Apo’yla mı, Apo’suz mu?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin TBMM’de yaptığı grup konuşmasında yaptığı dâvet siyâsal barometreyi en üst dereceye çıkarmaya yetti. Bu konuşmanın, Türkçü-milliyetçi tabanın en köklü teşkilâtı olan MHP’nin en üst seviyesindeki kişi tarafından yapılması dikkate şâyan. Ortada bir devlet siyâseti olduğu anlaşılıyor. Bunu sâdece Cumhûr İttifâkı tarafından geliştirilmiş bir siyâset olarak değerlendirmek pek de mümkün görünmüyor. Türkiye’de hiçbir iktidâr tek başına bu kadar ileri gidemez. Bu konuşma, çeşitli müesseselerle iktidâr arasındaki bir dizi istişâre ve mutabakatın neticesi olmadan yapılabilecek bir konuşma değil.

Şimdi yapılan teklifi en düz şekliyle senaryolaştıralım. İmralı’da çeyrek asırdır yatan PKK’nın “karizmatik” lideri Abdullah Öcalan, TBMM’nde DEM Partisi’nin Meclis toplantısına katılacak ve teşkilatına “Silah Bırak” çağrısında bulunacak. Buna mukâbil kendisine uygulanan tecrit kalkacak. Hemen arkasından, muhtemelen cezâsının kalan kısmını ev hapsinde geçirmesini sağlayacak düzenlemeler yapılacak. Tabii ki bunlar, evvelemirde Öcalan, daha sonra da Öcalan’a “İrâdemiz, senin irâdendir” diyen DEM Parti ve nihâyet Kandil’deki Kolektif Liderlik tarafından kabul edilmesin şartına bağlıdır.

İhtimâlleri bir gözden geçirmek gerekiyor. Eğer Abdullah Öcalan bu dâvete icâbet etmezse yapacak bir şey kalmaz. Ama bu ihtimâlin hayli zayıf olduğunu düşünüyorum. Açılım Süreci olarak bilinen safahatta, Öcalan bu yolda bir bildiri kaleme almış ve devletin siyâsetini desteklemişti. Bugün farklı bir yol tâkip edeceğini zannetmiyorum. Düğüm DEM ve Kandil’in vereceği tepkilerde çözülecektir.

Doğrusu DEM’i çok ciddiye aldığımı söyleyemeyeceğim. Bu parti silâhlı mücâdelenin bir uzantısı olarak kuruldu. Bu da onu Sinn Fein’den farklı kılıyor. IRA Sinn Fein’ı değil; Sinn Fein IRA’yı kurdu. Burada ise tersi oldu. Hâl bu iken, DEM’in PKK’nın hâricinde bir siyâset geliştirebileceğini zannetmiyorum. Aslında daha somut bakıldığında mesele Abdullah Öcalan’ın PKK ve daha mühimi PYD üzerindeki hâkimiyet ve kontrolünün ne kadar devâm etmekte olduğuyla alâkalı görünüyor. Doğrusu, söylem seviyesinde ortaya çıkanların test edileceğini göreceğiz.

Şu soruyu sorarak ilerleyelim: Bekaa Vadisi’nde veyâ Şam’da teşkilatının başında olan Abdullah Öcalan mı daha tesirlidir; değilse İmralı’da yatan Abdullah Öcalan mı? Yakalanması ve müebbet hapse mahkûm edilerek İmralı’da tecrit edilmesi Abdullah Öcalan’ın karizmasını hiç şüphesiz büyüttü. Karizma gıyapta büyür. O artık yaşayan bir siyâsal evliya gibi algılanmaktadır. Çok mahdut Güneydoğu intibalarım arasında “Pe Ke Ke de neymiş, ben ölümüne Apocuyum” diyen kişilere rast gelmiş ve şaşırmıştım. Bilmem sizlere bir şeyler hatırlatacak mı, kendisine Apocuyum diyen birisi bana uzaktaki tepeyi işâret edip, gün batımında orada Öcalan’ın silüetinin zuhûr ettiğini söylemişti. Bu, sosyolojideki tam karşılığıyla karizmadır.

Karizmatik otoritenin içi, o otoritenin öznesi tarafından değil, nesneleri tarafından doldurulur. Yâni karizmatik otorite olunmaz; oldurulur. Bunun bizdeki karşılığı “Şeyh uçmaz; müridi uçurur” deyimidir.

