çok dış dinamikler ve buna bağlı beka meselesiyle ilişkili olmalıdır. Burada ya (devlet girişimi söz konusuysa) öneri bir güvenlik stratejisinin parçasıdır ya da (Bahçeli’nin hamlesiyse) Türkiye’nin büyümesine, gücüne, bekasına ve bunun önündeki risklere dönük başka ve uzun vadeli bir stratejik hamledir. Güvenlik stratejisi bakımından ilk akla gelen, elbette, Ortadoğu’daki yeni dengeler içerisinde Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinden gelecek tehdidi azaltması, PKK’nın serbest radikal gibi hareket etmesini sınırlamaya çalışması stratejisi olabilir.
BELLİ VE SINIRLI DENGELER İÇERİSİNDE BİR SİLAH BIRAKMA VE ÖCALAN’IN EV HAPSİ GİBİ KİMİ ARA GELİŞMELER OLABİLİR
Peki, bundan sonrası?
Önümüzde iki pist var. Erdoğan ile Bahçeli arasında bu konuda bir mutabakat yoksa ve olmayacaksa açılımın bittiği varsayılabilir. İkinci pist, mutabakatın varlığına ya da mevcut git-geller arası bir mutabakat oluşma şansına dayanıyor. Bu halde, söz konusu hamlenin gerçek bir açılım sürecine dönüşmesi için halledilmesi gereken, aşılması gereken iki büyük engel bulunuyor.
Öcalan, durumu, silahtan sonra siyaset üzerinden politika yürütmek ve hapishaneden çıkma imkânı olarak tanımlayabilir. İlk çözüm sürecinde de Öcalan, militanların Türkiye’den çekilmesini neredeyse ön koşulsuz kabul etmişti. Örgüt ise bugün kimi alanları kontrol ediyor. Bunların başında Rojava denilen Kuzey Suriye bölgesinin önemli bir kısmı var. Burası Kürt hareketi için geleceğe yönelik özerk bir alan, umudu oluşturan bir saha. Örgüt burada Öcalan’ın çağrısı üzerine silahsız bir varlığa geçer mi? Devletin sözüne güvenir mi? Dahası Öcalan, böyle bir çağrı yapar mı? İmralı’dan gelen “koşullar oluşursa” vurgusu, akla tüm bu soruları, Kürtlerin çözüme bakışlarını, Kürt alanı içi siyaseti ile güven meselesini getiriyor. Aşılması gereken bir engel budur.
Diğer taraftan, diyelim ki Kürt tarafı içinde uyum sağladı ve öneriyi, yani siyaset vaadini kabul etti. Ancak iktidardaki enformel koalisyon önemli ölçüde asayiş politikalarının, sınırlı demokrasinin, milliyetçi ve büyümeye çalışan bir Türkiye fikrinin ürünü. Bunların ortasında Kürt meselesi yer alıyor. Siyaset vaadi ise tam demokrasi koşullarını gerektirir. İktidar bu istikamette paradigmatik değişiklik yaşayabilir mi? Bu da ikinci büyük engel veya güven sorunu olarak karşımızda duruyor.
Denebilir ki Türkiye içinde ve yurt dışında belli ve sınırlı dengeler içerisinde bir silah bırakma, kontrol, Öcalan’ın ev hapsi gibi kimi ara gelişmeler söz konusu olabilir. Bu gelişmelerle güven sonrası çatışma çözümü başka bir evreye, Kürt sorununun özüne doğru ilerleyebilir. Bunu da zaman gösterecek.
Türkiye’de Kürt meselesiyle ilgili çatışma çözümü eğer mevcut iktidar çerçevesinde gerçekleşecekse, bu, iktidarın büyüme ve beka politikaları ile Kürtlerin kendi iradelerine sahip çıkma hakkı ve arayışının nasıl bir araya geleceği sorusunun yanıtıyla mümkündür. Bu, zor bir sorudur. Zira nihayete ermiş, gerçek bir çatışma çözümü, gerçek anlamda demokrasiyi ve yeni bir toplumsal sözleşmeyi dışarıda tutuyorsa, daha pasifist stratejileri, dış politika stratejilerini izlemeyi gerektirir.
Dolayısıyla mevcut tablo bir miktar muğlak ve çeşitli girdilere açık bir şekilde karşımızda duruyor.