MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli grup toplantısında ikinci kez aynı cümleleri kullandı. Abdullah Öcalan’a yönelik “İhanet ve bölücülüğün çıkmaz sokak olduğunu söyleyecekse DEM Grubu’na gelsin, umut hakkından istifade etsin” dedi. Aynı konuşmada kullandığı üç bölümün altını çizmek gerekiyor. Birincisi, eğer enflasyon canavarına kesif bir darbe indirilirse, Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarın zirvesine çıkarsa Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih değil midir? Bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi yapmak önümüzdeki görevler arasında olmayacak mıdır?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Doğal olarak herkesin düz bir okumayla ilk aklına gelen; Bahçeli’nin Erdoğan’ı yeniden seçtirmek için Öcalan ile ilgili cümleleri sarf ettiği, yeni süreç arayışının anayasa değişikliği ile iktidarı kalıcı hale getirmek olduğu şeklindeydi. Ben biraz daha farklı bakılması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin en köklü-en fazla oya sahip milliyetçi partisinin lideri “anayasa değişikliği ya da Erdoğan’ı yeniden seçtirmek için” Öcalan’ı Meclis’te konuşturmaktan, umut hakkı gibi hem kendisi hem partisi için son derece riskli bir yoldan başka bir yol bulamaz mıydı? Kendini ‘milliyetçi’ olarak tanımlayan diğer partilerin partisini ve şahsını hedef alacağını hesaplayamamış mıydı?
Başka bir bakış: Konuşmasında Erdoğan’ın adaylığı için olması gerekenleri ‘enflasyonu indirmek, siyasi istikrarın zirvesine çıkarmak’ şeklinde bir hat da çizmiyor mu? Ya da Bahçeli’nin yaptığı konuşmalarda Erdoğan’ı sürece dahil etmek, motive etmek gibi bir amacı olabilir mi?
Doğal olarak şu soru da sorulmalıdır: Peki ‘niyet varsa’ kayyımlar nedir? Bahçeli’nin konuşması arasındaki şu bölüm de not edilmeli: Geçici olarak görevden uzaklaştırılan belediye başkanları hukuki süreçlerin sonuçlanmasını sabırla beklemelidir.
Bahçeli görevden uzaklaştırmaların ‘geçici olabileceğinden’ bahsediyor. Kayyım konusunda Erdoğan’dan daha farklı bir noktada duruyor.
Bir diğer cümlesi, yerine üçüncü kez kayyım atanan 50 yıldır siyasetin içinde, barışı savunan Ahmet Türk ile ilgili söyledikleri:
“Özellikle ciddi sağlık sorunları olan, yaşı kemale ermiş, köklü bir aileye mensup Kürt ağası Sayın Ahmet Türk'ün istismar edilmesi, CHP'nin başını çektiği kara kampanyanın dış mahsulüdür.”
Elbette Ahmet Türk buna hemen bir yanıt verdi. Şunları söyledi:
“Kürtler hangi projenin demokratik bir proje olduğunu veyahut gerçekten demokratik olmayan bir proje olduğunu fark edecek bilinçte ve güçtedir. Bu nedenle bir istismar söz konusu değil…”
İlerleyen satırlarda Ahmet Türk ile bu konuda yaptığım konuşmayı aynen nakledeceğim. Ancak Bahçeli’nin bir gün evvel yerine kayyım atanan Ahmet Türk ile ilgili kurduğu cümleler de dikkate değer.
Ahmet Türk
Dün akşam tüm bu gelişmelerden sonra Ahmet Türk ile telefonda konuştum. Pazartesi sabahından beri hiç dinlenmemiş, ama sesi yorgun çıkmıyor. Soruyorum:
- MHP Lideri’nin grup konuşmasından sonra meslektaşlarıma konuştunuz ama bir kez daha sorayım. Bahçeli hem sizi ayırdı hem de bir CHP’nin Mardin’da sizin katıldığınız mitingi ile ilgili istismardan bahsetti. Ne diyorsunuz?
