Bahçeli ile Esenyurt “iltisaklı”

Bir süredir yaşananlar ama özellikle son üç haftada olanlar, fazla yüksek seyrediyor ve aşırı hızlı. İktidarı ve muhalefetiyle alıştırıldığımız mahmurluktan epey uzak. Olağanüstülük görüntülü, aceleyle bezeli ve gürültülü süreç, sanki özellikle böyle tanzim edilmiş. AKP kulislerinden aktarılan bilgiler, “ne olacaksa çabuk olacak” beklentisini haber veriyor. “Olacakların” ne olduğu, biraz tartışmalı ama bazı neticelerin hemen alınmak istendiği ortada. Hemen her meselede olduğu gibi, kurmakta beceriksiz, bozmakta ise mahir “mühendislik” (müteahhitlik), yine işliyor gibi. Esenyurt hadisesi, sürecin içindeki yeri yanında başka tartışmaları da ateşledi. CHP’deki bütün aktörlerin pozisyonlarının yeniden tarif edildiği alt süreci tetiklemesi, stratejilerin yeniden tartışmaya açılması bile yeter. Süreç, pek çok alanda, pek çok ilişki ekseninde çalkantılar yaratarak ilerliyor. Pek çok kişinin “gayet açık” olduğunu iddia ettiği, bazılarının olmadığını söylediği bir nihai menzilin bile önemsizleştiği, bütün aktörleri hızlı davranmaya iten ve sürükleyen bir sürecin içindeyiz. 

Bu acelenin iktidarın çaresizliğinden kaynaklandığını düşünenler çok. Dış dinamiklere dayalı tezler, bazen Suriye’yi işaret eden bölgesel gelişmelere, bazen ABD seçimlerine kadar uzanan küresel gelişmelere referans veriyor. Dış dinamiklerin, sürecin içerik veya zamanlamasında -zorunluluk veya fırsat penceresinden- etkisi olması muhtemel ama ağırlığın iç dinamiklerde olduğu fikri, gelişmelerle iyice pekişti. Bu yüzden, somut gelişmeler olunca tartışmak üzere dış dinamikleri kenara koyuyorum. Gelelim iç dinamiğe: Başlangıçta daha çok ama -şaşırtıcı biçimde- hala en yaygın kanaat, meclis aritmetiğine dayalı bir “at pazarlığı” (bu ifadenin kullanımı sürecin ilk sonuçlarından) hazırlandığı yönünde. Kürt siyaseti aktörlerini pozisyon netleştirmeye zorlama veya bazı tasfiyelerin önünü açma amacına dikkat çekenler de var. İktidarın siyasi çaresizliğine çıkış aradığı için, bütün düğmelere aynı anda bastığı da yine sık dile getiriliyor. Daha inandırıcı ve etkili olacağı düşünüldüğü için hızlandırıcı görevinin de Bahçeli’ye verildiği söyleniyor. Bu önermelere yakından bakalım:

Acelenin gerekçesi, iktidarın sıkıntı ve çaresizlikleriyse, son aylarda bu alanda önemli bir değişim olması beklenir. Gerek ekonomik (ve diğer) sorunlar, gerekse iktidarın destek kaybı bakımından bunu ileri sürmek biraz zor. İki sene önce ne kadar çaresizse, şimdi de o kadar çaresiz. İktidarın üzerinde büyük baskı oluşturan, panik butonlarına basmayı gerektirecek bir siyasi hareketlilik de görülmüyordu. Kürt meselesi bağlamında da ne siyasi ne askeri bir tazyik oluşmamıştı. Peki, zaman kaybına tahammülü olmayan bir takvim sıkışıklığı söz konusu olabilir mi? “Anayasa değişikliği” veya Erdoğan’ın yeniden adaylığı meselelerinde, “hemen şimdi” denilecek hukuki ve siyasi bir durum oluşmadı. Aksine iktidar çevrelerinden yayılan dedikodular ve bazı muhalif çevrelerce dile getirilen yorumlar, Erdoğan’ın 2026 itibarıyla ekonomi baskısının azalabileceği umuduna bel bağladığını söylüyordu. Bazı araştırmaların iktidar (AKP) oylarında kısmi toparlanma, çoğu araştırmanın kararsız sayısında tırmanma ölçmesi de, iktidar açısından teyakkuzdan ziyade rehavet nedeni.  

