3. Madde mugalatası

Belli ki, AKP yavaş yavaş Anayasa’nın ilk dört maddesine de dokunmak için kapı aralamaya çalışıyor.

TBMM Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’un “3. Madde değişmelidir” cümlesinin başka anlamı yok.

Has Parti Genel Başkanı iken Erdoğan’a en ağır eleştirileri yapan Kurtulmuş’un bugün bu sözleri parti liderliğinin haberi olmaksızın etmiş olması mümkün değil.

Ancak yaptığı tam bir mugalata.

Kurtulmuş “Anayasa’da yer alan ‘Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür’ tabiri bu perspektiften bakıldığında değiştirilmelidir. Çünkü devletin ülkesi olmaz, devletin milleti olmaz. Bu metnin, ‘milletin gücü üzerine yükselen devlet anlayışı’ ile yeniden ele alınmasının önemli olduğunu düşünüyorum.” diyor ve alternatif olarak “Türkiye, milleti, ülkesi ve devleti ile bölünmez bir bütündür”ü öneriyor.

Bana göre bu yaklaşım ya bir önyargının ya da bir suiniyetin ürünü.

Çünkü ben ve iyi niyetli herkes Kurtulmuş’un “hatalı” bulduğu metni şöyle okuyoruz.

“Türkiye, devleti, ülkesi, milleti ile bölünmez bir bütündür.”

Ve zaten metin de böyle yazılmış.

Ancak Kurtulmuş metni şöyle okuyor:

“Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür.”

Bizim okuduğumuz şeklinde millet, devlet ve ülke kelimelerinin yerini istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz. Anlam aynı.

“Türkiye, milleti, devleti, ülkesi ile bölünmez bir bütündür” de diyebilirsiniz, “Türkiye ülkesi, devleti, milleti ile bölünmez bir bütündür” diyebilirsiniz.  

Hepsi aynı kapıya çıkar, orada önemli olan kelime “bölünmez” olmasıdır. Vurgu “bölünmez bütünlük” tamlamasınadır.

O yüzden de o maddede Devlet’in D’sini küçük harf yaparsınız olur biter.

Çünkü asıl mesele “bölünmez” olmasıdır, “bütün” olmasıdır.

Bu yüzden de o maddeleri fazla kurcalamamak gerekir.

Elinizi bir kere içine sokmaya kalkıştığınız zaman içerde neyi tutacağınızı, elinizde ne kalacağını bilemezsiniz.

Tehlikeli Ahmet Bey

Prof. Ahmet Davutoğlu, sağ olsun, konuştukça beni güldürüyor.

Bu kez de bir röportajında “Amerikalılar bana Ortadoğu’nun en tehlikeli adamı derler” buyurmuş.

Güldüm.

Ahmet Davutoğlu’nun kendinden memnuniyeti o kadar haf safhadadır ki, bunu söylerken aldığı keyfi ya da kendisine böyle bir tanım yapılmasından duyduğu memnuniyeti tahmin edebiliyorum.

Davutoğlu’nun bu cümlesini duyunca aklıma “Adın ne mülayim, sert olsan ne yazar” cümlesi geldi niyeyse.

Ve tabii yıllar önce ABD’li, herkesin bildiği eski bir siyasetçi ile yaptığımız sohbet.

Bir davette karşılaşıp sohbet ettiğimiz bu eski kadın siyasetçi ile konu o sırada Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu’na gelmişti.

