“Devlet”in Uzattığı El: Kime ve Neden?

1 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin Meclis’te uzattığı el ile başlayan ve Öcalan çağrısı devam eden beklenmedik hamleleri, yeni bir döneme girildiğinin göstergesi olarak okundu ve bu hamlelerin yeni bir çözüm sürecine evrilip evrilmeyeceğini gündeme getirdi. Erdoğan’ın tarihi bir fırsat penceresi addettiği, CHP’nin el yükselttiği, DEM’in ise müzakere ve diyalog içeren çözüme dönük bilindik söylemi ile Kürt sorunu, don(durul)muş halde bırakıldığı buzdolabından çıkarılarak ulusal ve bölgesel jeopolitik ile eko-politiğin sahasına tekrar dâhil oldu. Bu dâhil oluşun aktörünün “Devlet”in eli ve aklı olup olmadığı sorusuna dönük analizler kadar “neden şimdi” sorusuna verilecek cevaplar da süreci doğru okuma ve muhtemel sonuçlarını öngörme açısından önemli. 

Perspektif; Kürt meselesi eksenli bu adımların arka planını ve muhtemel sonuçlarını siyaset bilimci Dr. Cuma Çiçek ve Veri Enstitüsü Başkanı Bekir Ağırdır ile aşağıda yer alan sorular çerçevesinde anlamaya çalışan bir soruşturma dosyası hazırladı. 

Bahçeli’nin Meclis’in açılışında uzattığı el ile başlayan adımlarına AK Parti, CHP ve DEM Parti’nin tepkileri de eklendiğinde, 1 Ekim’den bugüne kadar yaşananları nasıl okuyorsunuz? 

Bu bir çözüm süreci mi, yeni bir dönem mi, tarihi dönüm noktası veya Devlet Aklı mı yoksa Bahçeli’nin ifadesiyle bin yıllık kardeşlik teklifi ya da Erdoğan’ın ifadesiyle tarihi fırsat penceresi mi? 

“Durduk yere el vermeyiz” diyen Bahçeli’yi ve Erdoğan’ı böylesi bir çıkışa iten iç ve dış dinamikler neler? Açıklamalarda muhatap Kandil ve Suriye gösterilmediğine göre; DEM Parti ve Öcalan bu adımlara nasıl yaklaşmalıdır?

HEM CHP HEM DE DEM PARTİ İÇİN BİR FIRSAT PENCERESİ AÇILMIŞ DURUMDA

cuma çiçek röportaj

DR. CUMA ÇİÇEK-SİYASET BİLİMCİ

Uzun zamandır Kürt meselesi biraz siyasal alanın dışına itilmişti ve dokunanı yakan bir meseleye dönüştürülmüştü. Dolayısıyla Bahçeli’nin liderlik ettiği ve 1 Ekim’de el uzatmasıyla başlayan bu süreç, Türkiye’de CHP ve DEM Parti için geniş bir siyaset alanı açmış durumda. Burada meselenin gidişatı tam da bu aktörlerin bu siyasal alanı değerlendirme kapasitesine bağlı olarak şekillenecek. Herhalde bu işin en kıymetli kısmı, Kürt meselesini yeniden siyaset zeminine çekmek ve buradan konuşmak için bir fırsat penceresi açmış olması. Zira Türkiye’deki tarihsel seyrine baktığımızda Kürt meselesinin Türkiye’deki rejim formasyonuyla doğrudan bağlantılı bir mesele olduğunu görüyorsunuz.

Çok özetle 100 yıllık tarihimizde Kürt meselesinin çözümsüzlüğü, siyasal alanda bir otoriterlik kaynağı, ekonomik alanda ise bir eşitsizlik kaynağı olarak işlev gördü. Dolayısıyla Kürt Barışı’nın Türkiye’de siyasal alanda demokratikleşme, ekonomik alanda daha eşit ve adil bir kaynak bölüşümü için devasa bir potansiyeli var ve bu potansiyelin değerlendirilmesi Türkiye’nin geleceği için çok önemli. 

