Geçtiğimiz Çarşamba günü -2 Ekim 2024- Yahudilerin yılbaşısıydı. İlk insanlar Adem ile Havva’nın 5785 yıl önce yaratıldığına inanıyor Yahudiler ve yeni yılın ilk gününü ‘Rosh Hashanah’ adıyla bayram olarak kutluyorlar.
Rosh Hashanah’nın ilk iki günü içerisinde Yahudilerin hiçbir iş yapmamaları gerekiyor. Dar çevreleri dışıyla ilgilenmeleri, sözgelimi televizyon izlemeleri, cep telefonlarından sosyal medyaya göz atmaları bile yasak… Bu sebeple üç gündür Haaretz ve Jerusalem Post gazetelerini, yayımlanmadıkları için, okuyamadım.
Dindar olanları Perşembe ve Cuma günleri -hatta Şabat olduğu için Cumartesi de- kendilerinden beklendiği gibi davranmıştır.
Aynı günlerde, Netanyahu ve savaş kabinesi üyelerinin emir ve talimatlarıyla, İsrail ordusu, dini gerekliliğe taban tabana zıt davrandı; Gazze’de, Yemen’de ve Lübnan’da binlerce insanın daha canına kıydı.
Bu ayrıntıyı vermemin sebebi, Netanyahu ve etrafındakilerin dini kitaplarında ne yazıyorsa harfiyen uyguladıkları yanlış varsayımı…
Yahudilerin dindarlarının önemli bir bölümü savaş konusunda Netanyahu’yu şiddetle eleştiriyor, askere alınmaya karşı çıkıyor.
Sözün özü şu: Netanyahu’nun bir yıldır sürdürdüğü savaş dini bir savaş değil; o ve Batılı destekçileri, uygar dünyaya yarım asır göz açtırmayan ‘Soğuk Savaş’ mantığını tersinden günümüze taşıyorlar.
‘Soğuk Savaş’ yıllarında, savaşın tarafı olanlar, bildiğimiz anlamda savaşmadılar; tam tersine ‘Soğuk Savaş’ iki ideolojik cephe arasında savaş çıkmasını önlemeyi amaçlayan bir denge üzerine oturuyordu.
İki taraf da - NATO cephesi ile Varşova Paktı- dişlerine kadar silahlandı ve diğerini yok edecek güce kavuştu ama, ellerindeki nükleer gücü diğeri üzerinde kullanmaktan sonuna kadar kaçındı.
Bu sayede erişilen ‘pat durumu’na ‘dehşet dengesi’ deniliyordu.
O denge sayesinde, çatışmaya ilk kimin teşebbüs edeceği değil, hangi tarafın diğerinden önce ‘hoh’ diyeceği merak ediliyordu.
İlk ‘hoh’ diyen Sovyetler Birliği oldu.
Sovyet lideri Mikhail Gorbaçov, ABD başkanı Ronald Reagan ile bir araya gelerek çeşitli anlaşmalara imza attı ve rekabet öyle ortadan kalktı.
Günümüzde olan ‘Soğuk Savaş’ mantığının tersi olduğu gibi, bir yönüyle ona benzese bile Haçlı Seferleri’nin mantığını da ileriye taşıyor.
Haçlı Seferleri, Müslümanların elindeki kutsal toprakları onlardan almak için yapılmış savaşlardı. Bir ideolojisi vardı: Din… Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasındaydı savaşlar…
Şimdi de cephenin bir tarafında Müslümanlar var ama saldıranlar tek bir dini temsil etmiyorlar.
Museviler, burada Yahudiler yerine böyle demek daha doğru- bir tarafta, fakat bu defa yanlarında farklı bir dine -Hıristiyanlığa- sahip insanlar da var.
Aslına bakılırsa, bu görüntü de tam doğru değil; çünkü Netanyahu da, onu destekleyen liderler de dindar sayılmayacak kişilikler…
Onları birlikte olmaya sevk eden, ‘düşman’ konusunda ortaklık…
Bu gerçeğin fark edilmemesi için, saldırdıkları cephenin özelliklerini dar kapsamlı tanımlama yoluna gitmekteler.
Düşmanların adları var: Hamas, Hizbullah ve Husiler…
Her biri ayrı özellikler taşımalarına rağmen, bu üçünü düşman bilenlere Müslüman dünyasından da katılım veya hiç değilse nötr kalmalarını sağlamanın peşindeler…
Nitekim öyle de oldu.
İsrail’e en yakın ülkeler İran’dan fırlatılan füzelerin hedeflerine varmaması için çaba gösterdiler.
Sorulduğu zaman da, ya “Tarafsızız” diyorlar, ya da “Biz kendi işimizle meşgulüz”…
‘3 H’ -Hizbullah, Husiler, Hamas- ile ilişkileri sebebiyle, İran, onlarla aynı cephede.…
Hiç anlamadığım bir sebeple Türkiye de - Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan- kendisini İsrail’in potansiyel hedefi sayıyor.
Yürüttüğü savaşın anlamını doğru tespit edip akan kanı durduracak, savaşın doğrudan hedefi Filistinlileri katliamdan kurtaracak ve bölgeye kalıcı barış getirecek girişimde bulunan yok.
Peter Sellers’in başrolünde oynadığı Dr. Strangelove (1964) kült filmi, ‘Soğuk Savaş’ dönemini alaya alır. Filmin en komik sahnelerinden biri hala gözümün önünde. Filmin kahramanlarından birinin şu sözü: “Beyler, burada tartışamazsınız, burası savaş odası…”
Savaş esnasında savaşanların savaşı kazanmaktan başka bir düşüncesi olmaz; oysa her savaşta, bir taraf yenilse bile yenen tarafın kayıpları da büyük olur.
‘Rosh Hashanah’ı takmayan Netanyahu’yu kan tutmuş görünüyor.