MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, DEM Parti Eş Genel başkanlarıyla tokalaşmasına destek veren AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, Türk hukuk tarihine geçmesi lazım gelen bir şey söyledi.
Not edelim ve unutmayalım diye bir kez daha hatırlatacağım:
“AİHM kararlarının uygulanmasının yerine gelmesi siyasi iklimin nereye evrileceğine bağlıdır. Doğru yöne doğru evrilirse göreceğiz.”
T.C. Anayasası’nın 90. maddesi şöyle:
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz.”
Buna göre TBMM tarafından usulüne uygun olarak onaylanıp yürürlüğe konulmuş bulunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kanun hükmündedir. Anayasa’nın üstünde değildir ancak Anayasa’ya aykırılığı iddia edilemez.
Kanun hükmünde olan bu sözleşmenin 46. maddesine göre AİHM kararları, sözleşmeye taraf tüm ülkeler açısından bağlayıcıdır:
“Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme'nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt eder.”
Türkiye de sözleşmeyi onayladığı için bu kararlara uymayı taahhüt etti ve bugüne kadar bu konuda bir sorun yaşanmamıştı.
Ta ki Erdoğan, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala gibi sevmediği kişileri şahsen cezalandırmak isteyene kadar!
Bu nedenle sözleşmeyi ihlal ettiği için de Avrupa Konseyi’nin yaptırımları ile karşılaşabilir.
Aynı duruma bir de 12 Eylül darbesinden sonra düşmüştük; Erdoğan bundan gurur duyabiliyor mu, merak ediyorum.
Ve şimdi bir AKP milletvekili çıkıyor AİHM kararlarına uymanın “siyasi iklimle ilgili olduğunu” söylüyor.
Bunun bir tek anlamı var: Destek olun, Anayasa’yı değiştirelim sonra da AİHM kararlarını uygulayıp Demirtaş’ı ve arkadaşlarını serbest bırakalım.
Bir tür “esir takası” öneriyor yani.
Bu sözlerin Devlet Bahçeli’nin tavır değişikliğinin hemen ardından gelmesi ilginç.
Gerçi Bahçeli, bu tavrının “yeni Anayasa için cephe genişletmek” gibi değerlendirilmesine sinirlendi.
Ancak şu sözlerinin altını çizelim derim:
“Sıfırlanmış terör ve bölücülük melanetinden sonra, aşımızı beraber taşıralım, işimizi birlikte artıralım, huzur ve güvenliğimizi el ele çoğaltalım, nitekim dünya genelinde Türkiye Cumhuriyeti’nin yeryüzü cenneti olmasını sağlayalım.”
Bahçeli bunu ilk kez söylüyor: Terör ve bölücülük sıfırlandı!
Bu durumda Türkiye’yi yeryüzü cennetine çevirmek için yeni bir Anayasa üzerinde iş birliğinin de önünde bir engel kalmıyor.
MHP için bir engel yoksa ve bu iş birliği için “bazı şeyler” yapılacaksa AKP açısından da zaten sorun yok demektir, çünkü hatırlarsanız bundan önceki “Kürt açılımının” sona ermesinin nedeni, AKP’den MHP’ye “açılım” nedeniyle oy kaymasıydı.
AKP Diyarbakır Milletvekili Suna Kepolu Ataman, Bahçeli ile DEM Eş başkanlarının tokalaşması sonrası Ankara’da ılımlı bir hava olduğunu söyledi.
“Normalleşmenin ikinci adımı Anayasa olacak” dedi ve ekledi:
“Sivil Anayasa’da Kürtlerin, Türklerin, Lazların bütün toplumun sorunları ele alınacak ve çözüme kavuşacak. Dört gözle hepimiz bu süreci bekliyoruz. Beklentimiz Türkiye’de kucaklayıcı bir Anayasa’nın çıkmasıdır.”
DEM Parti’nin de bu fikre uzak olmadığını biliyoruz.
DEMP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Bursa’da STK temsilcileriyle yaptığı toplantıda şunu söylemişti:
“Kimse eski Anayasa’nın kalmasını istemiyor. Sivil bir Anayasa yapalım, çünkü bu Anayasa hâlâ 12 Eylül’ün izlerini taşıyor.”
Böylece geriye üç nal ile bir at bulmak kalmış gibi görünüyor.
Nalları bulmak nispeten kolay da “yeni Anayasa” denildiğinde AKP – MHP – DEMP aynı şeyi mi anlıyor?
Aynı şeyi anlamadıklarına kuşkum yok.
Ancak ne yapıp edip, bir kez daha seçime girme hakkı kazanmak peşinde olan Erdoğan, ortağı MHP’yi de ikna edip, DEMP’i yanına çekecek hamleler yapacaktır, buna eminim.
“Kürt açılımı” günlerindeki yazılarımda Erdoğan’ın bu konuda samimi olmadığını, bunu sadece Kürt oylarını çekebilmek için yaptığını yazdığımda “oyun bozanlıkla” suçlayanlar olmuştu.
O vakit haklı çıktım: Erdoğan, açılımın oy kazandırmadığını, oy kaybettirdiğini gördüğü gün her şeyi kaldırıp bir kenara attı.
O günden bugüne bu konuda ne kadar şahinleştiğini de unutmayalım.
Bakalım, memleketimizin Kürt siyasi hareketi aynı suyla ikinci kez yıkanmaya ne kadar istekli?