CHP lideri Özgür Özel, Mudanya Belediyesi’nin düzenlediği ‘kamusal’ nitelikli bir törende, “CHP marşı”nın çalınmasını eleştirdi.
Tören, belediye tarafından Mudanya Mütarekesi’nin yıldönümü vesileyle düzenlenmişti. Mondros’u yırtan, Lozan’ın da temellerini atan Mudanya Mütarekesi, elbette bir partinin değildir, milli tarihimizin bir eseridir.
Lozan’da iki temel tez çarpışmıştı: Lord Curzon’a göre Mondros, İsmet Paşa’ya göre Mudanya esas alınarak barışın esasları müzakere edilecekti. İkincisi oldu tabii.
Böyle bir milli hadise için düzenlenen törende, “Cumhuriyet Halk Partisi baba ocağı” diye başlayan marş ya da şarkı elbette yakışıksızdı. Özel’in sözleri şöyle:
“Burası bir kamusal alan, burası bir belediyenin etkinliği. Devlet- parti ayrımı kalmadı. Ülkenin cumhurbaşkanı, bir başka partinin genel başkanı ve maalesef bu iç içe geçmişlik, zaman zaman bize de bu hataları yaptırtıyor. Tüm siyasi partilerin davetli olduğu alanlarda, bu işlere çok dikkat edeceğiz…”
Aynı şekilde, Malazgirt törenlerinde de iktidar propagandası yapılmamalı, değil mi?
FETHİ BEY ÖRNEĞİ
Özel’in bu tavrı Cumhuriyet tarihimizi yeniden düşünmek açısından olduğu gibi, CB sisteminde parti ve devlet kurumlarının iç içe geçmesini de gözden geçirmek için de bir vesiledir.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki anlayışa dair bir örnek… Başvekil liberal Fethi (Okyar) Bey, 27 Kasım 1924 günü Meclis’te hükümet programını okuyor. Meclis’in tamamı CHP’lidir, henüz Terakkiperver muhalefeti oluşmamıştır. Konya Mebusu Refik (Koraltan) oturduğu yerden Başvekil Fethi Bey’e seslenir:
“Kahraman ordumuz seninle beraberdir!”
Fethi Bey kendisine verilen güven oyuna teşekkür ederek Refik Bey’e şu cevabı verir:
“Yalnız konuşmalarındaki bir kelimeyi tashih etmek isterim… Ordu, milletin ordusu, vatanın kahraman ve yüksek muhafızıdır. Bu vazifeyi daima ifa edecektir. Zaten parti içinde, Meclis içinde değişiklikler geçiren hükümet heyetinin şu veya bu üyesi ile beraber olacağını söylemek ordunun vazifesi haricinde olan bir şeyi orduya yüklemektir. Refik Beyefendi de bunu zühul olarak söylemişlerdir. Herhalde tashih olunması lâzımdır.” (Zabıt Ceridesi, Devre 2, cilt 10, s. 401)
Söz alan Refik Bey ifadesini düzeltir.
PARTİ DEVLETİ
Zaten Milli Mücadele parti teşkilatıyla yürütülmedi. Hatta Sivas Kongresi’nde, Kongre’nin “her türlü particilik ve şahsi ihtiraslardan münezzeh olduğu” belirtilmiş ve yemin edilmişti.
Halk Fırkası zaferden sonra kuruldu. Meclis’in tek partili olması ve 1930’da Serbest Fırka’nın gördüğü büyük halk desteği, Halk Fırkası’nı devletle bütünleşmeye yöneltti.
Keşke devlete yapışmak yerine halka gitmenin yolları aransaydı… Her neyse, 1935 ve 1937’de “parti devleti” ilkesi kabul edildi. Parti ve kamu iç içe geçti. Fakat bunun olumsuz sonuçlarını gören İsmet Paşa Mayıs 1939 kurultayında tüzükteki bu maddeleri kaldırdı. 6 Ok’un anayasadan çıkarılmasına da taraftardı fakat İsmet Paşa’dan daha sıkı 6 Ok’çu Celal Bayar bunu engelledi.
6 Ok ancak 1962 Anayasası’nda kaldırıldı.
Tarihe siz-biz kavgası gözüyle değil, laboratuvar deneylerine bakar gibi baktığımızda görülür ki, iktidar partisiyle kamu kurumlarının iç içe geçmesi yanlıştır.
CB SİSTEMİNDE
Modern demokrasilerde kamu kurumlarının görev yetkileri, liyakate dayalı atama usulleri kanunla düzenlenir ve bağımsız yargı denetimine tabidir.
Ama bizde 3 Sayılı CB Kararnamesiyle Cumhurbaşkanına kamu görevlisini istediği an görevden alma yetkisi verildi. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı böyle kaldırıldığı gibi “bizden” atamaların önü tamamen açıldı. “Mülakatlar” kamu-parti iç içeliğinin diğer bir mekanizmasıdır.
Partili cumhurbaşkanını alkışlayan generaller, parti liderinin elini öpen emniyet amirleri bu devirde görüldü.
Öyle ki, “yandaş atamalarla kamu görevlerinin kalite kaybettiği” ve “kamu görevlisi ile parti görevlisi arasındaki farkın belirsizleştiği” artık uluslararası raporlara geçti. (Alman SWP Vakfı, 2019, s.19)
Moody’s ve Fitchs’in de bu yönde raporları var.
Kamu idaresinde verimsizlik, kamu politikalarının şahsileşmesi ve yatırım gelmemesi gibi sorunlarımızda bunun büyük rolü var. Parti-devlet iç içeliğinin sorunlarını bir kere daha yaşıyoruz.
Sözün özü, sağlam kamu kurumlarına sahip “hukuk devleti” olabilmek, başka yol yok.