BRICS üyeliği: "Kullanışlı aptal" konumuna düşmeyelim

2006'da Çin-Rusya liderliğinde kurulan BRIC, 2010'da Güney Afrika'nın katılmasıyla genişleyip BRICS adını alınca, AK Parti iktidarı "acaba biz de katılsak mı" diye düşünmeye başladı. 

O dönem Rusya daha Kırım'a saldırmamış; ABD-Çin ticaret savaşı ise daha tam ufukta görünmüyor. 

Türkiye'nin yükselen ekonomilerle yan yana durması fikri cazip geldi.

Ancak elçilikler eliyle yapılan nabız yoklaması, başta Çin, kilit kadronun genişlemeye karşı olduğunu ortaya çıkarınca konu rafa kalktı.

Aradan on yıl geçtikten sonra Çin'in tavrı, Batı ile Rusya arasındaki makas açılıp, ABD ile ticari rekabet kızıştıkça değişti. 

Çin'in dış politikada kendisine doğrudan yarar sağlamayan hiçbir şeye sıcak bakması mümkün değil. Batı'yla derinleşen çatışmacı ilişkilerin birbirine yakınlaştırdığı Rusya ve Çin'in BRICS'in genişlemesine yeşil ışık yakmasının ardında jeostratejik rekabet var.

Yoksa genişlemeye bakışları "sayımız ne kadar artarsa, düyadaki adaletsiz sistemi daha adaletli hale getirmek için gücümüz artar, ne kadar kurumsallaşırsak, o kadar müreffeh toplumlar yaratılmasına katkımız olur" gibi bir yaklaşımdan beslenmiyor. 

Batı'yla sorunlu ilişkilere BRICS levyesi mi? 

Genişlemenin en temel amacı, Batı ittifakında çatlak yaratmak. Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri'nin gruba davet edilmesi, bu ülkelerin aslında ABD'nin müttefiki olmaları. 

Bu ülkelerin de BRICS üyeliğinden özel olarak ekonomik beklentileri var mı emin değilim. Mısır ABD'den ciddi askeri yardım alıyor; Suudi Arabistan da ABD'nin önemli müşterilerinden. Ancak her ikisi de insan hakları ihlalleri nedeniyle ABD'den gelebilecek kısıtlamalardan endişeli.

Ek olarak, Çin'le rekabete ağırlık verip, Orta Doğu'yu ikinci plana atabilecek bir ABD karşısında ilişkilerini çeşitlendirmek istiyorlar. Yani onlar da BRICS üyeliğini ABD'ye karşı bir baskı aracı olarak görüyorlar. 

Kaldı ki; ekonomisi daha zayıf ülkelerin BRICS üyeliğinden ekonomik olarak ne kadar kârlı çıkacakları da kuşkulu. BRICS'in gelişmekte olan ülkelere dönük kurduğu mekanizmanın bugüne kadar etkin işlediğine dair net bir veri de yok.

Atılan taş ürkütülen kurbağa değecek mi? 

Şimdi denebilir ki; Türkiye de Batı'yla ilişkilerinde sorunlar yaşıyor, tıpkı diğer yeni üyeler gibi BRICS üyeliğini Batı bloğuna karşı bir baskı aracı olarak kullanamaz mı? 

Bu soru "attığınız taş ürküttüğünüz kuşa değer mi" sorusuna yanıt vermeyi gerektirir. Çünkü Türkiye'yi diğer yeni üyelerden ayrıştıran farklı bir konumu var. 

Bu noktada meseleyi çok anlaşılır biçimde ortaya koyan EDAM direktörü Sinan Ülgen'in X'te yayınladığı bilgisel'e dikkatinizi çekmek isterim. 

Ülgen öncelikle Türkiye'nin ticari ilişkilerindeki denge meselesine dikkat çekiyor. 

Çin, Rusya, Hindistan gibi BRICS ülkeleriyle ticaret açığı Türkiye'nin aleyhine. Türkiye'nin en önemli ortağı AB ile ticaret ise daha dengeli ve ülkeye gelen yatırımların çok büyük kısmı da Batı kaynaklı. 

Bir IMF araştırmasına göre gelişmiş ülkelerin doğrudan yatırım kararlarında artık coğrafi yakınlıktan ziyade siyasi yakınlık daha fazla ön planda yer alıyor. Bu araştırmaya dikkat çeken Ülgen "Jeopolitik risklerin arttığı bir zaman diliminde, şirketler yatırımlarını fikirdaş ülkelere yönlendiriyorlar," diyor. Bunun için ingilizcede "friend shoring" kavramı kullanılıyor.

Ülgen şöyle devam etmiş: 

"Jeopolitik riskler uluslararası ticaret ve yatırım ilişkilerinin dinamiğini de değiştirmiş durumda. Ekonomik ilişkiler artık artan biçimde siyaseten birbirine yakın ülkeler arasında yoğunlaşmakta. Açık ekonomi modeli üzerinden refah üreten ülkemizin de bu değişimde kendini pozisyonlandırması gerekecek. Burada doğru yaklaşım, fikirdaş ülkelerin oluşturduğu bloğa daha da yanaşmak mı yoksa otoriter ülkelerin önderliğindeki blok ile ilişkileri derinleştirmeye çalışmak mı?" 