“Mister Davutoğlu ile zaman zaman karşılaşıp konuşuyoruz. Kendisi çok bilgili, çok entelektüel biri ve buna saygı duyuyoruz ama bu konuşmalar bizim açımızdan çok zorlayıcı oluyor. Çünkü Ahmet Bey konuşmayı çok seviyor ve konuları çok geriden ele alıp sanki öğretmenmişçesine ve karşısında sanki hiçbir şey bilmeyen biri varmış gibi anlatmaya başlıyor. Her seferinde kendimi Georgetown’da Ortadoğu tarihi dersine girmiş gibi hissediyorum. Türkiye’de sizlere karşı da böyle mi, yoksa bizi mi cahil buluyor? Kendisini görünce yakalanmamak için kaçmak zorunda kalıyorum ve galiba ayıp ediyorum” demişti, benim gülmeye başlamam üzerine “Hillary de böyle düşünüyor” diyerek bir kahkaha patlatmıştı.

Ahmet Davutoğlu’nun sözlerini okuyunca aklıma bu geldi.

Acaba bu yüzden mi kendisini tehlikeli buluyorlardı diye düşünmedim değil.

Kimler gider

Erdoğan sinyali verince hangi bakan gider, hangi bakan kalır tahminleri başladı.

Üzerinde en çok ittifak edilen bakan Tarım ve Orman Bakanı.

Bakan İbrahim Yumaklı’nın kabine toplantısında, Erdoğan tarafından açıkça ve hayli sertçe eleştirilmiş olması bu beklentinin ana nedeni. Bakan Yumaklı’nın aslında tarım ile hiçbir ilgisinin olmaması, tarıma en çok yaklaştığı görevin siyaseten atandığı Gübretaş yöneticiliği olması da beklentiyi arttırıyor. Ki zaten bu görev için Cumhurbaşkanı’nın aklında başka bir isim olduğu ve Yumaklı’yı çok yakınından gelen bir tavsiye üzerine atadığı ve bundan pişmanlık duyduğu da Ankara’nın veya AKP’nin bilinen sırlarından.  

Değişmesi muhtemel bir diğer Bakan ise Ulaştırma Bakanı Uraloğlu. 

Uraloğlu’nun çok da becerikli bulunmadığı ama görevden alınmasındaki asıl etkenin Bakanlık bürokrasisi içinde ciddi yolsuzluk iddialarının ayyuka çıkması ve bunun çok yukarılara kadar rapor edildiği iddiaları. Hatta bazı konuşmaların kayıtlarının da elden ele dolaştığı ve Beştepe’den de duyulduğu.

Milli Eğitim Bakanı’nın da çok beğenilmediği ancak muhalifler tarafından çok eleştirildiği için şimdilerde görevden alınmasının pek olası görülmediği de söyleniyor.

Sanayi Bakanı Kacır’ın da değişmesi muhtemel bakanlar arasında olduğunu söyleyen AKP’li sayısı hiç az değil.

Tabii ben böyle yazarak bu bakanların görevde kalmalarını sağlamış da olabilirim.

Batıya açılan pencereymiş!

“Kemerburgaz’a taşınacağız” dedi.

Taşınamadı.

“Mecidiyeköy’ü bitirip teslim edeceğiz” dedi.

Bitiremedi, teslim edemedi.

“Seçimden önce Bankalar Birliği borcunu kapatacağız” dedi.

Kapatmadı.

“Florya’da işlem tamam. Müteahhiti bulduk, 70 milyon dolar avans verecek” dedi; bulduk dediği müteahhit “Benim bu işle alakam yok” diye açıklama yaptı.

Ama genel kurulda ibra edildi.

Niye?

İki nedeni var.

Biri mektepli olması.

Diğeri ise topun üç direğin altındaki çizgiyi geçmiş olması.

Türkiye’de spor kulübü budur.

Batıya açılan pencere olduğunuza inansanız da, çok farklı olduğunuzu düşünseniz de, elitist geçinseniz de mesele budur.

Söylediklerinin hepsini başarıyla yapsa ama top çizgiyi geçmese idi, hatta son Fenerbahçe maçında yenilse idi yerden yere vurulurdu.

Yok aslında birbirinizden farkınız.

Sadece renkleriniz farkı.

Aynı şeyin laciverti değil, kırmızısınız.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Zamanında bırakabildiğimiz zaman.