Trump ve Avrupa’nın geleceği

ABD’de başkanlık seçimleri tamamlandı ve Beyaz Saray’ın yeni sahibi, 2016’da başkanlık yarışını kazanıp 2020’de kaybeden Donald Trump oldu. Kamuoyu araştırmaları bu yarışın başa baş gideceğini öne sürmüş olsa da, sonuçta Trump önde bitirdi. Bu köşede 28 Temmuz’da yazdığım “AB’nin Harris umudu” başlıklı yazımda, Demokratların bu seçimi kazanmalarının zor olduğuna değinmiştim. Kamala Harris’in kaybetme sebepleri arasında Demokratların ulusal birliği sağlamak yerine kimlik siyasetinde kalmaları büyük rol oynadı. Harris, topluluklara dayalı bir strateji izlerken, Trump tüm ABD halkına hitap ederek etkili bir kampanya yürüttü. Trump’ın “Amerika’yı daha güçlü kılma” vaadi, seçmenler arasında güçlü bir yankı buldu. Yascha Mounk’un dediği gibi Demokratlar, kimlik siyaseti tuzağına düştü ve seçimi kaybettiler.

ABD seçimleri bir anlamda ‘analog demokrasi’ ile ‘dijital otoriteryanizm’ arasında bir mücadeleye de sahne oldu. X’in sahibi Elon Musk’ın, “Medya artık biziz” söylemiyle medya üzerindeki gücünü ortaya koyması, geleneksel medyanın seçmenler üzerindeki etkisini kaybettiğini gösteriyor. Ana akım medya, seçim sonucunu öngörememekle kalmayıp seçmenleri etkileme kabiliyetini de yitirdi.

Yeni bir iktidar yapısı

Trump bu kez yanına Elon Musk gibi güçlü bir müttefik aldı. Trump’ın 2016-2020 yılları arasındaki yönetiminden farklı olarak, etrafında daha fazla sadık destekçisi ve emrini sorgulamadan uygulayacak isimlerin bulunması bekleniyor. Kampanya sürecinde “Benim savcım, benim subayım, benim memurum” ifadeleriyle devlet kademelerinde kendine sadık bir yapı kurma niyetini açıkça belirtti. İç politikada Trump, 20 bin olan atanmış üst düzey memur sayısını 50 bine çıkarmayı hedefliyor ve bu görevlilere anayasal yükümlülük yerine kendisine sadakat yemini ettirme planları yapıyor.

Üçüncü ülkelerden ithalata ek gümrük vergisi getirme önerisi ABD ekonomisinde enflasyonu tetikleyebilir, ancak Trump’ın iç pazarı koruma vaadi seçmenler arasında destek buldu.

NATO ile İlişkiler

Trump’ın NATO üyeliğini sürdürmesi bekleniyor ancak savunma harcamalarında GSYH’nın en az %2’si hedefine ulaşılması konusundaki ısrarı, Avrupa ülkeleri için bir turnusol kağıdı olacak. Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler savunma harcamalarını artırmayı reddeder ve kendi savunma yapılarını kurma arayışına girerlerse, ABD’nin Avrupa kıtasından çekilme süreci hızlanabilir. Zira Trump, Rusya’yı yalnızca bölgesel bir tehdit olarak değerlendiriyor ve Ukrayna ile Rusya arasında barışa yönelik müzakerelerde de rol almak istiyor. Ukrayna lideri Zelenskiy, zaferden ziyade ‘güçlü barış’ için adımlar atma yolunda ilerlerken, Rusya Devlet Başkanı Putin de barış müzakerelerine açık olduğunun sinyallerini verdi. Trump, Putin ve Zelenskiy ile aynı dili konuşabilir ve bu da tarafları barış masasına çekebilir.

Ticaret Savaşları

Trump’ın Avrupa ve Çin’den ithal edilen ürünlere ek gümrük vergisi koyma planı, ABD’de enflasyon riskini artırabilir. Bunun yanı sıra, Euro’nun Dolar karşısındaki değerinin düşmesi ve AB’nin ABD pazarına erişiminde kısıtlamalara yol açması, yavaşlamakta olan Avrupa ekonomisi için tehdit oluşturabilir. Çin ile ticaret savaşı ise iki küresel güç arasındaki ekonomik rekabeti derinleştirecek. Bu mücadelede AB’nin savunma hamleleri yapması olası, ancak Avrupa’nın siyasi iradesi bunu gerçekleştirmek için yeterli mi, bu belirsizliğini koruyor.

Avrupa’nın popülistleri

Trump’ın yeniden seçilmesi Avrupa’daki sağ popülist partiler tarafından memnuniyetle karşılandı. Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Trump’ın iktidara dönüşünü coşkuyla karşılarken, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni de Trump ile gündemlerinin örtüştüğünü belirtti. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Trump’a sıcak bir tebrik mesajı göndermesi de Avrupa-Atlantik ilişkilerinde önemli bir sinyal. Fransa ve Almanya’daki mevcut liderlerin zayıf duruşları, Meloni’yi Trump ile Avrupa arasındaki köprü rolü için güçlü bir aday haline getiriyor.

Transatlantik ilişkiler

ABD için asıl dış politika önceliği, Çin ve Pasifik bölgesi. Çin ile rekabet ABD’nin küresel liderliği için en büyük tehdit olarak görülmekte. Ortadoğu ve İran gibi bölgeler ise ABD’nin jeopolitik odağında kalmaya devam edecek. Avrupa’nın kendi güvenlik ve ekonomi politikalarını oluşturması artık bir zorunluluk haline geldi. ABD’de “Make America Great Again” (MAGA) hareketi başarıya ulaşırken, Avrupa’nın da kendi versiyonu olan “MEGA” (Make Europe Great Again) stratejisine yönelmesi gerektiği açık. Avrupa, geleceğini eline almak için artık kendi politikalarını üretmeli ve ABD’ye bağımlı bir yapıdan kademeli olarak çıkmaya başlamalıdır.