Yeni Haçlı Seferi

Trump, üstelik rakibi Kamala Harris’e ciddî bir fark atarak seçimi kazandı. Bu, hem ABD hem dünyâ için hayli rahatlatıcı bir gösterge sayılabilir. Çünkü seçimlerden evvel, Trump’ın çok küçük bir farkla seçimi kaybetmesi durumunda müsellah Trump taraftarlarının isyan etmesi ve ABD’yi bir iç savaşın eşiğine sürüklemesi ihtimâlinden endişe ediliyordu. Artık önümüzde tartışmalı ve istikrarsızlık doğuracak puslu bir zaman koridoru görünmüyor. Diğer taraftan, Trump Başkanlık seçimiyle berâber hem Temsilciler Meclisi hem de Senato seçimini kazandı. Bilhassa Senato’da, uzun zamandır devâm eden Demokrat üstünlüğü sona ermiş oldu.

Trump Beyaz Saray’daki ofisini kullanmaya başlayacağı ocak ayına kadar, iki ayı mütecâviz bir zaman var. Bu zaman zarfında, dünyâ devletleri kendi mıntıka (ev içi ve mahalle) temizliklerini yapacaklar ve yeni Trump devrine hazır hâle geleceklerdir.

Çok açıktır ki, Trump’ın zaferi en fazla bugünkü Avrupa’yı vuruyor. Biden devrinde ABD desteğini alan; merkez sağ ve sol partilerin kalıntılarının, liberaller, Woke solcuları ve yeşiller ile kurdukları derme çatma koalisyonların, kıt’anın geleceğinde bir hükmü kalmayacak görünüyor. Bunun yerine, hanidir bir çıkış yakalamış olan Avrupa sağ popülizminin çeşitlemelerini oluşturan partilerin iktidara geleceklerini düşünüyorum. Bu gelişmenin, AB’nin kuruluş ilkelerini toptan dönüştüreceğini öngörmek abartı olmayacaktır. Aslında bunu, Avrupa “değerlerinin” aslına rücû etmesi olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Söylemde devâm etse de; açılımcı, içermeci “Demokratik Avrupa” idealinin pratik târihi zaten çoktan sona ermişti. Sebep, zannedildiği üzere, bir türlü mâni olunamayan düzensiz göçler değildir. İki Almanya’nın birleşmesi; Doğu Avrupa ve Balkan coğrafyasındaki genişlemelerin somut uyumsuzlukları, AB hâkim zihniyetindeki Batı (biz) ve Doğu (öteki) farkını evvela kıt’ada su üzerine çıkardı. Avrupa siyâsetlerindeki aşırı sağ dalganın yükselmesinde bu pratiğin tesiri büyük olmuştur. İstihdam temelli ekonomik sorunlarla eşlenen düzensiz göçler olsa olsa bu süreci derinleştirmiştir.

Söylemsel olarak AB’nin kurucu değerlerine bağlılıklarını devâm ettirdiğini iddia eden mevcut siyâsal elitler, ne ekonomik sönümlenmelere ne de düzensiz göç baskısına bir çâre üretebildiler. Söylemlerindeki vurgu, yükselen faşizan dalgalara karşı tek sığınağın kendileri olduğu ve AB’nin müesses nizâmına bağlılık vurgusudur. Hâlbuki pratikte artık böyle bir müesses nizam mevcut değildir. ABD’deki Demokratların söylemindeki çatlak da budur. Onlar da, kâide tanımaz bir mâceracı olarak târif ettikleri Trump’a karşı gûya ABD müesses nizâmının müdâfileri olarak bir iddia geliştirdiler. Hâlbuki nasıl artık bir AB müesses nizâmından bahsedilemezse, müesses bir ABD nizâmından da bahsedilemez. ABD ve AB’deki müesses nizamcıların hâllerini, Weimar Cumhûriyetinin iktidar seçkinlerinin hâllerine benzetmek mübalağa sayılmamalıdır. Bugünün “demokrat” Avrupa’sının üzerinde Friedrich Ebert, Philpp Scheidemann, Herman Müller’lerin rûhu dolaşıyor.