Aslında Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Haziran ayında Chattam House adlı düşünce kuruluşunda yaptığı açıklamada, bu sorunun yanıtını net bir şekilde veriyor. BRICS gibi oluşumların diyalog platformları olduğunu, nereye evrileceklerinin de tam belli olmadığını söylüyor.

AB ile ilişilerimizin hacmine, derinliğine ve çeşitliliğine dikkat çekerek, "AB, temel ortağımız olmaya devam ediyor. Bu nedenle ayrışmayı göze alamayız," diyor. "Batı'da Türkiye'nin çıkarlarına daha iyi hizmet eden kural tabanlı bir sistem görüyoruz," diye de ekliyor. 

Hatırlanacaktır, geçtiğimiz günlerde Türkiye'de elektrikli araba üretimine ilişkin Çin'le yatırım anlaşmaları imzalandı. 

"Batı'dan gelen yatırımlar azaldı, BRICS'e yanaştık böylece Çin'den de yatırım" kopardık diyerek BRICS üyeliğinin savunulması resmin eksik yansıtılmasına yol açar. 

"Batı'dan yatırım gelmiyor, Gümrük Birliği'nin güncellenmesine bile yeşil ışık yakmıyorlar" şeklindeki şikayeti bertaraf etmenin bir yolu, Batı dışından yatırımcı aramaksa bir diğer yolu da Batı'yla ilişkileri düzeltmek için yeterince çaba sarfediyor muyuz sorusuna cevap aramak olmalı.

Mevcut iktidarın tek derdi günü kurtarmak olunca, kısa vadeli kazanımlar uğruna orta uzun vadeli kayıplar hesaba katılmıyor.

Strateji yok, taktik, tepkisel adımlar var

Hesap demişken, dış politikada atılacak herhangi bir adımla ilgili ne türden hesap kitap yapıldığı da ayrı bir muamma. Bence ortada doğru düzgün bir strateji de yok.

Saray kaynaklarının Batılı bir haber ajansına Türkiye BRICS'e üyelik için başvurdu diye haber uçurmasının tam da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın AB ile kurumsal anlamda uzun yıllar aradan sonra yapılan ilk toplantıdan dönmesine denk gelmesi çok dikkat çekici. Bu haberle ilgili Ankara'dan doğru düzgün bir doğrulama çıkmaması, haberi Rusya'nın doğrulaması… Tüm bunlar ortada doğru dürüst bir strateji olmadığını, varsa da bunun acemice yürürlüğe konduğunu gösteriyor. 

Bu arada BRICS üyeliği nedir diye sorup konuşmak isteyen Batılı yetkililere de "üyelik daha tam söz konusu değil" türünden geçiştirici yanıtlar veriliyor diye duyuyorum.

Sonuç olarak BRICS, adı büyük kendisinin ise nereye evrileceği belli olmayan bir oluşum. Buradan Türkiye'nin ekonomik olarak büyük kazanımlar edinmesini beklemek ne kadar gerçekçi iyi düşünmek gerek. 

NATO üyesi Türkiye'nin Rusya ve Çin'le yan yana durmasının getirebileceği kayıpların ise ciddiyetle dikkate alınması gerekiyor. Çünkü Rusya ve Çin'in derdi de Türk ekonomisine katkı değil, Türkiye üzerinden Batı ittifakında çatlak yaratmak. Yani Türkiye'nin kullanışlı aptal konumuna düşme riksi var.

Elbette Türkiye gibi bir ülke bölgesine kapanamaz. Elbetteki ticari ortaklarını çeşitlendirme arayışına girebilir. Elbette BRICS'e ilgi duyup dirsek teması kurabilir. Ancak BRICS ekonomik değil ideolojik bir oluşum. 

Bu konuyu konuştuğum bir uzman, "BRICS'e üyelik hedefi Türkiye'nin istikametine ilişkin kafa karışıklığı yaratıyor. Türkiye sanki 600-700 yıllık devlet geleneği olmayan, temel rotasını belirlememiş, yeni kurulmuş bir devlet gibi yönünü arayan ergen görüntüsü veriyor," yorumunu yaptı.

Ankara'da "istikametimize dair ne kadar kafa karıştırırsak o kadar elimiz güçlü olur" gibi yanlış bir kurgu var. Dışarıya verilen kafa karışırıcı mesajlar içeriye müthiş stratejik kurnazlık gibi pazarlanıyor. Kurnazlık yapalım derken, başkalarının gündemlerine alet olma riski ise hafife alınıyor.

Bu arada "birini diğerine oynarız" diyerek Türkiye'nin elini güçlendiriyoruz yanılsaması içindekiler Türkiye'yi demokratik ülkeler grubundan koparıp, demokrasiden iyice uzaklaştırmak isteyenlere de hizmet ediyorlar.