Bir sır değil… Memlekette hukuka, yargıya güven yok. Geri kalan da her gün biraz daha düşüyor. Adalet duygusu sadece mahkeme salonlarında değil her yerde giderek zayıflıyor ve yerini endişe alıyor. Şok edici gözaltıların, akıl almaz tutuklamaların, çelişkili mahkeme kararlarının ve medyaya sızan bilgi/belgelerin yağmur gibi yağdığı ortamda başka türlüsü de olamazdı. Toplum yargıyı adalet kavramı üzerinden değil icranın bir unsuru olarak gördükten sonra güven tabii ki azalacaktır.
Haksız yere tutuklanan ve aylar sonra serbest bırakılan ama dışarıda daha 24 saati doldurmadan yeniden tutuklanan Ayşe Barım olayına bakın. Böyle bir haksızlık olur mu? Barım hakkında şikayette bulunan kişi, “Kendisini tanımıyorum. Kendim bir şey görmedim. Sosyal medyada gördüklerimi yazdım, içeriğini hatırlamıyorum” diyor. “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” suçlamasının ihbarcısı bu. Bu ihbarla, Gezi olaylarının organizatörlerinden olmakla suçlanıp hapse atlıyor. Tam sekiz ay hapiste yatıyor. Olan oldu neyse serbest bırakılıyor. “Konutu terk etmeme” ve “yurt dışı çıkış yasağı” ile adli kontrol şartıyla tahliye ediliyor ama hayır. Ertesi gün başka bir mahkeme kararıyla yeniden içeriye… Bu kadar çelişki fazla. Bu çelişkinin verdiği mesaj ise haksızlık, adaletsiz ve elbette güvensizlik. Zaten haksız yere yatmış hasta bir insanı yeniden içeriye göndermek hiç iyi bir karar değil. Yargılanacaksa yargılansın ama ev hapsinde kalmasının ne mahzuru olabilir? Bu soru cevapsız.
Fatih Altaylı... Gazeteci arkadaşımız. Sadece bir cümle yüzünden 22 Haziran’dan itibaren Silivri’de hapiste. Her türlü anlaşılabilecek o cümleyi en olmadık şekilde anlayıp, en olmadık yere bağlayan bir kararın sonucu hapis yatıyor. Dün mahkemesi vardı ve doğal olarak herkes serbest bırakılmasını bekliyordu ama hayır mümkünü yok. Tutukluluğunun devamına… Davası 26 Kasım’a atıldı. Yargılanırsa yargılansın ona da tamam ama hiç olmazsa duruşmayı evinde beklese ne olur? Delil mi karartacak? Herkesin tanıdığı bir adam, ayağında takip cihazıyla memleketten mi kaçacak? “Kapı açık, git” desen kaçmaz.
Şu sözler Fatih’in mahkemedeki savunmasından:
“2,5-3 dakikalık son derece iyi niyetli bir konuşmanın içinden 15-20 saniyelik bir bölümün kesilmesi ile bir sosyal medya lincine maruz kaldım ve Silivri’de küçük bir hücreye atıldım. O iki buçuk dakikayı lütfedip izleyen herkes, herhangi bir tehdit kastımın olmadığını görecek, anlayacaktır. “Türk halkı sandığı sever” diye başlayıp öyle bitiriyorum. Demokratik bağlılığın Türk halkının iliklerine işlediğini anlatıyorum.”
Hayatı boyunca sarfettiği belki yüzbinlerce cümleden sadece biriyle bir gazeteciyi hapiste tutmak kimde yargıya güven duygusu uyandırır? Ve böyle tutuklamaların kime ne faydası var? Hukuk diliyle; bunun neresinde kamu yararı var?
Daha birçok isim hukuken kabul edilemeyecek delillerle, iddialarla ve usullerle içeride. Gergin bir iklim ve ağırlaştıkça ağırlaşan bir atmosfer oluşuyor. Hatta oluştu. Siyasi liderlerin, belediye başkanlarının, onları yolda görüp selam verenlerin hepsinin birden tutuklu olduğu bir atmosfer. Hangi davaya el atsanız ardından bir başka şaşırtıcı hikaye çıkıyor. Bazılarının dava dosyası bile ufukta görünmüyor.
İfade hürriyetinin gerilediği, konuşmanın suç haline geldiği ve hukuk duygusunun kaybolduğu yeri güç doldurur. Gücün hareket alanı genişledikçe ve tesiri attıkça da demokrasi zayıflar. Yaşamakta olduğumuz şey budur.