GÜNÜBİRLİK ÇIKARLAR ÜZERİNDEN ATILMIŞ BİR ADIM DEĞİL

Bu girişim, kısa vadede günübirlik çıkarlar üzerinden atılmış bir adım değil. Özellikle Bahçeli’nin bu sürece liderlik etmesi, Cumhur İttifakı’ndan öte, güvenlik bürokrasinin de sürece dâhil olduğunu gösteriyor. Zira bir yönüyle MHP Türkiye’de önceki çözüm süreçlerinde meseleye en sert bakan kesimdi. Oradan bir sesin çıkması, bir elin uzatılmış olması bu anlamıyla fırsat penceresini biraz daha genişletmiş durumda. Öte yandan MHP son sekiz yılda, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra kurulan Cumhur İttifakı üzerinde gücü ve etkisi çok yüksek olan bir aktör. Siyasal temsiline oranla hükümet üzerinde çok daha büyük etki gücü olan bir aktör. Dolayısıyla Cumhur İttifakı’nın politikalarının şekillenmesinde MHP’nin belirleyiciliğini dikkate aldığımızda, bu adım bu açıdan da önem arz ediyor. 

Son olarak, bürokrasinin işin içerisinde olması ve sürecin 1 Ekim’de parlamentonun açıldığı günde, parlamentodaki üçüncü büyük parti olan DEM’e uzatılan bir el ile başlaması, sembolik olarak hem bu işin parlamentoda yürütülebileceğini hem de DEM Parti’nin ciddi bir rol alabileceğini işaret ediyor. Özellikle parlamentonun merkezi olması, önceki çözüm sürecinde CHP’nin temel beklentisiydi. Bu anlamıyla CHP’nin de biraz daha katılabileceği bir sürece işaret ediyor. Aynı zamanda bir sürece evrilme potansiyeli de taşıyor. Bu bakımdan da önemli.

BU GİRİŞİM, İRAN’I İÇERECEK BİR SAVAŞ DURUMUNDA RİSKİ AZALTMA VE İRAN’DAN BOŞALACAK BOŞLUĞU DOLDURMA STRATEJİSİDİR

Bahçeli’nin uzattığı el ile başlayan bu girişimin, çok özetle söylersem, iki temel nedeni var. Ana nedeni dış politika. Burada İsrail’in Gazze’ye dönük saldırısı, daha doğrusu Hamas’ın 7 Ekim eylemine verdiği büyük cevap ve büyük saldırı dalgasının Lübnan’a taşması ve bunun İran’ı da içerecek şekilde genişleme potansiyeli, devlet nezdinde bir ikili okumaya neden olmuş gibi. Bu, bir yönüyle İran’ı da içerecek bir savaş durumunda bir risk azaltma stratejisi, bir yönüyle de savaş büyümese bile İran’ın bölgedeki güç kaybının yaratacağı boşluğu doldurma anlamında bir fırsat penceresi. Dolayısıyla fırsatların ve tehditlerin beraber algılandığı ve bence birden fazla seçeneğin olduğu bir yaklaşım söz konusu. 

Özellikle 1990-91 Körfez Savaşı, 2003-2005 ABD’nin Irak’a müdahalesi ve 2011-2012 Suriye İç Savaşı ve Rojava’nın inşası deneyimine baktığımızda, komşuda meydana gelen bir değişim, Türkiye’nin Kürt meselesinde 15-20 yıllık minimum vadeli bir belirsizlik ortamı yaratıyor ve geçmiş deneyimlerde bu belirsizlik ortamında genelde Kürt siyasi hareketinin ve PKK’nin büyüdüğünü görüyoruz. Dolayısıyla burada büyüyecek bir savaş durumunda muhtemelen 15-20 yıllık bir belirsizlik dönemine, risklerin ve belirsizliğin hâkim olduğu bir döneme girme durumu söz konusu olabilir ülke olarak. Burada Kürt meselesinin çetrefil bir hal alması ve daha da büyüme riski var. Devlet bu anlamıyla bu döneme PKK ile girmek istemiyor. PKK’nin tamamıyla silahsızlandırıldığı ve tasfiye edildiği bir dönem açmak istiyor. Ama bir yönüyle de savaş bu kadar büyümese bile zaten hâlihazırda Kürtlerin yaşadığı devletler içerisinde (Irak’ta ve Suriye’de) İran çok güçlü. Hatta Türkiye’den daha güçlü. Zaten kendi Kürdistan bölgesi var. Dolayısıyla şu an İran’ın hâkim olduğu üç alanda Kürt meselesinin formasyonunda radikal kırılmalar olabilir. Türkiye burada yeni bir pozisyon alma anlamında biraz da fırsatı değerlendirmek istiyor görebildiğim kadarıyla.

