Bugün Cumhuriyet bayramı: Nasıl bir Cumhuriyet?

Bugün bütün yurtta görünür her yer bayraklarla donatılacak…

Devlet yönetiminde bulunanlar ile siyasi parti liderlerinin günün anlam ve önemine dair mesajlarını gün boyu haberlerde dinleyeceğiz…

İllerde yerel yöneticiler, törene katılan başka önemli şahsiyetlerin de bulunduğu ortamlarda, hamaset nutukları çekecekler…

Bütün bunlar doğal, çünkü bugün Cumhuriyet bayramı…

Cumhuriyet’in ilan edilmesinin üzerinden geçen yüzyıl boyunca hep olduğu gibi yaşanacak bu bayram günü de…

Yadırgamıyorum, tam tersine her yıl bu zaman Cumhuriyet kavramı üzerinde düşünüyor ve günü kutlanmaya, Cumhuriyet’i de korunmaya değer buluyorum.

Acaba Cumhuriyet kavramı üzerinde yeterince düşünülüyor mu?

İngiltere Kralı 3. Charles ile Kraliçe, kısa süre önce, krallıklarına bağlı bir kıta-ülke olan Avustralya’daydılar. Avustralya İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) üyesi bir ülke; ülkenin en yüksek makamı boş; o makamın sahibi onbinlerce kilometre ötede yaşayan İngiltere Kralı…

Kral ile Kraliçe ziyaretlerinin ilk gününde, kıtanın en eski halklarından birini Senato’da temsil eden bir kadın tarafından, üzerinde “Sen bizim kralımız değilsin” yazan pankartla ve yüksek sesle protesto edildi.

Cumhuriyet istiyor o kadın ve onun gibi düşünen hiç de azımsanmayacak sayıda olan insanlar…

İngiliz halkının da yarıya yakını kraliyet yönetiminden memnun değiller; bir gün ‘Cumhuriyet’ olma özlemi duyuyorlar…

Avrupa’da hala kraliyet yönetimi bulunan ülkelerde de durum farklı değil…

Sorumlulukları sınırlı, sorgulanamayan bir kral yerine, halkın içerisinden değişik özellikleriyle temayüz etmiş, her kararları parlamento onayına tabi, yanlış bir tercih sonucu seçilmiş olsa bile en fazla dört veya beş yıl içerisinde yeni bir seçimle değiştirilebilen bir cumhurbaşkanı özlemi var o halklarda da…

Türkiye ise, 600 yıl sürmüş bir imparatorluğun varisi olarak, boyunduruk altına düşmemek amacıyla verilmiş bir İstiklal Savaşı sonrasında, o savaşı yöneten ve sonradan Atatürk soyadını alacak Mustafa Kemal ile arkadaşları tarafından kurulmuş, Cumhuriyet olma özelliğine sahip bir ülke.

Yüzyıllık bir Cumhuriyet…

Türkiye, yüz yıl boyunca sendelemeler yaşansa, sisteme müdahaleler edilse bile, kuruluşu sırasında belirlenmiş Cumhuriyet’in temel ideallerinden fazla uzaklaşmış değil…

Askerler siyasete merak sardıklarında üniformalarını çıkarmak zorunda bırakıldılar. Askeri yönetimlerde dahi cumhurbaşkanları yine halkın -veya onları temsil eden siyasilerin- beğenisine sunuldu.

Değişik dönemlerde yaşatılan yanlışlıklar, ardından yapılan seçimlerde halk tarafından düzeltilebildi.

Günümüze gelince…

Krallar tarafından temsil edilen sorumsuz ve sorgulanamayan yönetici anlayışının yerini, Cumhuriyet ile birlikte bireysel sorumluluk ve bireysel sorgulanma anlayışı almıştı. Giderek o noktadan uzaklaşılma eğilimine girildiği yolunda şikayetler had safhada.

Halk desteğine ‘milli irade’ adı verilerek ve her sorun ‘beka’ ile ilişkilendirilerek sorumluluk ve sorgulanma uygulaması aşılmaya başlandı.

Daha Cumhuriyet’in kuruluşu öncesinden başlayarak özenilen türden “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” insanların oluşturduğu bir ülke olmayı hala arzuluyoruz; o ideale henüz tam erişmiş sayılmayız.

Cumhuriyet’in kurulduğu ve Cumhuriyet düşüncesinin gelişmekte olduğu yıllarda var olmayan teknoloji ürünü kolaylıklardan yararlanarak günümüzde görüşlerini açıklamaya kalkışanların başlarına türlü çeşitli işlerin açılabildiği bir gerçek.

“İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz” diyen 10. Yıl Marşı’nı yalancı çıkartan görüntüler her gün gözümüze sokuluyor.

Kendilerini toplumun çoğunluğunu oluşturanların sahip oldukları haklardan mahrum görenler, hak ve özgürlüklerinin ellerinden alındığına inananlar ve hak mücadelesi verenler var.

Özellikle de kadınlar…

Her geçen gün erkekler tarafından anlamsız gerekçelerle öldürülen kadınlar…

Dertleri uzatmayayım.

Cumhuriyet bir değerse -ki öyledir- o değere sahip çıkıp korumanın yollarını bulmalıyız.

Nutuk atarak, birlik ve beraberlik duygusunu zayıflatan sloganlar eşliğinde anlamsız konuşmalara tanık olunan törenler yaparak değil…

Ne söylerse söylesin, yazarsa yazsın cezaevlerine düşmeyeceklerinden emin, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” insanlara sahip, gerçek anlamda kaynaşmış bir kitle haline dönüşerek…