Ülkemizde ne çok Ortadoğu uzmanı varmış…
Günlerdir, ellerinde birer sopa olduğu halde, haritalar önünde, stratejik olduğunu özellikle belirttikleri çok taraflı hamleleri ekranlarda anlatanlara bakıp böyle bir sonuca varmamak elde değil.
Sevinelim mi?
Hayatının büyük bölümünü siyasetin merkezinde geçirmiş, tek parti döneminden başlayarak sonrasında da CHP saflarında önemli görevler üstlenmiş bir yaşlı dostla sohbetimi hatırladım.
Uluslararası bir toplantıya davet edilmiş… ‘Soğuk savaş’ yılları… Davet sahipleri, ilk karşılaştıklarında şunu söylemişler: “Haritaya baktık ve Sovyetler Birliği’yle en uzun sınırı bulunan ülkenin ülkeniz olduğunu gördük. Böylesine bir konuma sahip olduğunuzdan Rusya’yı en iyi bilenler sizler olmalısınız. Anlatacaklarınızı herkes merak ediyor.”
Dostum, “Rusça bilen Türk bilim insanları tarafından komşu ülke ile ilgili yazılmış yalnızca iki eser vardı o zamanlar” diye tamamlamıştı hatırasını…
Ekranda, elde sopa, İsrail, Filistin, Lübnan, Yemen ve İran’dan, Hamas ve Hizbullah’tan söz edenler, Arapça, İbranice, Farsça biliyorlar mıdır?
Hiç değilse bu dillerden birini?
Yoksa, kanaatlerini, İngilizce, Fransızca, Almanca gibi Batı dillerindeki kaynaklardan yararlanarak mı belirliyorlar?
Fark eder mi?
Elbette eder.
Son bir hafta boyunca İsrail’in Lübnan’da yaşattıklarına bakınca, iki taraf arasında önemli bir fark görüyorum: Netanyahu bir yılı tamamlamak üzere olan Gazze savaşı sırasında -bu arada savaşını Lübnan ve Yemen’e de genişletirken- attığı her adımda, karşı tarafın ne yapabileceğini bilerek davranıyor.
Arapça bilenleri içerisinde barındıran bir istihbarat ağı sayesinde…
İsrail’in istihbarat ağı içerisinde yer alan uzmanlar, Netanyahu’nun attığı adımların, Washington, Londra, Paris ve Berlin’de nasıl karşılanacağını da öngörebiliyorlar; o ülkelerin dillerine sahipler…
Hizbullah örgütü komuta kademesinin haberleşmek için cep telefonu yerine çağrı veya telsiz cihazları kullandıklarını İsrail’in bildiğini cihazlar patlayınca anladık.
Bir gün gelip onları kullanmaları gerekeceği düşünülerek, o cihazları bombaya çevirme ihtiyacı yıllar yıl önce duyulmuş olmalı.
Pek az kişiyle temas kuran ve talimatlarını bulunduğu sığınaktan yönelten Hasan Nasrallah’ın gizlendiği yerin konumu da, milimetrik olarak ellerindeymiş İsraillilerin…
Daha da önemlisi şu: Gazze’de müthiş bir direniş gördükleri halde, eş-zamanlı olarak Lübnan ve Yemen’i de rahatsız edebilecek bir askeri güce dönüşebilmişler.
Ya karşı taraf?
Hizbullah komuta kademesinin, Gazze’de gördüğü mukavemete dayanmakta zorlanan Netanyahu’nun kendilerini hedef alacak bir hamle içerisine giremeyeceğini düşündükleri anlaşılıyor.
Bu arada, Netanyahu’nun savaşın alanını genişletmenin Batı ülkeleri tarafından nasıl karşılanacağını öngördüğü belli.
Neden savaş alanını genişletme ihtiyacı duymuş olabilir Netanyahu?
Kendi içlerinde ciddi karşı çıkışlar, protestolar ve kitlesel hareketlere muhatap olan ABD ile Fransa, bütün güçlerini kullanarak, Netanyahu’yu, Hamas ile anlaşarak, rehineler karşılığı Gazze’de savaşı durdurmaya zorlamaktaydı.
Perde gerisinde yürütülen temaslar bunun başarılacağı izlenimini vermeye başlamıştı.
İsrail içerisinden de aynı yolda baskılara muhatap Netanyahu.
Rehine aileleri, Hamas tarafından 7 Ekim gününden beri tutulan yakınlarının yarıdan fazlasının savaş sırasında hayatlarını kaybetttiğini biliyor ve geri kalanların sağ olarak kurtarılması için savaşın bir an önce bitmesini istiyor.
Her gün başbakanlık binası ile Netanyahu’nun evi önünde yapılan protesto gösterilerinde ön saflarda rehine aileleri var.
İsrail dışında yaşayan Yahudiler de, bulundukları ülkelerde daha önce hiç görmedikleri kadar husumete maruz durumdalar ve etkili örgütleriyle Netanyahu üzerinde baskı uyguluyorlar.
Lübnan ve ardından Yemen’e saldırıların bir sebebi de, Batı’dan -özellikle ABD ve Fransa’dan- gelen ateşkes baskılarını geçersiz kılmak…
Netanyahu bu kanlı oyunu çevre şartlarını bilerek oynuyor.
Uzun asırlar boyunca oluşmuş uluslararası hukuk ve savaş hukuku çerçevesini de yerle bir ederek hem de…
Dünya halklarına “Yakarım, bilirsin” korkusu da salarak…
Eli de gözü de kanlı biri Netanyahu…
Yeter ki, yerinde kalabilsin, dünya yangın yerine dönebilir…
Televizyon ekranlarından Netanyahu’nun bir sonraki hedefinin İran mı yoksa Türkiye mi olacağı tahminini harita önünde paylaşanların bu konudaki son kanaatleri neydi, orasını tam çıkartamadım.