Biz dahil herkes, bir kez daha Birleşmiş Milletler sahnesinde güzel konuşmalar yaptı. Dünyanın İsrail katliamına sessiz kaldığını, yeryüzünde adalet olmadığını, bilhassa ABD’nin çok büyük yanlış içinde olduğunu vs, tekrarlayıp içini döktü. Kimse kimseyi can kulağıyla dinledi mi bilinmez ama Gazze için yapılabilecek tek vazife ifa edildi. Konuşmak…
Liderler kürsüde bu vazifeyi yerine getirirken İsrail, ikinci Gazze cephesini açmış ilerliyordu. Tıpkı Gazze’de olduğu gibi gelişigüzel bombalama, sivilleri katletme, yüzbinleri göçe zorlama ve ateşkes taleplerine kulak tıkama… Tekmili birden aynı anda. Gazze’de bir yıldır yaptığı ve yanına kar kaldığı her ne varsa aynısını Lübnan’da tekrarlamaya başladı. Bütün o ateşli anti İsrail konuşmalarının etkisine bakın!..
İsrail, -destekçisi ABD dahil- tarihte hiçbir ülkenin sahip olmadığı imtiyazı tepe tepe kullanmaya devam ediyor. Biz ise, Türkiye dahil bazı ülkelerin liderlerinin yaptığı lanetleme konuşmalarını “tarihi nutuk” zannederek teselli buluyoruz. Oysa, utanç ve insanlık suçu olarak tarihi olan tek şey İsrail’in çocuk, kadın, sivil demeden katlettikçe katletmesi ve bunu hiçbir şeyi umursamadan yapmasıdır.
Bütün dünya ve özelde İslam dünyası neden çaresiz, bir kez daha konuşalım…
Öncelikle, Filistin halkının gerçek anlamda sahibi yoktur. Müslüman-Arap ülkeleri Filistin mücadelesinden şu veya bu sebeplerle yorulmuştur. Bazıları da siyasi sebeplerde uzak durmaktadır. Bilhassa Körfez ülkeleri, ilk saldırı günü olan 7 Ekim’de bu meseleye bulaşmamayı ve İsrail’e karşı siyasi ve ekonomik tavır almamayı kararlaştırmışlardır. Tepki sözlerini ve ağrı sözlü hücumları sonuç alıcı girişimler olarak saymazsak ki sayılamaz; Türkiye de genel olarak bu tavrın paralelinde siyaset izlemektedir. Bununla birlikte, ticareti kesmek kararı her ne kadar son zamanlarda arka yollardan yeniden başladığı görülse de ciddi bir tavır olarak kaydedilebilir.
Ancak, İsrail’i durdurmak için tek yol olan bütün güçlü İslam ülkelerinin diplomatik sahada ortak hareket etmesi mümkün olamamıştır. Türkiye, geçmiş yıllarda bu ülkelerin tamamıyla büyük problemler yaşadıktan sonra şimdilerde ilişkilerini onarma yoluna döndü ama yakın geçmişin kötü ilişki sicili Ankara’nın bölge üzerindeki moral gücünü kaybetmesine yol açtı. Ne ağabeylik ne de moderatörlük yapabilecek durumdayız. Bunun bir yansıması olarak Türkiye, Batılı ülkelerle de ortak çalışma grubu kuramamış, hatta ikili masa dahi tesis edememiştir. Dış politikada atıp tutmanın, herkese bir laf yetiştirmenin kaçınılmaz sonucu olan güven kaybının yansımasını hem Ortadoğu’da hem Avrupa/ABD’de tecrübe ediyoruz. Ortak hareket edebilecek ve İsrail’e birlikte ikazda bulunabilecek ülke bulamıyoruz. İlk aylarda dilimizden düşmeyen garantörlük talebinden artık hiç bahsetmiyor olmamız da bunun sonucudur. Bırakın garantörlüğü Türkiye, ateşkes süreçlerinde dahi rol alamıyor. En avantajlı olduğumuz Türk Devleri Topluluğu’n dan bile İsrail’i kınama kararı çıkamıyor, ötesi var mı?
Sanki büyük bir öngörü ve analizmiş gibi “Savaş bölgeye yayılacak” deyip durduk ve şimdi savaş gayet kolay şekilde bölgeye yayıldı. Yine aynı eylemsizlik…
Tek suçlu ve yetersiz olan Türkiye değil elbette. İslam dünyasının Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Körfez ülkeleri ve uzakta Malezya, Endonezya gibi güçlü temsilcileri var. Aynı anda hareket ettiklerinde onların sonuç alabilecek bir gücü var. ABD ile masaya oturarak İsrail’i hiç olmazsa ateşkese zorlayabilirlerdi. Yapmadılar, yapamadılar. Böylelikle geriye, bol hamaset ve öfke konuşmaları kaldı. İsrail’i Gazze’de daha da acımasızlaştıran, Lübnan’ı da Gazze’ye çevir me politikasına yönelten bu eylemsizlik oldu. İslam dünyasının olup bitenleri tribünden seyretmesi Batı ülkelerini de rahatlattı. Birçok hükümet, kendi toplumlarında yükselen protestoları ve ahlaki tutum taleplerini savuşturmakta zorlanmadı.
Bu kadar zayıflık, eylemsizlik ve ilgisizlikten sonra Filistin ve maalesef artık Lübnan’ın kaderi için iyimser tahminlerde bulunmak zor ve gerçekçi değildir.