Ortaya çıkan ilk sonuçlar ve iktidarın bunları değerlendirme biçimine bakılınca; sanki acelesi olanların değil de, acele ettirmek isteyenlerin yürüttüğü bir süreç yaşıyoruz. Üstelik bu yüksek ve hızlı süreç, neredeyse bütün siyasi tabloyu yeniden tanzim etme niyetinde. Belki “demir tavında dövülür” mantığıyla, siyasi dizayn için şartların uygun olduğuna kanaat getirmişlerdir. Belki “baskın sürecin” yaratacağı türbülansı, kendi adımları öncesinde iyi bir yoklama fırsatı saymışlardır. Belki de “muhalefeti bozma” üzerine kurdukları stratejide, uygun kıvama gelindiği için ara gaz verilmiştir. Her durumda sersemletici etki yaratıldığı ortada. Geçen bahar ciddi bir seçim yenilgisi alan, birkaç ay önceye kadar ne zaman dağılacağı konuşulan iktidar ittifakı, -kimsenin gündem değiştirme diye üzerinden atlayamayacağı- dalgalı bir gündem kurdu ve herkesi peşine takarak, onun üzerinde ilerliyor. Buna karşılık, muhalefetteki bütün partilerin veya aktörlerin birbirleriyle ve kendi içlerindeki gerilimler derinleşti ama daha önemlisi bekleme/bekletme lüksü herkes için daralıyor. 

Sürecin pik noktası Bahçeli’nin çıkışı ise dip noktası da Esenyurt. Hazırlanıp bekletilmiş bir siyasi hamle olduğuna ortada. Kürt seçmeni pazarlığa ikna etmek veya kandırmakla ya da sahiden bir açılım niyetiyle, bu hamle arasında irtibat bulmak zor. Normalleşmeyle veya uzatılan elle alakasından bahsetmeye gerek bile yok. Havuca değil sopaya benziyor. Ancak kime sopa gösterildiği ve ne beklendiği spekülasyonlara açık. Bahçeli hamlesi, Özel’in tutumu yüzünden ancak kısmi “bozucu etki” yaratabilmişti. DEM ile CHP’yi uzaklaştırma operasyonunda sopanın da devreye girmesi ihtiyacı doğmuş olabilir. (Erdoğan’ın aynı konuşmada Özel’e teşekkür ve Esenyurt suçlamasını kullanması) “Kent uzlaşısı” direncinin testi, bütün aktörler için zorlu bir sınav. Uzlaşıyı, iki tarafa da çıkmaz yol olarak göstermek, eğer istenen sonuç yine çıkmazsa, hep kullanılan “kimler kimlerle beraber” söylemini devreye sokmak da mümkün. Bakınız: MHP’li İsmet Büyükataman’ın “devam” tehdidi. (“Öcalan meclise gelsin denmişken inandırıcı olmaz” itirazlarına, “kimin umurunda” cevabı yeter.)