BU GİRİŞİMİN İÇ POLİTİKA BOYUTUNDA CUMHUR İTTİFAKI VE KÜRT SİYASETİNİN POZİSYONUNDA YAŞANAN DEĞİŞİM VAR

Bu işin bir de iç politika boyutu var. 2023 Mayıs seçimlerinden bu yana hem Cumhur İttifakı ve devletin hem de Kürt siyasetinin pozisyonunda bir değişim yaşandı. Cumhur İttifakı kanaatimce 2010 Anayasa referandumuyla başlayan ve 15 Temmuz’la beraber daha da sertleşen devlet krizini, Mayıs seçimlerinde belli bir ölçüde geride bıraktı. Yani devlet 15 Temmuz’dan sonra bir türbülansa girdi. Bir güvenlik krizine girdi. Ama Mayıs seçimlerinde MHP’nin desteğiyle Erdoğan ikinci kez başkan seçildi ve bu türbülans biraz geride kaldı. Bununla beraber Cumhur İttifakı çok büyük bir yara aldı. Yani ciddi bir seçmen kaybı var hâlihazırda. Türkiye şu an bir iktisadi ve siyasi kriz içerisinde. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kendi yapısını, kurumlarını inşa edemedi ve buna karşı muhalefetin de itirazı diri kaldı. Hâlihazırda 2028 seçimlerine bu şartlarda gitmemiz durumunda muhtemelen Cumhur İttifakı seçimleri kaybedecek. Dolayısıyla Cumhur İttifakı’nın toparlanma, yeni bir pozisyon alma ihtiyacı var. 

Kürt sahasında ise bence temel değişim şu: 2013-2015 çözüm sürecinin çökmesinden sonra Kürt siyaseti iki şeye yatırım yaptı. Birincisi Erdoğan’ın kaybı ve buradan bir hükümet değişimi beklentisiydi. İkinci olarak kendisinin de içinde yer aldığı bir muhalefet blokunun inşası ve bunun bir demokratik nitelik kazanmasıydı. Muhalefet blokunda yer alamadı DEM Parti geleneği, zira Cumhur İttifakı gibi Millet İttifakı da DEM Parti’yi dışladı. Dışardan ve kısmi temaslarla süreci yönetmeyi tercih etti. Ama daha da önemlisi, DEM Parti’nin olmadığı muhalefet, en son Altılı Masa olarak formüle olmuştu. Burası da demokratik bir bloka dönüşemedi ve zaten Mayıs seçimlerinden sonra bu yapı dağıldı. Ardından DEM Parti 3. Yol siyasetine daha fazla yatırım yapmaya başladı. Benim görebildiğim, bugün Bahçeli’nin girişiminin zemini aslında Mayıs seçimlerinde oluşmuştu. Hatta İstanbul seçimlerinde, 2024 Mart seçimlerinde daha açıktan bir diyalog yaşandı. Ancak orada da bir uzlaşı sağlanamadı. Çok açık bir şekilde AK Parti ile DEM Parti arasında çeşitli diyaloglar, süreçler, temaslar oldu İstanbul seçimleri üzerinden. Dolayısıyla zaten Mayıs seçimlerinde bu işin zemini oluşmuştu ama Gazze meselesi ve oradan bölgeye yayılan çatışmalar ve savaş potansiyeli süreci biraz hızlandırmış görünüyor.

SÜRECİN DIŞARIYA DÖNÜK YÖNÜYLE GELECEĞİN ORTADOĞU’SUNDA ROL VE ETKİ ALANI HEDEFLENMİŞ OLABİLİR

bekir ağırdır röportaj

BEKİR AĞIRDIR-VERİ ENSTİTÜSÜ BAŞKANI

Son iki ay içinde; önce Cumhurbaşkanı “içerde birlik” vurgusu yaptı, ardından İsrail’in nihai hedefinin Türkiye olduğuna işaret etti, sonrasında Bahçeli’nin el sıkma hamlesi ve Öcalan’a çağrısı geldi, hemen ardından da kayyum hamleleri. Bu akış, her hareketi düşünülmüş, dar bir siyasi veya bürokratik kadro tarafından tasarlanmış, çerçevesi tanımlı bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu düşündürtüyor bana.

