Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İlmi Dergi'sinde yayımlanan makaleler ve sempozyum bildirileri arasında FETÖ kaynaklarına atıfta bulunan birtakım cümleler olduğu iddiası ile ilgili olarak soruşturma başlatmış.
Diyanet'in açıklamasında "toplumun tüm kesimlerine sahih dini bilgiyi ulaştırmak gayesiyle yayın faaliyetlerinde bulunulduğu" belirtiliyor.
Diyanet'in "sahih dini bilgi" dediği şeyi "zamanın ruhuna uygun dini bilgi" şeklinde de okuyabilirsiniz.
Çünkü aynı kurum, 15 Temmuz darbe girişiminin öncesinde Fetullahçı ilahiyatçıların yazılarını da "sahih dini bilgi" diye yaymakta bir sakınca görmemişti.
Nitekim açıklamada bu itiraf ediliyor:
"15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan hain darbe girişiminin ardından FETÖ ve din istismarı ile mücadele kapsamında Başkanlığımız yayınları komisyon marifetiyle hızla incelenmiş, FETÖ ile iltisak ve irtibatı olan yazarların eserleri Başkanlığımız arşivlerinden çıkartılmış, mevcut yayınlar arasında bulunanların tamamı yayından kaldırılmış, satışları sonlandırılmış ve imhaları gerçekleştirilmiştir."
Hatırlarsınız, Fetullahçıların darbe girişiminin hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan da Diyanet İşleri'ni şöyle suçlamıştı.
"FETÖ ülkemizde kök salmış ve milletimizin başına bela olmuştur. Diyanet'in bu konuda ciddi eksiklikleri olduğunu söylemek isterim. Diyanet İşleri bu konuda çok ama çok geç kaldı."
Erdoğan böyle demişti ama unutmayalım ki o yıllarda Diyanet'in, Fetullahçı çete aleyhine bir adım atması mümkün değildi.
Belki Cumhurbaşkanı hatırlar, kendisi de dahil olmak üzere devletin bütün kurumları ve yetkilileri Fetullahçılara "ne istedilerse vermek" için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı.
Yani o günlerden biliyoruz ki Diyanet için "sahih dini bilgi", belli bir dönemde makbul görünen, siyasi iradenin takdirine ve desteğine mazhar olmuş tarikat ve cemaatlerin görüşleridir.
Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı da bugünkü rejimin vesayet kurumlarından biridir.
Bu kurum aracılığıyla, dinin siyasetin emrinde olmasını sağlamaya çalışır.
Nitekim bugün de Diyanet, "sahih dini bilgi" için kılını kıpırdatmıyor.
Bugünün "siyaseten makbul" tarikat şeyhlerinin, bir el hareketiyle depremi önleyebildiğini anlatan hocalar ile ilgili bir açıklama yapmadılar mesela.
Karpuz seçilirken, belli bir ayetin okunması ile en iyi karpuzu eve götürebileceğinize ilişkin "bilginin" Müslümanlara ulaştırılmasına da ses çıkarmadı.
Azrail geldiğinde ona "bilmem hangi tarikatın falanca kolundanım" diyenin Azrail'i yanından kolayca uzaklaştırabileceğini bile söyleyen var.
Sosyal medya imamlarını takip edin, aklı başında bir insanı dinden çıkartacak bilgilerin "sahih dini bilgi" diye yayıldığını göreceksiniz.
Diyanet İşleri'nin bunlarla ilgili herhangi bir açıklamasını duydunuz, okudunuz mu?
Tarikat şeyhine bağlılıklarını beyan etmek için cami avlusunda "hav hav" diye bağıran insanların yaptıklarının, İslam dininde yeri olup olmadığını da Diyanet'ten duymadınız.
Çünkü o tarikatlar da bugün için makbul.
Siyasi iktidar için destekleri bekleniyor, bugün de onlara ne istedilerse veriliyor.