Keşke Sayın Bahçeli de diyalog kursa. Bizim burada bütün mücadelemiz, siyasi hayatımız gerçekten acıların, sancıların ortadan kalktığı bir Türkiye özlemidir. Biz bunu açık açık da söyledik. Her konuda diyaloğa hazırız kim olursa olsun. Kimsenin artık Kürtleri istismar edeceği, Kürtleri yanıltacağı bir Kürt siyaseti yok. Kürtler bugün politize olmuş bir halktır. Kürtler ne istediğini, kimin ne söylediğini tartabilecek, anlayabilecek, en doğru bir şekilde yorumlayabilecek bir siyasi birikime sahip. Yani bunun için kimse merak etmesin. Kimse bizi istismar edemez. Ama kim doğruyu getirirse, kim doğru bir süreci başlatırsa elbette ki bu sürecin başarıya ulaşması için katkı sunarız. Yani burada bir ayırım yapmadan bunu söylüyorum. Ama bugün her şey ortada, kimin ne söylediği kimin nasıl yaklaştığı konusunda her şey ortada. Bu nedenle kim ne söylüyorsa söylesin bizim ne düşündüğümüzün ne talep ettiğimizin gerçekten onlar tarafından görülmesi, anlaşılması ve bu konuda bir yol haritasının çizilmesi konusunda samimi bir yaklaşım göstermesi önemlidir.
- Şu anki yaşananları, iktidar ortaklarının özellikle Bahçeli’nin çıkışlarını nasıl okuyorsunuz?
Bir sorunun çözümü için mutlaka talepte bulunanları anlamak gerekiyor. Yani bugün Kürt varsa elbette bir dili var bir kimliği var. Bunun kabullenilmesi ve içselleştirilmesi gerekiyor. Bunlar olmadan mesafe almak kolay değil. Yani bir gün var bir gün yok, olmaz. Nasıl çözeceksiniz? Bir talep var. Bu halktır, bir halktır, talepleri var. Ama elbette ki bunu Türkiye'nin ortak demokratik değerleri etrafında çözmek ve bir Türkiyeli olarak hep birlikte bu projeye destek vermek gibi bir yaklaşım biçiminin ortaya çıkması lazım. Bu yok, bu eksik. Tamam bir sofra açtınız ama sofranın üzerinde bir çorba bile yok hiçbir şey yok. Yani şimdi bu sofraya ne konulacak ne yapılacak? Yani söyledikleriniz pratikte nasıl yansıyacak. Bu konuda bir açıklama yok. Şimdi tabii böyle olunca flu ne olacağı belli olmayan bir şey de aslında. Birçok aktör de belki de bu sürecin yürütülmesi konusunda farklı bir şekilde de davranmış olabilirler. İkincisi inanıyorum ki bazı görüşmeler yapıldı. Bundan belki bir sonuç alınmadı. Farklı bir noktaya evrildi. Yani onu bilemiyorum. Bu kişisel düşüncem, kanaatim yani öyle düşünüyorum. Tabii şimdi şunu ifade edeyim: Yani bunları söylerken elbette ki bütün umudumuz, hayalimiz bugün bu ülkeye barışın gelmesidir. Onurlu bir barışın gelmesidir. Adaletin, eşitliğin olduğu, Türk’üyle, Kürt’üyle bütün halkların ortak demokratik yerlerde buluşup birlikte yaşadığı bir Türkiye görmektir.
Hayal ettiğimiz dünya herkesin özgür, eşit olduğu demokratik bir cumhuriyetin oluşmasıdır. Şimdi bu bir proje işidir. Pratikte atılacak adımlarla bu noktaya gelinir. Elbette bunlar bir iki günde çok kısa sürede çözülmez. Yani toplumu hazırlamak lazım, orada ciddi çalışmalar yapmak lazım. Medyayı bu konuda hazırlamak lazım. Elbette ki zamana ihtiyaç var ama neyin nasıl yapılacağı konusunda oturup bir diyalog ortamı oluşturulmadan kime ne görev düşüyor bunları tartışıp konuşmadan böyle sözlerle, kelimelerle bu iş yürümüyor. Maalesef yürümüyor. Yani burada kimseyi eleştirmek için de söylemiyorum. İşin özü bu. Dünyadaki bütün gelişmeler, görüşmelerde, bunun alt yapısı hazırlanır. Kime ne görev düşüyor, o aktörlerin burada verecekleri mesajlardır, yapacağı çalışmalardır. Bütün bunlar konuşulur, tartışılır. Ama bir şey ortaya atılıyor. Sonuç olarak da ikinci gün bakıyorsunuz başka bir noktaya evriliyor. Böyle bir anlayışla bazı şeyleri çözemeyiz. Ve bir güven ortamı oluşturamayız. Evet şimdi bir el uzatıldı. Bütün Kürtler bu eli değerli gördü. Ama ikinci gün kayyım atandı. Şimdi kim güvenecek buna?