Karizmatik otoritenin somut hayattaki karşılığı, söylemdeki karşılığının çok gerisindedir. Hâsılı, söylemde güç kazanan ve büyüyen bir karizmatik varlık, aslında somut hayatta diyalektik olarak zayıflamaktadır. Abdullah Öcalan’ın durumunun farklı olmadığını söyleyebilirim. Söylemde teşkilatın tek lideri olduğu tartışmasız kabul edilen Öcalan’ın fiiliyatta bunun çok uzağında olduğunu düşünüyorum.

Son çeyrek asırda Öcalan’ın liderliğini aşındıran, ilki içeriden, diğeri dışarıdan iki mühim dinamiğin işlemiş olduğunu düşünüyorum. Bir defâ, Kürt kökenli vatandaşlarımızın sosyolojik-kültürel dünyâsı dönüşmüştür. Artık Türkiye’de, dağı bilmeyen, tüketim ile barışık çok daha kentli bir Kürt nüfus yaşıyor. Bu kitlenin sosyolojik, psikolojik ve kültürel ihtiyaçları çok farklı. Geleneksel Kürtlüğün simgeleri ve donanımlarının hayli dışına çıkan bir figür olarak Selahattin Demirtaş’ın yükselişi tam da bunu gösteriyor. Partisini “Türkiyelileştirmek” iddiası aslında bu kentleşmiş Kürtlere hitap eden bir kavramsal kod. Selahattin Demirtaş aslında Türkiyelileşmek derken ABD WOKE solculuğunun tekmil tematiklerini devreye sokan kültürel-ideolojik bir dönüşümün de öncülüğünü yapmaktaydı. Hoş, Öcalan da Murray Bookchin gibileri okuyarak bu yolda adım atmış ama tecrit edilmesi bu mesajlarını dışarıya taşımakta kendisini zorlamıştı. Ama bundan daha mühimi, kentli WOKE solculuğu dağlarda geçen sert bir kariyere pek de oturmuyordu. Selahattin Demirtaş ise bu geçişi taşıyabiliyordu. Türk WOKE solculuğuyla Kürtçülüğü yakınlaştırmakta hayli başarılı olmuş ve %13’lük bir oy oranı yakalamıştı. Ama WOKE solculuğunun kırsalda derinlikleri olan ve ayrılıkçı köklere sâhip bir hareket içinde ne kadar tutunabileceğinden kendisi bile emin olmamış, “emânet oy desteklerini” ağzından kaçırmıştı.

Demirtaş Türkiyelileşmek markası altında hareketi kültürel ve ideolojik olarak Amerikanize ederken Kandil’dekiler de bunun askerî seviyedeki pratiğinin içindeydiler. Hendek hâdiselerinde Demirtaş-Kandil işbirliği bana, sürecin nasıl da eşgüdüm içinde götürüldüğünün delili olarak görünmüştür. Kendisi gelinceye kadar makâmına vaziyet ettiklerini söyleyen eski arkadaşları aslında Öcalan’ın devrinin geçtiğinin farkındaydılar. Artık PKK kesin olarak CENTCOM’un patronajı altındaydı. Abdullah Öcalan değil, Michael Eric Kurilla’ydı son sözü söyleyecek olan. Ayrılıkçı Kürt hareketinin yüzleştiği nevzuhur jeopolitik gerçekler, 1970’lerden kalma antiemperyalist çizginin arkaikleşmesine yol açıyordu. İsrâil’in Irak, Sûriye ve Lübnan stratejiler, atlanarak gidilecek yol kalmadığını anlamış ve teslim olmuşlardı.

Devlet Bahçeli’nin bu çıkış ve dâvetinin ileriye mâtuf çok katmanlı neticeleri olacağını düşünüyorum. Tek bir yazıda bunların hepsini değerlendirmek zor. İlk ağızda yaşanacak olandan başladım. Buna Abdullah Öcalan’ın liderlik testi diyoruz. Eğer Açılım Süreci’ndeki gibi söyledikleri boşluğa düşerse onu artık siyâsal bir mevtâ olarak değerlendiririz. Eğer karizmatik gücüyle teşkilatı istediği yere çekip silâh bıraktırabilirse “ne âlâ” deriz. Üçüncü ihtimâl ise teşkilatın Apocular ve diğerleri olarak bölünmesi olabilir.

Tâkip edeceğiz…