Kent uzlaşısının çıkışsızlığını göstermek ile CHP ve DEM’i yapışık gösterme uçları arasındaki güzergah, tuzaklarla dolu. DEM’i ikircikli zor bir pozisyona ittiği aşikar. Sopayı görüp geri çekilse başka sorun, sopanın üstüne yürüse başka. Havuçta da aynı ikilem. Fırsat çıkabileceğini düşünürken seçeneksiz (siyasetsiz) kalma ihtimali yüksek.. CHP içindeki gerilimler üzerindeki etkisi de bariz. 29 Ekim’de liderlik çıkışı yapan ve iktidara bayrak açan İmamoğlu’nu hedef alındığı yaygın değerlendirme. En azından İmamoğlu ve çevresinin konuya böyle yaklaştığı ve yaklaşılmasını istediği net. Verilen tepkiler, gereği yapılamayan boş efelenmeler, normalleşmeden ziyaret izni bile koparılamaması, kürsülerde seçilen cümleler, reaksiyon hızı ve kapsamı gibi katmanlarda bir sürü kırılma yaşandı, yenileri yola çıktı. İmamoğlu-Yavaş, İmamoğlu-Özel, Yavaş-CHP, Özel-Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu-İmamoğlu, erken seçim-sine-i millet fay hatları tetiklendi. CHP içinde “aday belirlerken bize mi sordunuz” ve “demlenme” fırsatçılığı, saklandığı yerden tekrar sahneye fırladı. 

Esenyurt hamlesini – fazla kullanımdan etkisizleşen kavramla- “darbe” diye isimlendirmek, “alnını karışlarız’ veya “bırakmayız” gibi boş çıkacağı hemen anlaşılan tehditler savurmak, durumu yatıştırmıyor. Kayyım atamasıyla birlikte belediye meclisinin de yetkilerinin alınması, akla rantı getiriyor. Çok örneğini gördüğümüz gibi çökme fırsatlarının hiç es geçilmediği doğru ama açık bir siyasi tanzim hamlesini, daha ilk gününde “rant” gerekçesiyle açıklamak..!? Bilemedim. Olayın bir de iktidar cenahı var. Bahçeli çıkışından Erdoğan’ın haberdar olup olmadığı spekülasyonları, Esenyurt için de gündemde. “Bahçeli, başlattığı gibi bitirdi” diyen de var; “Erdoğan, teşekkür edip konuyu kapattı” diyen de. Süreç başlamadan bitti veya daha yeni başlıyor tartışma odaları da açıldı. İktidar ittifakındaki her farklı tutumu ya “çatlak” ya “mükemmel iş bölümü” ya da “mahkumiyet” olarak tarif etmek, yaygın bir eğilim. Fakat çok incelikli hesaplar, büyük yetenekler gerektirmeyen gayet basit ve kaba bir mekanizma var. İşe yaraması veya yarayacağının umulması da bu yüzden. 

Normalleşme sürecinde ne hikmetse pek akla gelmeyen “işbölümü tezi”, bu süreçteki Bahçeli için güçlü bir argümana dönüştü. Peşin olarak söyleyeyim: Bu iktidar ittifakı oluştuğu andan itibaren, rol paylaşımı ve rekabet hep kol kola yürüdü. Bazen de gerçekten farklı ve çatışma halindeki pozisyonlar, üçüncü aktörler nezdinde kullanışlı bahaneler haline geldi. Ortada sofistike bir durum yok, bu iktidar terkibinin fıtratı böyle. Normalleşme sürecindeki MHP direnci ne kadar abartılı veya sahiciyse, bu süreçteki uyum da öyle. (Erdoğan, muhtemelen Bahçeli’nin yüksek çıtasından memnun olmadı ama hızından hoşnut) Ortağını oransız biçimde överken kullandığı -Erdoğan’dan pozitif imayla duymaya alışık olunmayan- “devlet aklı” ifadesi de, meselenin Bahçeli’nin hüsnü kuruntusundan ibaret olmayan kullanım değerini gösteriyor. Bu çerçevede Bahçeli’nin çıkışının, “ne olur benimle yap” diye anlaşılması kadar, “yapılacaksa böyle” hatta -aşırı spekülatif olması pahasına- “yapın da görelim” havasıyla anlaşılması da pekala mümkün. 