Weimar’ın çöküşü; şenliklerin, sorumsuzlukların ve kapasitesiz-liklerin koalisyonuydu. Hitler ve Naziler, Weimar mahfellerinde demokratizmin şampiyonluğu yapılırken iktidâra geldiler. Demokratizm, demokrasinin içeriksizleştiği yerde neşvünema bulur. Faşizmleri demokratizm besler. Weimar mahfelleri kendi içine kapanmış monadlardı. Almanya’nın sokaklarında ise bambaşka bir hava esiyordu. Bugün AB ve ABD müesses nizâmının şampiyonluğu en esrikli evresini yaşıyor. Çöküşü de bu esriklikle berâber yaşanacak. Trump’ın zaferinin esas müsebbibi iktidarsız Biden devri oldu. Trump’ın zaferini Avrupa sağının zaferlerinin tâkip edeceğinden artık daha fazla eminim.

Biden Atlantik birliğini yeniden canlandırmak iddiasıyla gelmişti. Bunu ABD ve AB müesses nizamının, “özgürlük” temelindeki ortaklığını işâret ederek yaptı. Rusya-Ukrayna savaşının teopolitikasını açımlayan Lavrov’un tespiti son derecede haklı görünüyor. Demokratik özgürlükçü Batı (NATO), özgürlükçü olmayan otarşik, otokratik Doğu’ya (Rusya) karşı, Ukrayna üzerinden bir Haçlı Savaşı başlattı. Bu Haçlı Savaşı, tıpkı1204’te Batı ve Doğu kiliseleri arasında; yâni Hristiyan dünya içinde yaşanmış olana benzer bir savaştı. Ortodoks Rusya odaktaydı. Ne var ki bu Haçlı Savaşı, 1204’ün aksine Batı tarafından kaybedildi. Dahası, esas düşman olan Çin ile Rusya arasında neredeyse stratejik bir ittifaka sebebiyet verdi.

Avrupa sağ popülizmi ile ABD’deki Cumhûriyetçilerin tematik dünyâları arasındaki ortak paydalara dikkât etmek gerekiyor. Dikkat çekici olan husus, her ikisinin de ABD-AB ile Avrasya (Rusya) arasında, Demokratların yıktığı köprüleri tâmir etmeye verdikleri önceliktir. İkinci husus, her ikisinin de katıksız Siyonist olmalarıdır. Doğrusu, farklı yoğunluklardaki İsrâil-Filistin, İsrâil-Lübnan ve İsrâil-İran savaşlarının çıkarılmasının, zamanlama itibârıyla ABD-AB-Avrasya ittifâkını merkeze koyan bir anti-Weimar koalisyonun tezgâhından geçtiğine inanmakta çok da fazla bir mâni yok.

Trump’ın zâfer kazanmasından en fazla mutlu olan kişilerin Orban, Putin ve Netanyahu’nun olduğunu söylemek mübalağa sayılmamalıdır. Elbette AB’nin müesses nizam parti ve elitlerinin karaların bağladığını tahmin etmek zor olmasa gerekir. Ama yetmez; kara kara düşünenlerin başında Çin Komünist Partisi ve Şi Cinping’in geldiğini düşünüyorum.

ABD-AB ve Avrasya ittifâkının kilit taşı ise Hindistan... Kehânet perdesinde olmadığına dikkat çekerek tahminlerimizi sıralayalım: Önümüzdeki zaman zarfında Çin yalnızlaştırılacak. Rusya yavaş yavaş Çin’e mesâfe alacak ve Hindistan kontenjanından yeniden Batı’ya eklemlenecek. BRICS’te ve ŞİT’te derin çatlaklar ortaya çıkacak.

Yeni bir Haçlı Seferine hazır olalım: ABD-AB-Avrasya-Hindistan merkezli bu savaşın İsrâil merkezli İslam düşmanı bir sefer olacağını düşünmek için çok alâmet var…