Ölümlere göz yumulmuş

Yeni Doğan Çetesi, AKP’nin övündüğü sağlık sisteminin aslında devleti soyma mekanizmalarından biri haline dönüştüğünü gösteriyor.

Şimdilik sadece İstanbul ve Yeni Doğan ayağı ortaya çıkmış olsa da, benzer sistemlerin Anadolu’da da kurulduğunu ve sadece yeni doğan bebeklerle sınırlı olmadığını tahmin etmek için alim olmaya gerek yok.

Bu işler AKP’nin “Yeni Türkiye’sinin” vakayı adiyesi yani sıradan hadiselerinden biri.

Yeni Türkiye’nin soygun düzeninin bir ayağının inşaat, diğer ayağının sağlık olduğu zaten bilinen bir sırdı.

Ama bilinmeyen, bu kadar ahlaksızca yapılmasıydı.

Gözlerinin bebekleri öldürecek kadar döndüğünü tahmin edemezdik.

Böylelikle Sağlık Bakanlığı’na hakim olan tarikat ve cemaatlerin de “dinci ama imansız” ve “dinli ama vicdansız” olduğunu da görmüş olduk.

Ancak iddianameyi okudukça, çok da garip bir durumla karşılaştığımı söylemem lazım.

CİMER’e ihbar 27 Mart’ta yapılıyor.

Bu durum İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne Mayıs başında intikal ettiriliyor.

Kolluk kuvvetleri aynı ay içinde konudan haberdar ediliyor.

Teknik takip başlıyor.

Teknik takibe takılan ilk ölüm 05.07.2023 tarihinde meydana geliyor, Rouda Kadan bebek ölüyor.

Ardından 12.07.2023 günü Melek Süleymanoğlu bebek sanıklar teknik takip altındayken hayatını kaybediyor.

14.08.2023 günü Muhammed Tokluoğlu bebek ölüyor. 14.10. 2023’te Mive Serdarova, 19.10.2023’te Havanur Karakoç, 16.11.2023’te Kaya, 23.11.2023’te Halime Alkari, 28.11.2023’te Ayaz Karaduman, 29.11.2023’te Öykü Helvacı ve 18.01.2024’te Michelle Nwando bebekler hayatını kaybediyor.

Tüm bu ölümler teknik takibe takılan ölümler.

Yani bir anlamda göz göre göre.

İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü de, teknik takibi yapan kolluk kuvvetleri de bu ölümleri izliyor.

Kayıt altına alınıyor, gözleniyor, biliniyor.

Ve harekete geçilmiyor.

Delil toplama adına ölümlere bir anlamda “göz yumuluyor”.

Sizce bu normal mi!

Devletin işi, her şeyden önce insanların canını korumak değil mi!

İl Sağlık Müdürlüğü ve Emniyet böyle davranarak bu bebeklerin ölmesine bir anlamda göz yummuş olmuyor mu!

İktidara yakışır, muhafazakar teoriler

Mevcut iktidarın yaptığı her işe, kendi fikirdaşları bile şüpheyle baktığı ve altında ille de bir çapanoğlu aradığı için, bu Yeni Doğan Çetesi ile ilgili olarak da türlü komplo teorileri ya da şüpheler üretiliyor.

Bunlar AKP çevrelerinde ve muhafazakar camiada da konuşuluyor.

Yani bizim gibi “münafık” gördükleri muhaliflerin fikirleri değil bunlar.

Şüpheleri sıralayalım:

1.     Bu operasyonların amacı AKP’ye yakın büyük hastane zincirlerini desteklemek. Bu yolla özellikle büyük kentlerin çeperlerindeki küçük hastaneler kapatılacak, bunlara karşı güvensizlik oluşturulacak. Böylelikle hastaların büyük hastane zincirlerine yönlendirilmesi sağlanacak. İnandırıcı mı? Söz konusu AKP zihniyeti ise inandırıcı.

2.     Bu yöntemle bu hastanelerin elindeki malzemeye ve teknik cihazlara el koyulacak ve bunlar daha sonra TMSF marifetiyle büyük hastane zincirlerine çok ucuza satılacak. Her hastanede en az 20-30 milyon dolarlık cihaz var. Bunları kendilerine yakın hastane zincirlerine peşkeş çekecekler. Başka alanlarda görmedik mi? Gördük.

3.     Sağlıkta çok daha büyük ve çok daha fazla soygun yapan çeteler var. Yeni Doğan Çetesi’ni ihbar ederek başlamalarının amacı toplumda hassasiyet yaratmak. Böyle ihbarlar her yerde oluyordu. Özellikle İstanbul’u hedef aldılar çünkü en fazla sağlık rantı orada. Mesele bu pazarı paylaşma kavgası. Saray’a yakın hastaneler İstanbul’daki küçüklerden rahatsızdı. Aklınıza yatıyor mu? Yatıyor.

4.     Çetenin en önemli ve kilit ayağı bir kamu kurumu olan 112 Acil’de olmasına rağmen niye hastaneler hedefte! Tam da yukarıda sayılan nedenlerden.

Sevgili okurlar, toplum, sistem, devlet mekanizmasını kullananlar ve kullandırtanlar o kadar çürümüş ki, bu teorileri iktidara yakın muhafazakar kesimler üretiyor.

Eh, neler yapmaya muktedir olduklarını bizden daha iyi onlar biliyor.