Erdoğan ve Bahçeli ilişkisine dair algının sorunlarına fazla dalmadan (Dipnot hatırlatmasıyla yetinerek) konumuza dönelim. Sadece Bahçeli’nin çıkışı ile Esenyurt arasındaki kısa dilimi dikkate alınca, başlamadan biten bir durum olarak anlaşılabilir. (İlk hamlelerin her zaman başlatma amacı olmadığını bazen de bitirmeye yaradığını unutmamalı.) Havuç ve sopanın birlikte kullanıldığı bir ikna sürecini de andırabilir. Son günlerde her hadisenin getirilip bağlandığı, “birilerinin önünü kesme” hamlesi olarak da algılanabilir. Fakat meseleye uzun bir zaman aralığındaki bir alt süreç olarak bakınca, biraz daha farklı görüyor. İktidar kaybedilmesi riskinin hissedilmeye başlandığı 2019 eşiğinden belki 2028’e kadar uzanacak güzergahta, “plana sadık” bir ilerleyiş var: “Oyunu düzeltemiyorsan, rakibi boz” ve “engelleyemiyorsan idare et”. Atılan her adım böyle bir planlamanın ürünü olmak zorunda değil. Böyle düşünülmesi, başarılı olacağının garantisi de sağlamıyor. Ancak her vesilenin bu genel akışa hizmet için kullanılacağının akılda tutulması zorunlu. 

Dipnot: Bahçeli ve Erdoğan arasında mecburiyetlere ve ihtiyaçlara dayalı bir ilişki olduğu doğru. Ancak ittifakın başlangıcı, ortak liste çıkarılan 2018 seçimi değil. Kader birliğinin fiilen başladığı somut hamle, 7 Haziran 2015 seçiminin ertesinde Bahçeli’nin çıkışı. (Bahçeli ve partisiyle sınırlı olmayan, siyasi ve ideolojik paylaşımı şekillendiren mutabakatın pişirilmesi ise daha da önceye gidiyor) Erdoğan’ın azınlığa düştüğü bir eşikte, koalisyonlar dışında kalacağını ilan eden ve yine  bir süreç başlatan Bahçeli, Kılıçdaroğlu’nun “yüzde 60 bu iktidara karşı” yorumunu da, “o yüzde 40-60 öyle değil” diyerek cevaplamıştı. O tarihte Bahçeli, iddia edildiği gibi, koltuğu tehkilede olan bir lider olmaktan ziyade,  2002 hezimetinden (yüzde 8) sonra partisinin oylarını iki katına çıkarmış hatta efsane 1999 çıtasına çok yaklaştırmış (yüzde 16) ve ikinci kez iktidar ortağı olma şansını yakalamış, radikal tutumlardan kaçınarak hareketin imajını toparlamış bir genel başkandı. Ayrıca CHP ile koalisyon ortaklığı için bir sene önce ortak cumhurbaşkanı adayı çıkarılması gibi bir deneme bile yapılmıştı. MHP’de -Kasım seçimlerinin yarattığı hayal kırıklığıyla ve Akşener popülaritesinin denkleme eklenmesiyle beslenencek- kuvvetli muhalefet rüzgarları esmesine ve olağanüstü kongre taleplerinin gündeme gelmesine daha aylar vardı. Dolayısıyla, CHP çevrelerinin siyaseten kullanışlı buldukları için yaptığı bu kronoloji çarpıtması, yanlış iliklenen ilk düğme olarak, bugün bazı düğmelere ilik bulunamamasına sebep oluyor. İlişkinin başlangıç dinamikleri, bugün anlaşılmaz gelen birçok şeyi,- özel güç ve bilgelik vehmi olmadan da- daha sarih hale getiriyor. 2003’te Beka sorunu ilan edilen Erdoğan’ın 2018’de beka mecburiyetine dönüşmesi, “biz de gericiyiz” açıklaması, Öcalan’ın mektubuna hak verilmesi veya meclise çağrılması, birkaç kez tekrarlanan ittifak restleri, iktidar adına güvenlik ve şiddet tekelini üstlenme ve bugün işleyen süreç gibi.