Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM açılış konuşmasında “İsrail saldırganlığı Türkiye’yi de içine almaktadır” dedi.
İsrail’in bölge ülkelerini “kendi ateşine çekmek için” her türlü provokasyonu denediğini söyleyen Cumhurbaşkanı, “Vadedilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır” dedi.
Cumhurbaşkanı’nın iddiasına göre “şu anda bütün hesap bunun üzerine” imiş!
Cumhurbaşkanı bunu ilk kez söylemiyor.
Bu konuda yalnız da değil. TBMM Başkanı’ndan tutun da yandaş televizyonlardaki konuşan kafalara kadar bu iddia kolayca seslendiriliyor.
Cumhurbaşkanı’na bu akılları fikirleri kim veriyor bilmiyorum ama sadece bölge haritasına bakması bile bu söylediği sözlerden kuşku duyması için yeterli olmalıydı.
Nasıl ki biz ordumuzu toplayıp, oralara gidip Gazze’yi kurtaramayacaksak, İsrail de ordusunu toplayıp, buralara kadar gelmez, gelemez.
İsrail yönetiminin ne yapmak istediği çok açık: Bölgede kendisine karşı olan silahlı güçleri ezmek!
Gazze’den sonra hedefin Lübnan’da Hizbullah olmasının nedeni bu.
Hizbullah’tan sonraki hedefi de olsa olsa Yemen’deki Husiler ve Irak ile Suriye’deki İran varlığı olur.
Türkiye’ye saldırarak elde edebileceği bir şey yok.
Tam tersine cepheyi böylesine genişletmesi, askeri kapasitesinin çok üzerinde bir hedefe yönelmesi anlamına gelir.
Cumhurbaşkanı’nın ve ciddiye alınacak kurmaylarının bunu bilmiyor olmaları elbette mümkün değil.
Ama durduk yerde niye böyle söylüyor, anlamak mümkün.
Savaş davulları çalarsa, memleketin asıl dertlerinin unutulabileceğini zannediyor.
Çünkü Erdoğan yönetiminin dış politikası, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarının gözetilmesi temelinde değil, iç politikada yarattığı gerilime destek olması ekseninde yürütülüyor.
Dış politikası, iç politikanın alt başlığı gibi.
Duruma ve zemine göre bazen ABD’yi, bazen Rusya’yı, Almanya’yı, AB’yi, Mısır’ı, Suriye’yi hedef alır; şimdi İsrail var.
Bu politika, Erdoğan yönetimine, beceriksizliklerini örtmek için ihtiyaç duyduğu illüzyonu sağlıyor: Üst akıl, dış güçler vs. ile savaşan; Golyat’ı bir sapanla yere deviren Davut!
Kaybettiği toplumsal zemini geri kazanmak için milletin dikkatini şimdi İsrail tehdidine çekmeye çalışıyor.
Bu uğurda küçük bir gösteri savaşı bile ayarlamak da isteyebilirdi ama Türkiye ekonomisinin bugünkü durumu böyle bir macerayı kaldıracak durumda değil.
“Öcü” masalları anlatmak daha kolay.
* * *
Güneri Bey’e veda
Gazetecilerin görüşmek durumunda oldukları iş adamlarına, politikacılara yemek ve içki ısmarlayabilecek düzeyde kazanmalarının bağımsızlık için önemli olduğunu söylerdi. Bunun gereklerini de Güneş gazetesini yayınlarken yerine getirdi, o dönemde Babıali’de estirdiği rüzgâr hepimizin standartlarının yükselmesine yol açtı
Güneri Civaoğlu
Dün kaybettiğimiz Güneri Civaoğlu ile tanıştığımda çok gençtim.
12 Eylül’ün ardından seçimler yapılmış, Turgut Özal iktidara gelmiş, o nispi özgürlüğün yarattığı iyimser hava medyaya da yansımıştı.
Meslek yaşamımda önemli sayılabilecek bir dönemeçteydim ve onun da dikkatini çekmiş olmalıyım ki bir gün telefonum çaldı. Asistanı, Güneri Bey’in bir içki içmek için beni evine davet ettiğini söyledi, adresi verdi.
Beni Yeniköy’deki yalının kapısında karşıladı, bir işi nedeniyle asistanına aratmak zorunda kaldığını söyleyerek, özür diledi.
Ne diyeceğimi bilemediğimi hatırlıyorum, böyle bir ayrıntıya önem vermesine şaşırmıştım. Koskoca Güneri Civaoğlu, İstanbul’un acemisi Mehmet’ten özür diliyor.
İlk kez o evde benim mesleki geçmişim ve geleceğim üzerine sohbet ettik. Ona o günlerde yayınlamaya hazırlandığım Tempo dergisinden söz ettim.
O da mesleğe benim gibi bir dergide başlamıştı. O Akis’te, ben Yankı’da.
Bana haber dergiciliği ile ilgili ilginç şeyler anlattı. Sonra da “seni yeni kurduğum dergi grubunun başına geçmeni teklif etmek için aramıştım ama görüyorum ki senin hayalin benim küçük şirketin boyunu aşıyor ama bir gün mutlaka birlikte çalışacağız” dedi.
O “bir gün”, benim Milliyet’e Genel Yayın Müdürü olduğum gün geldi.
İki büyük eski genel yayın müdürünün, Hasan Cemal’in ve Güneri Bey’in odalarını, kendi odamın hemen yanına taşıtmıştım.
Milliyet’teki günlerimde bazen sırdaşım, bazen akıl hocam oldu.
Ona “rol modelimiz sizsiniz Güneri Bey” dediğimde yüzüne mahcup bir tebessüm gelirdi.
Aslında hayli utangaç birisiydi özellikle bir övgü ile karşılaştığında. En azından bende bıraktığı izlenim buydu.
Mesleğimizin maddi standartlarını yükselten en önemli figür Güneri Bey’dir.
Gazetecilerin görüşmek durumunda oldukları iş adamlarına, politikacılara yemek ve içki ısmarlayabilecek düzeyde kazanmalarının bağımsızlık için önemli olduğunu söylerdi.
Bunun gereklerini de Güneş gazetesini yayınlarken yerine getirdi, o dönemde Babıali’de estirdiği rüzgâr hepimizin standartlarının yükselmesine yol açtı.
Ben Milliyet’ten ayrıldıktan sonra da çok sık birlikte olduk.
Beğendiği bir yazımı okuduğunda, o sabah mutlaka en azından bir mesaj yazardı.
Güneri Bey’i dün kaybettik, anılar gözümün önünden adeta resmi geçit yaptı.
Canan Hanım’ın, meslektaşlarının, sevenlerinin başı sağ olsun.