Batı yerine BRICS mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan Batı’nın sermayesini istiyor, kaç defa bunun için Batı başkentlerine gitti, kaç defa çağrı yaptı.

Hatta Mayıs 2018’de Londra’ya giderek trilyon dolar fon yöneticilerine de “faiz sebeptir” diye konuşmuştu. Erdoğan’ın amacı ikna edip yatırım çekmekti ama ters etki yapmıştı. Zira onların bildiği ve uyguladığı iktisada aykırıydı bu.

Bakan Mehmet Şimşek saçını başını yolmuştu. İki gün sonra da “Merkez Bankasına tam desteğim var” diyerek karşı-açıklama yapmıştı. (23 Mayıs 2018)

Fakat Temmuz 2018’de CB sistemine geçildi, Şimşek’in yerine Berat Albayrak geldi, sonrası malum...

Bu olay, bize yatırım çekme konusunda ‘iktisat anlayışı’nda uyum olmasının önemini gösterir. Bu yetmez hukuk da zorunludur.

HUKUK VE YATIRIM

Yıl 2004, Erdoğan iktidarının ortodoks ekonomi ve AB kıstasları yönünde ekonomide başarıyla yürümekte olduğu dönem… “İslam Ortak Pazarı” sloganı sorulduğunda Başbakan Erdoğan şu cevabı vermişti:

“Ekonominin kesinlikle dini olmaz, paranın dini olmadığı gibi... Ekonominin en önemli enstrümanlarından biri para olduğuna göre, parayı bir mezhebe veya bir etnik kökene dayandırmaya kalkarsanız, bu kutuplaşmaları getirir… Demokrasinin sağlıklı işlemesi inanıyorum ki aynı zamanda güçlü bir ekonomiyi de getirecektir…” (20 Ocak 2004)

Çok doğru… Demokrasi çok geniş bir kavram. Zamanımızda “otoriter demokrasi, seçimli otoriterlik” gibi sistemler de var. “Hukuk devleti” daha net bir kavramdır.

Yatırım çekmek için rasyonel ekonomi gibi evrensel hukuk da son derece önemlidir.

Türkiye’deki hukuk ihlalleri; yatırımlarını beklediğimiz Batı kurumlarının raporlarına, hatta AİHM’nin yargı kararlarına geçmiştir. Yatırım gelmeyişinin en önemli sebebi ülkemizdeki hukuk sorunlarıdır. Hiç olmazsa iktisadi alanda yargının ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığına güven yoksa yatırım gelmez, gelmiyor.

Erdoğan’ın 2020’de “İslam iktisadı krizden çıkışın anahtarıdır” diye konuşması siyasi siyasi söylemdi, 2023’te Mehmet Şimşek’e geri çağıracaktı.

BRICS ÜYELİĞİ?

Erdoğan, iktidarının ilk on yılında, AB sürecini “Cumhuriyet’ten sonra en büyük modernleşme hamlesi” olarak övüyordu.

Fakat sonra, AİHM kararlarını uygulamamak, basına baskılar, yargı bağımsızlığı gibi konularda Batı’dan gelen eleştiriler Erdoğan’ı rahatsız etti. “En büyük modernleşme hamlesi”nin yerini “bunlar haçlı ittifakı” sözünün alması, olağan diplomatik tartışmaların ötesinde ‘anlayış’ hatta yön değişimini yansıtıyordu.

2016’da “Şangay’ Beşlisi’nde daha rahat ederiz” diye konuştu. (20 Kasım 2016)

Şangay’da kimse insan hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlükler, AİHM kararları diye sormaz tabii!

Son olarak Çin-Rus nüfuzu altındaki BRICS’e “üyelik” çıktı ortaya! Üstelik bu yöndeki açıklamalar Moskova’dan geliyor! Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ile diğer birkaç ortaktan oluşan BRİCS’te de kimse hukuk, insan hakları, yargı bağımsızlığı diye sormaz, iktidar rahat eder!

Ama BRICS’e üye olmak Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmasını büsbütün teyidi olur. Maliyeti iyi düşünülmelidir!

YÜKSELİŞ VE DÜŞÜŞ

Evvela Türkiye’nin Batı’dan aldığı ve beklediği yatırımları BRICS asla karşılayamaz. Ticaretimiz de vahim boyutlarda açık veriyor. Bu konuda iktisatçıların rakamlara dayalı açıklamalarını okumuşsunuzdur.

Kaldı ki Batı ile hukuki, insani ve akademik ilişkilerimiz de stratejik değerdedir.

BRICS üyeliği bütün bunların aşınması, irtifa kaybetmesi olacaktır.

Mehmet Şimşek’in şu sözü son derece hayati bir uyarıdır:

“AB ile ayrışmayı göze alamayız. BRICS veya G20 diyalog platformlarıdır.” (23 Haziran 2024)

BRICS’le ve herkesle ticaretimizi geliştirelim fakat BRICS’in üyesi olmak, en büyük ticaret ve yatırım ortağımız ve en çok ortak kurumlara sahip olduğumuz Avrupa’dan ve hatta NATO’dan “ayrışma” mesajı verir ki, hâlâ yatırım güvenliği ve hukuk güvenliği konusunda yatırımcıyı ikna edemeyen Türkiye’yi çok daha zor duruma düşürür.

Hakan Fidan, MİT Müsteşarlığı döneminde “Şangay” politikasına kararlılıkla karşı çıkmıştı, BRICS üyeliği çok daha vahimdir.

Ne yatırımı; BRİCS üyeliği Türkiye’yi ekonomide “orta gelir tuzağı”na, sistemde “orta demokrasi tuzağı”na mahkûm eder.

İspatı, bütün göstergelerde, iktidarın ilk on yılındaki yükselişle ikinci on yılındaki düşüştür.