Erdoğan ile Fetullahçıların papaz olmalarının nedeni "dini konulardaki görüş ayrılığı" değil, iktidarı paylaşma kavgasıydı.
Fetullahçılar, önce "aynı menzili maksuda gidiyoruz" diye Erdoğan'ı kandırıp ortak oldukları iktidarı tümden ele geçirme kavgasına giriştiler, kaybettiler.
Diyanet İşleri'nin aklı ancak ondan sonra başına geldi.
Bugünün makbul tarikatları da Fetullahçılar ile aynı hataya düşerlerse, Diyanet'in aklının yine başına geldiğini göreceksiniz.
O zamana kadar "sahih dini bilgi" peşindeyseniz, sosyal medya imamlarını dinlemeye devam edebilirsiniz.
* * *
Utangaç vergi rekortmenleri
Milyar dolarlık kamu ihaleleri kapalı kapılar ardında, davet usulüyle yapılmaya devam ettikçe adının açıklanmasını istemeyen vergi rekortmeni sayısı da artacak, buna eminim
Gelir Vergisi rekortmenleri belli oldu ve en çok gelir vergisi veren ilk 100 kişiden sadece 27'sinin isimlerini biliyoruz.
73 kişi isimlerinin gizli kalmasını istemiş
Kurumlar Vergisi rekortmenlerindeki durum da bundan farklı değil.
En çok Kurumlar Vergisi ödeyen 100 şirketten 34'ü isimlerinin açıklanmasını istemedi.
Gelir Vergisi'ne kıyasla ismi açıklanan daha çok şirket var gibi görünüyor ancak unutmayalım ki ismi açıklanan bu şirketlerin içinde kamuya ait olanlar da var.
Vergi rekortmeni olan bir tanıdığım var. Adı Aydın Doğan, eski patronum.
Odasına girdiğinizde bütün bir koca duvarı kaplayan, her biri özenle çerçeveletilmiş "vergi rekortmeni beratları" görüyorsunuz.
Yani vergi rekortmeni olmak utanılacak değil aslına bakarsanız gurur duyacağınız bir şey.
Hem iş hayatında ne kadar başarılı olduğunuzu gösteriyor hem de kanunlara uyan, vergisini düzenli ödeyen saygın bir yurttaş olduğunuzun kanıtı.
Hâl böyleyken AKP iktidarında adının açıklanmasını istemeyen vergi rekortmenlerinin sayısı her geçen yıl artıyor.
Ulaşabildiğim rakamlara göre 2009 yılında ilk 100 içinde adının açıklanmasını istemeyenlerin sayısı 20 idi.
2010'da 22, 2011'de 27, 2012'de 35, 2013'te 33, 2014'te 37, 2015'te 51, 2016'da 54, 2017'de 53, 2018'de 57, 2019'da 67 kişi isimlerinin gizli kalmasını istemişti.
Bu yıl sayı 73!
Adının açıklanmasını istemeyenlerin sayısının böyle düzenli olarak artması bize ne anlatıyor olabilir?
Fakirliğin arttığını, bu nedenle "nazar değmesin" diye servetini gizlemek isteyenlerin sayısının arttığını mı?
Yoksa, "çok kazandığımı gören olursa gelir çökerler" endişesi mi?
Kim bilir, belki bunun nedeni bazı kişilerin ani ve açıklanması zor zenginleşmelerini gözlerden saklama kaygısıdır.
Bildiğim şu ki normal bir rejimde, böyle bir gurur tablosunda isminin görünmesini istemeyenlerin sayısının çok az olduğu.
Ancak otokratik rejimlerde böyledir.
Milyar dolarlık kamu ihaleleri kapalı kapılar ardında, davet usulüyle yapılmaya devam ettikçe adının açıklanmasını istemeyen vergi rekortmeni sayısı da artacak, buna eminim.
Durmak yok yola devam; hedef 100 rekortmenin 100'ünün de isminin gizli kalmasını istemesi olmalı!