Sürecin içeriye ve dışarıya dönük iki yönü var. Dışarıya dönük ve bölgesel, küresel dinamiklerle bağlantılı yönü, “küresel ekonomik, siyasal ve kültürel egemenlik savaşının” geldiği yeni aşamayla ilgili. İsrail’in Ortadoğu’daki askeri hamlelerindeki cüretkârlık ve doz, İran’ın kendisine atfedilen güçten uzak olduğunu düşündürten tereddütlü tepkileri, Rusya’nın Ukrayna meselesine ve kendi ekonomik kısıtlılığına sıkışmışlığı gibi bir dizi faktör nedeniyle küresel bölüşüm savaşının hızı ve dozu bir seviye daha yükseldi. Bu gerilim ve hararet artışı Türkiye için de küresel, bölgesel ve ulusal etki ve politikalar açısından riskler barındırıyor. Süreci tasarlayanlar bu risklere bakarak öncelikle ulusal gerilimi söndürmeyi, aynı zamanda geleceğin Ortadoğu’sunda yeni bir rol ve etki alanı hedeflemiş olabilirler. 

İKTİDAR, SÜRECİ ÇOK NET BİÇİMDE TERÖRÜN BİTİRİLMESİ VE SİLAH BIRAKMA ÇERÇEVESİNDE KONUŞUYOR

Öte yandan meselenin içeriye dönük kısmı kamuoyunda daha çok tartışılıyor. Sürecin içeriye dönük hedefinde de birkaç farklı katman var. İlki yerel seçimlerden sonra gelecek seçimlere dair muhalefetin kazanacağına dönük algı ve beklenti güçlenmiş, ilgi ve alaka muhalefete dönmüştü. İktidar şimdi “normalleşmeyi asıl ben istiyorum”, “ülkenin en zor sorunlarını da yalnızca ben çözebilirim” algısına oynuyor olabilir. 

İktidar, süreci çok net biçimde terörün bitirilmesi ve silah bırakma çerçevesinde konuşuyor. Kamuoyunda ve özellikle Kürt kamuoyu ve siyasi aktörlerindeki beklentilerle bu çerçeve arasında herhangi bir ilişki görünmüyor henüz. Peş peşe kayyum atamaları da bu çerçevede iktidarın “terör destekçileri” tanımlaması üzerinden yürütülüyor görünüyor. Aynı hamlelerin CHP ve DEM ilişkisini zorlamak, İmamoğlu’nun öncülüğünü yaptığı “kent mutabakatı” siyasetini sıkıştırmak olduğunu da söyleyebiliriz.

Bir başka önemli unsur, düzenin ve yönetimin krizi olabilir. Ülkenin sorunlarının yönetilememesi, merkezileşme, keyfileşme, hukuksuzluk gibi bir dizi nedenle yönetim ile gündelik hayatın sorunları arasında büyük bir yarılma yaşıyoruz. Kabul edilsin veya edilmesin ülke yalnızca ekonomik kriz değil derin bir devlet ve demokrasi krizinin de içinde. Düzenin merkezindeki hararet, iktidarı oluşturan zihni koalisyonun aktörlerinin bazılarında, son bir gayretle gidişata müdahale çabasından da kaynaklanmış olabilir. 

Hangi faktör veya hedef belirleyicidir veya geleceği belirleme kapasitesi daha yüksek olacaktır sorularına bugünden cevap vermek mümkün değil. Tüm olası hedefler için tüm basılabilir düğmelere aynı anda basılmış, çoklu politikalarla çoklu hedefleme yapılmış da olabilir. Bugünden şu niyetle, bu hedefle yapılıyor ve şu olur veya bu olmaz demek mümkün görünmüyor. Bu nedenle henüz kamuoyunun, toplumun, siyasi aktörlerin hangileri ikna oldu ya da olmadı, hangilerinin rolü ne olur, nasıl olur sorusuna cevap verebilmek de mümkün değil.