Ahmet Türk’e kendisine kayyım atanmadan kısa süre önce Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile girdiği bir fotoğraf karesini soruyorum. Dört ölümün yaşandığı, eşi ve iki oğlunu kaybeden Emine Şenyaşar’ın altı yıl adalet nöbeti tuttuğu Şenyaşar ve Yıldız ailelerinin barış yemeği. Bu yemekte iktidar tarafından cumhurbaşkanı yardımcısı yanı sıra eski adalet bakanı Abdülhamit Gül de Bekir Bozdağ da var. Cevdet Yılmaz burada konuşuyor. Ve süreçte emeği geçenlere teşekkür ediyor:
“Sayın Bekir Bozdağ ve Sayın Sırrı Süreyya Önder ile grup başkanvekilimiz Sayın Abdulhamit Gül ve Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ahmet Türk. Bu dört isim gerçekten çok özel bir gayret sarf ettiler. Huzurunuzda her birine teşekkür ediyorum.”
- Barışa katkı için cumhurbaşkanı yardımcısının teşekküründen beş gün sonra kayyım atandı. Eminim süreçte ortak başka toplantılar da yaptınız kamuoyuna yansımayan. Hiç hissettiniz mi böyle bir durumun olacağını?
Biz aslında bu sorunu çözmek için birkaç sefer de bir araya geldik, konuştuk, tartıştık, nasıl yaklaşacağımızı oturup birlikte değerlendirdik. Samimi de bir hava vardı. Bize de biraz güven veren bir ortam vardı. Ama işte o gün ışığı o aydınlık birdenbire bir karanlık bulutla kaplanmış oldu. Biz de anlayamıyoruz nelerin olduğunu.
Bitirirken…
T24’te yazdığım son yazıda Bahçeli’nin ekim başından itibaren başlattığı yeni söylemle ilgili şunu yazmıştım:
“Anlaşılan ‘devlet aklı’ diye tarif edilen mekanizma; ‘Kürt sorununun her boyutuyla konuşulup tartışıldığı-ortak bir zemin arayışı’ yerine ‘iktidarın konjonktürel olarak ihtiyaç duyduğu güvenlikle ilgili yeni durum-durumlar için’ kendi belirlediği çerçevede yapacağı adımları atmak, buna destek bulmak istiyor.”
Bir yandan böyle düşünmeye devam ediyor ancak bir yandan da bu yazının başında sorduğum soruyu tekrarlamak istiyorum.
Türkiye’nin en köklü-en fazla oya sahip milliyetçi partisinin lideri ‘anayasa değişikliği ya da Erdoğan’ı yeniden seçtirmek için’ Öcalan’ı Meclis’te konuşturmak-umut hakkı gibi hem kendisi hem partisi için son derece riskli bir yoldan başka bir yol bulamaz mıydı?
Bahçeli ile Erdoğan’ın yeni süreçte birbirlerinden farklı yerlerde durduğu, özellikle kayyım konusunda farklılaştığı yolunda işaretler var. Bu illa sonu ittifakın dağılmasına gidecek bir süreç olmayabilir. Ben iktidarın iki ortak partisinin liderleri dışında mevcut devlet yapısını oluşturan güçlerin de yol-yöntem konusunda ayrıştıklarını tahmin ediyorum.
Ahmet Türk "Bir el uzatıldı, bütün Kürtler bu eli değerli gördü, ikinci gün kayyım atandı. Şimdi kim güvenecek buna?" derken aslında Bahçeli’nin Erdoğan tarafından boşa düşürülmüş olmasını da tarif ediyor gibi.