Adaylık değil primus inter pares’in ilanı

Ekrem İmamoğlu’nun Cumhuriyet Bayramı konuşması ile Cumhurbaşkanlığı adaylığını ilan ettiğini söyleyenler var.

İmamoğlu Yenikapı’daki Cumhuriyet konseri öncesi sahneye çıkarak bana göre siyasi hayatına yeni bir yön verecek ciddi bir konuşma yaptı.

Cem Uzan’ın konser düzenleyerek doldurduğu meydanlara yaptığı konuşmaları anımsadım.

Uzan bu yolla normal şartlarda çok da ulaşamayacağı apolitik genç kitleyi organik bir biçimde seçmeni haline getiriyordu.

İmamoğlu da Hadise için gelenlere kendini de dinletti. Zaten vurgusu da gençler ve gençlik üzerineydi. Fırsat eşitliği, liyakat, iş bulma adaleti gibi meselelere girerek gençlerin dikkatini çekti.

Başta da dediğim gibi, konuşmayı adaylık ilanı gibi görenler var.

Ben adaylık ilanından çok “daha aktif siyaset yapacağının” ilanı gibi gördüm.

Aynen genel seçim öncesi partiye moral vermek, değişimi başlatmak için harekete geçtiği gibi, şimdi de harekete geçiyor.

CHP seçmeninin “Parti geriliyor mu, siyasi hatalar mı yapılmaya başlandı” serzenişlerini duyuyor ve seçmenin “edilgen değil, harekete geçen siyasetçiyi” sevdiğini de bilerek “Ben harekete geçtim” diyor, başkalarının hatalarının bedelini ödemektense, kendi hatalarımın bedeli ya da ödülüyle yaşarım yol ayrımında tercihini gösteriyor.

Bence henüz “adaylık ilanı” değil bu.

Sadece “primus inter pares” olduğunu gösteriyor.

Yani “eşitler arasında birinciyim” diyor.

İtiraz edilebilir mi!

Zannetmiyorum.

CHP “triumvirat”ında en azından şimdilik durumun bu olduğunu kabul etmeyen yok gibi.

Ama bu kesinlikle bir adaylık gövde gösterisi değil.

Ancak bu yola çıkıldığı kesin.

İmamoğlu başkanlık kampanyası için uzmanlarla görüşmeye, alt yapı kurmaya, örgüte doğrudan olmasa da mesaj vermeye başladı.

Ancak ondan önce bir işi var.

Hakkındaki “Ahmak Davası”.

Ankara’daki herkes gibi, İmamoğlu da Devletin zirvesinin “Bu davada Ekrem İmamoğlu aleyhine bir sonuç çıkmalı” dediğini ve bunun bir an önce olmasını istediğini biliyor.

Ancak ilgili Bakan’ın “Dosyayı öne çekersek bunun siyasi bir karar olduğu konusu çok aşikar hale gelir. Bırakın olağan akışında gitsin her şey. Geldiğinde sonuç zaten öyle çıkacak” dediği Ankara’nın bilinen sırlarından.

Tabii İstinaf kararı İmamoğlu’nu siyasetten yasaklamıyor. Bir sonra Yargıtay aşaması var.

İmamoğlu tüm bunları bilerek hesap yapıyor.

Ve asıl hamlesini 2025 yılının yaz başına saklıyor.

İBB Başkanı, her şey planladığı gibi giderse mayıs, haziran gibi harekete geçer.

Sonrasını hep birlikte izleriz.

AKP 4 adaylı seçim ister

İmamoğlu’nun bu hamlesine karşılık AKP ne yapacak!

Aslında AKP lafın gelişi, Erdoğan ne yapacak demek daha doğru.

Erdoğan’ın en çok istediği şey İmamoğlu’nu yarış dışına itebilmek ve yeni bir statüko oluşturabilmek.

Ancak bunun çok kolay olmadığını da biliyor, hesaplıyor.

Kendisine en çok yarayacak olanın dört adaylı bir seçim olduğunu düşünüyor.

Yani CHP’nin iki güçlü adayını ayrı ayrı seçime sokmak.

Eğer CHP İmamoğlu’nu aday gösterirse, Yavaş’ı da bir başka partiden aday yapmak.

Bu yolla ikinci tura Yavaş kalırsa DEM desteği ile seçimi almak.

Ancak yine de hesaplar çok oturmuyor.

Ama yine de Bahçeli’nin çıkışını bu gözlükle okumakta fayda var.

Öcalan TBMM’de konuşursa YPG de silah bırakacak mı!

