İkinci dünya savaşının ardından ilk gerilim noktası müttefik kuvvetler tarafından ele geçirilen ve sonra da Sovyet, İngiliz, Fransız, Amerikan sektörleri arasında dört parçaya bölünen Berlin’de uç verdi. Soğuk Savaş’ın ilk yıllarda karşılık güç gösterisinin ilk sahnesi bölünmüş Berlin’de kuruldu.
İnsanoğlunun ilk zamandan beri belki de en iyi bildiği düşmanını aç bırakıp teslim olmaya zorlamak oldu.
Sovyetler de 1948’in Haziran’ından itibaren yaklaşık 2 milyonluk nüfusu olan Batı Berlin’e karadan tüm ikmal yollarını kapattı.
İlk başta ABD sonra Batı ittifakı “Berlin düşerse, Almanya düşer; Almanya düşerse, Avrupa düşer” mantığı ile örneği görülmemiş bir havadan destek süreci başlattı.
Batı Berlin’dekilerin ihtiyacı için günlük binlerce tonluk bir ikmal hattı kuruldu. Sovyetlerin ablukanın anlamsızlığını anlayıp trenlerin karadan girmesine izin verdiğinde yaklaşık bir yıl içerisinde Berlin’e 278.000 uçuş gerçekleştirilmişti.
Kömür de dahil olmak üzere Batı Berlin’in ayakta kalması için tam 2,3 milyon tonluk malzeme daracık bir hava koridorundan ulaştırıldı.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. 2017’de Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır, Yemen ve Kuveyt ambargo diye başlayıp abluka dönen bir politika ile Katar’ı dize getirmeye çalıştı.
Daracık bir kara bağlantısı ile sadece Suudi Arabistan’a ulaşabilen, çevresindeki diğer ülkelerin hava sahalarını kapattığı Katar’ın bu baskıya direnmesi zordu. İki büyük bölgesel güç İran ve Türkiye ambargo başlar başlamaz Katar’a desteğini ilan etti.
O gün cep telefonlarındaki uçak takip programlarını kullananlar arka arkaya dizilen Türk Hava Yolları uçaklarının kargolarını nasıl doldurup Doha’ya yola çıktığını hatırlayacaktır. Türk Hava Kuvvetlerine bağlı kargo uçaklarının dışında deniz yolu ve İran’dan açılan Ro-Ro hattı ile tırlarla binlerce ton malzeme ulaştırıldı Katar’a. Sonuç, abluka anlamsız kaldı ve sona erdi.
Şimdi Gazze’de milyonlarca insana herkesin gözü önünde yine bir abluka uygulanıyor. Filistinliler, ya açlıktan ölünceye kadar orada kalmalarını ya da ölmemek için Mısır’a gitmelerini sağlamak isteyen insanlık dışı bir devlet terörü ile karşı karşıya.
Ürdün, İsrail’in Gazze katliamının başladığı 7 Ekim’den bu yana 16 kez havadan yardım indirme operasyonu gerçekleştirdi. İki gün önceki operasyonda biri Fransız hava kuvvetlerine ait dört C-130 uçağı ile tüketime hazır gıda ve acil ihtiyaç malzemeleri gönderildi. Yardımlara ulaşmak isteyen Filistinlilere İsrail’in nasıl ateş açtığını da birlikte izledik.
Gelecek Partisi Bursa Milletvekili Kani Torun, Gazze’ye havadan ve denizden yardım yapılması için Saadet-Gelecek grubu olarak verdikleri genel görüşme önerisi için meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada uluslararası bir girişimle benzer bir süreci Türkiye’nin de başlatmasını istedi.
Gazze’ye hemen bir yardım başlatılmasını değil, bir yardım yapılmasını sadece görüşme yapılsın önerisi “Kudüs düşerse İstanbul düşer” diyen iktidarın milletvekillerinin oyları ile reddedildi. Torun’un “Ellerimizi siyasi değil insani saiklerle kaldıralım. İsrail’i doyurduğumuz artık yeter, bir halkın açlıktan yok oluşuna mâni olalım.” sözleri de havada kaldı. İktidar vekilleri siyasi saiklerle el kaldırmayı tercih ettiler.
Mevcut şartlarda Gazze’ye havadan ya da denizden bir ikmal hattının açılmasının kolay olmadığı görmek için reelpolitik uzmanı olmaya gerek yok. İsrail’in ne kadar gözü kara, hukuksuz ve gaddar olduğunu bilmek için uluslararası haber sitelerinde manşetlere bakmak yeter.
Üstelik Türkiye’nin Mavi Marmara gibi kolay kolay hafızalardan çıkmayacak acı bir tecrübesi de ortada duruyor. Gazze için insani yardım ne kadar doğal, sahici ve kaçınılmaz ise İsrail’in kural tanımazlığı da o kadar gerçek.
Peki bu Türkiye’nin Norveç kadar sahada aktif olamamasını da açıklıyor mu? Ya da Güney Afrika kadar ses yükseltememesinin sebebi nedir? Malezya İsrail’e limanları kapattı. Ülkenin başbakanı Enver İbrahim bu hareketlerini “Bu yaptırım, İsrail’in Filistin halkına karşı devam eden katliam ve zulmünün, temel insani ilkeleri hiçe sayan ve uluslararası hukuku ihlal eden eylemlerine yanıttır.” sözleriyle açıkladı.
Ya Türkiye’deki limanlar? Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, Kemal Öztürk’e, 7 Ekim’den 31’e Aralık’a kadar Türkiye’den İsrail’e 701 geminin gittiğini söyledi.
Bazı Türk yetkililer kapalı kapılar ardında Gazze’ye havadan yardım götüren Ürdün’ün şov yaptığını belirtiyor. Kaldı ki sınırları içindeki Filistinli nüfusu teskin etmek için de Ürdün böyle bir “şov” yapıyor olabilir.
Bunların hiçbiri 28 Şubat’ta İstanbul’da “Ufkumuzun uzandığı her yerde kalplerini ve gözlerini bize çevirmiş kardeşlerimizin dertleriyle dertlendiğimiz gibi Gazze için de kıyamdayız.” diyen Erdoğan’ın süreci idare ediş tarzını açıklamaya yetmiyor.
Dış politika gerçekçi olmak zorundadır. Erdoğan’ın Antalya Diplomasi Forumu’nda dediği gibi romantik adımların pek yeri yoktur dış politikada.
O zaman “Netanyahu hükümeti katliam politikalarını dün olduğu gibi pervasızca sürdürebiliyor. Batılı güçler ise ‘tazıya tut, tavşana kaç’ iki yüzlü politikalarıyla dökülen kana ortak oluyor. Sözler eylemle desteklenmedikçe ne Filistin’deki zulmü durdurmak ne de uluslararası hukuka güveni sağlar.” diyip eyleme geçmemeyi de izah etmek gerek.
Konuşma metinlerinde de “Türkiye kimsesizlerin kimsesi, dünyanın vicdanıdır. … Biz bu çocukların öldürülmesine asla müsaade edemeyiz, çünkü biz insanlıktan nasibimizi aldık” gibi romantik ifadeleri çıkarmakta fayda var.
Nihayetinde diplomasi tutarlılık da demek.