Biz sadece “Niye olmasın” diyebiliyoruz.

TTB en ağır ne ceza verebilir!

Birtakım paçavralar, Türk Tabipler Birliği’ni hedef alıyor.

TTB net bir açıklama yapmayarak ve konuya mesleki açından müdahil olmakta gecikerek hata yapıyor, bunu kabul etmemek mümkün değil.

Ama Türk Tabipler Birliği’nin bu konuda yapabileceği bir şey zaten yok.

Yasası gereği Türk Tabipler Birliği’nin bir doktora verebileceği en ağır ceza 6 ay meslekten men. Yani görevini kötüye kullanan, yolsuzluk yapan, her türlü pisliğe bulaşan en şerefsiz hekime bile verebilecekleri en ağır ceza 6 ay meslekten men.

Sonra?

Sonra kaldığı yerden devam.

Ha bir de aynı suçun üç kere tekrarı halinde “mıntıkadan çalışma menni” yani hekimlikten atamıyor ama aynı bölgede muayenehane açma ya da aynı bölgedeki bir hastanede çalışmasını engelleyebiliyor.

Mıntıka kavramı o kadar muğlak ki, kenti mi yoksa ilçeyi mi kapsıyor belli değil.

Mesela Avcılar Hastanesi’nde Yeni Doğan Çetesi’ne mensup olan bir doktor aynı suçu üç kez işlerse Avcılar’da çalışamıyor ama Şişli’de çalışabiliyor.

Böyle bir yasa ile TTB ne yapabilir Allah aşkına.

Talimat adaleti

Adalet Bakanı “Sayın Cumhurbaşkanı’nın talimatları ile bu soruşturmada sonuna kadar gideceğiz” dedi.

Lafa bakar mısınız!

Cumhurbaşkanı talimat vermese sonuna kadar gitmeyecekler.

Cumhurbaşkanı “Sonuna kadar gitmeyin” dese soruşturmayı kapatacaklar.

Böyle bir cümle kurabilir mi bir Türk adaletinin en tepesinde oturan adam.

Ama şaşırmıyoruz.

Yangını bile Cumhurbaşkanını talimatı ile söndüren bir ülke haline geldik.

Sanki Cumhurbaşkanı “Ellemeyin, seyrediyorum” dese yangınları söndürmeyeceklermiş gibi.

Hakikaten öldü şimdi ne olacak!

Bir dönem iktidarın en sadık ortağı olan sonrasında FETÖ’ye dönüşen örgütün “görünen” yüzü ve “zannedilen” lideri Fethulah Gülen sonunda “gerçekten” ölmüş.

Örgütte bir üzüntü olduğunu zannetmiyorum daha çok miras kavgasına odaklanmışlardır.  

Ki zaten bu kavga bir süredir sürüyordu.

Şimdi hız kazanır.

Ne mi olur!

Örgütün bir kısmı AKP iktidarı ile zaten sürdürdüğü barış görüşmelerini tamamlar.

AKP’ye yeniden yamanır.

Bunun emareleri zaten birkaç yıldır görünüyordu. Örgütün bir kısmı yeniden Türkiye’de harekete geçmiş, organize olmaya başlamıştı.

Şimdi tekrar büyük bir süratle her yere sızmaya başlarlar. Uyuyan hücreler hızla canlandırılır.

Bir kısmı yurt dışındaki varlıkların kontrolünü ele geçirmek için amansız bir kavgaya tutuşurlar.

Örgüt içindeki kavga nedeniyle AKP’ye yamanmayı başaramayanlar muhalefet partilerine yönelirler. Birbirlerini deşifre etmeye başlarlar.

Bunların yokluğunda kamuda önemli pozisyonları ele geçiren cemaatlerle yeni kavgalar başlar.

Cemaat okullarında okumuş ve şu an AKP’de FETÖ’cü değilmiş gibi bulunanlar, yeniden bağlılık göstermeye başlarlar.

Kollara ayrılarak zayıflayan FETÖ’cüler arasında kimin öne çıkacağına ve kimin güç kazanacağına iktidar karar verir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin köküne kibrit suyu sıkmaya el birliği ile devam ederler.  

Cumhurbaşkanı yalan mı söylüyor Fahrettin Bey!

Türkiye’nin dezenformasyon üretimi konusunda en eksper kuruluşu olan Dezenformasyonla Mücadele Merkezi bir kez daha muhalefeti yalanlayarak “Almanya’dan Türkiye’ye göçmen yollanmasına yönelik bir anlaşma imzalandığı yalandır” dedi.

İnandınız mı!

Ben inanmadım.

Alman basını cayır cayır yazıyor “Kaçak göçmenleri Türkiye’ye yollamaya başladık” diye.

Onlara mı inanacağız iktidarın “Altun” çocuğuna mı!

Zaten Reisi Cumhur Hazretleri de bizatihi kendi söylemedi mi “Suriyelilere de, Lübnanlılara da kapımız açık” diye.

Koskoca Cumhurbaşkanı, Reisi Cumhur yalan mı söylüyor!

Bundan ala anlaşma mı olur!

Haa, imzalanmış bir anlaşma olmayabilir.

Bu konuda DMM doğru söylüyor olabilir.

Ama zaten ciddi yönetilen devletler ile anlaşma imzalanır.

Gayrı ciddi devletlerde ise liderin sözü yeter.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Devlet adamları devleti küçük düşürecek laflar etmediği zaman.