Bahçeli’nin “Öcalan TBMM’ye gelip konuşsun, terörü bitirsin” çıkışını iktidar ve iktidar yanlıları iki kılıfa sokacaklar, biliyoruz söyledik.

“Devlet aklı” ve “Barış düşmanlar arasında yapılır”

Yani AKP’nin ve liderinin başından beri yaptığı gibi eleştiriye açık her türlü eyleme MHP üzerinden meşruiyet sağlamak ve en anti Kürt parti barış istiyorsa size ne oluyor dedirtmek.

Ama asıl soru gözden kaçıyor veya kaçırılıyor.

“Türkiye’nin düşmanı gerçekten PKK mı?” ve hatta “PKK diye bir şey hâlâ gerçekten var mı?”

PKK bugün artık çok manası olmayan ve hard core terör yapmaktan öte bir görevi kalmamış bir örgüt.

Tüm medeni dünyanın terör örgütü listesinde olduğu için hareket alanı kısıtlı bir ilkel yapı.

Türkiye bölgede bir “düşman” ve bir “tehdit” algısı görüyorsa bu PKK değil, YPG/PYD‘den geliyor.

ABD’nin neredeyse kendi ordusu gibi gördüğü, Suriye’de bir devlet kurdurduğu YPG.

Soru şu olmalıydı:

“Bugün artık Türkiye’nin düşmanı PKK mıdır, YPG midir?”

Ve bunu takip eden soru da gayet basit ve doğrudur:

“Öcalan gelip TBMM’de konuşsa ve PKK Öcalan’ın emirlerini her şeye rağmen uygulayıp silah bırakıyorum dese ve hatta Kandil ekibi de gelip teslim olsa YPG de bağımsız devlet kurmaktan vazgeçer mi, ABD ‘Aman ne güzel barıştınız o zaman ben de bölgeyi terk edip gideyim. YPG’yi de dağıtayım’ der mi?”

Yoksa tam aksine PKK’dan kurtuldukları ve artık bölgede bir terör örgütü kalmadığı için, hem Irak’taki hem de Suriye’de daha rahat hareket etme ve Türkiye’nin elini kolunu bağlama imkanı mı elde eder!

Bu soruların yanıtlarını bilmeden ve hatta en azından bu soruları sormadan Devlet Bahçeli’nin her sözüne “Devlet aklı’ kulpu takıp doğrulaştırmak ne kadar doğrudur!

Öyle ya aynı akıl bir süre önce de “Ver Bilal’i” diyor, kürsülerden ip atıyordu.

Onlar da Devlet aklı değil miydi!

TUSAŞ’da ihmal mi var?  

Hafta sonu Celal Şengör ve Ahmet Arslan’la birlikte Ankara’ya gidince epey bir bilgi edindiğimi söylemeliyim.

Aslında bunlar herkesin bildiği ama ortalıkta pek de gazete kalmadığı için gazeteci olanların bile yazıp haberleştiremediği konular.

Bunların en önemlisi TUSAŞ saldırısı ile ilgili olanlar.

Terör örgütü Türk savunma sanayiinin kalbi sayılacak tesise rahatça saldırıp, içeri kadar girince ve iki saate yakın bir süre içerde çatışınca herkes haklı olarak “Burada bir güvenlik zaafı mı var?” demeye başladı.

Böyle bir tesisi üç tane tıfıl özel güvenlikçiye emanet eder, bunlardan biri vurulunca diğer ikisi tabanları yağlayıp kaçıyorsa elbette bir güvenlik zaafı var demektir.

Dünyanın her yerinde bu gibi tesisleri ciddi bir güvenlik ekibi korur, ellerinde ağır silahlar olan iyi eğitimli güvenlikler, tercihen özel harekatçılar ve en azından emekli komandolar falan olur.

Ancak Ankara’da daha da vahim şeyler duydum.

TUSAŞ tesislerine bir saldırı planlandığı bilgisi Ekim ayı ortalarında istihbarat örgütleri tarafından ilgili kurumlara bildirilmiş.

Ben bunu yazınca birileri çıkıp bunu yalanlayabilir elbette ama bilgi çok güvenilir kaynaklardan geliyor.

Ve bu istihbarata rağmen güvenlik önlemleri arttırılmamış ya da arttırıldıysa bile ya yeterli olmamış ya da birkaç gün sonra tavsamış.

Yani bu saldırı “Geliyorum” demiş ve gelmiş.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Türkiye’yi AKP’ye mahkum edenlere kızmak aptallar tarafından aptallık olarak nitelendirilmediği zaman.