Dün siyasetin tansiyonu aniden yükselirken, seviyesi de aynı hızla düştü.
CHP’nin eski liderinin en yakın adamı, kendisini Cumhurbaşkanlığı adaylığına ikna eden baş aktör olarak bilinen CHP milletvekili Tuncay Özkan, dün aniden celallenerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Seni gidi züppe” diye başlayan bir tweet attı.
Özkan’ın bu tweeti üzerine aportta beklediği anlaşılan iktidar vekilleri ve iktidar trolleri ani bir saldırı başlattılar ve bir milletvekili Tuncay Özkan’a “Annelere saygımız sonsuz ama” diyerek “O. Çocuğu Tuncay Özkan” diye bir tweet ile mukabele ettiler.
Sonra da Özkan’a yönelik bir saldırı başladı, “Tutuklansın” başlığı açıldı.
Ama bana bunların hiçbiri ilginç ya da önemli gelmedi.
Benim anlam veremediğim Özkan’ın tweet’i.
Tuncay Özkan’ın tweet’inin ardındaki görünen gerekçe Cumhurbaşkanı’nın muhalefeti “gösterişçilikle suçlayan” açıklaması.
Güya Tuncay Özkan bu tweet’e alındı ve o tweet’i attı, üstelik de AKP’lilerin sinir olacağını, hatta kuduracağını bile bile başına “züppe” sıfatını da ekleyerek.
CHP’de genel başkan değişiminden bu yana hemen hemen hiçbir siyasi faaliyet göstermeyen, olan biten onca şeye, haksız hukuksuz tutuklamalara, iktidarın en olmadık uygulamalarına aylardır gık demeyen Özkan, niye aniden böyle bir hitapla tweet atma gereği duydu.
Çünkü Erdoğan’ın kendisine yöneltilen suçlamaları, muhalefete yönlendirdiği ilk olay değil bu.
Hatta çok daha sert, çok daha ağır hakaretlerle muhalefete ve muhaliflere yüklenmişliği var Cumhurbaşkanı’nın.
O hakaretlere gık demeyen Özkan’ın bu kez hayli yüksek tondan yanıtının ardında muhtemelen CHP’yi ya da muhalifleri korumak değil başka bir amaç olmalı.
Özkan’ın geçmişine, müktesebatına baktığım zaman bu çıkışı iyimser tahminle yaklaşan CHP Kurultayı’na bağlamak ve sert muhalefet yapmamakla eleştirilen Özgür Özel’i ve Ekrem İmamoğlu’nu köşeye sıkıştırmak olarak görebiliriz. “Öyle muhalefet olmaz böyle muhalefet olur” diye değerlendirebiliriz.
Ancak Tuncay Özkan’ın kaybedecek adayı Erdoğan’ın karşısına çıkartmaktaki becerisini düşününce bu kez bir diğer olasılık da akla gelmiyor değil.
Acaba durduk yere sert bir söylemle, AKP’yi konsolide etmek ve AKP’nin eline bahane vermek için mi bu kelime seçildi diye düşünmek de mümkün!
Acaba AKP’ye bir tür hayat öpücüğü mü vermek istedi!
NOT: Şunu da eklemek isterim, züppe kelimesini hakaret olarak algılamak benim için biraz zor. Züppe hoş bir kelime olmasa da hakaret sayılmaz. AKP buradan zorlayarak bir mağduriyet çıkarmaya çalışabilir ama hukuk hakaret çıkaramaz.
Saray’ın önüne itibarlı bir Wally yakışır
Bitlis’in Ahlat ilçesinde milyarlar harcanarak bir ‘Taşra Sarayı” yaptırıldı.
Biz “Bu masrafa değer mi, senede bir bilemedin iki gün belki gideceğiniz bir yerde bu şatafatlı saraya gerek var mı?” deyince “Bari dostlar alışverişte görsün” kabilinden Ahlat’ta bir kabine toplantısı yapıldı.
Ahlat’taki kabine toplantısında herkes toplantı odasının duvarında bir Atatürk fotoğrafı olmamasına takılmış.
Alelacele toplantı yapılınca unutulmuştur, koyarlar bir Atatürk fotoğrafı.
Duvara koymakta bir sıkıntıları yok, kalplerine yerleştiremiyorlar Kurucu Lideri.
Muhtemelen kıskançlıktan.
Ama benim takıldığım o değil.
Ben başka iki şeye takıldım.
İki başka fotoğrafa.
Takıldığım ilk fotoğraf Ahlat Sarayı’nın bahçesinde çekilmiş.
İki komutan ve Cumhur İttifakı bileşenleri.
Bu siyasi tabloda askerlerin ne işi var!
Bölücülüğünü ve Kürtçülüğünü saklamayan Hüda Par lideri ile aynı karede Devlet Bahçeli’nin ne işi var! Takıldığım diğer fotoğraf ise Ahlat Sarayı’nın Van Gölü’nden çekilmiş ışıklar içindeki bir fotoğrafı.
Fotoğrafta sarayın önüne bağlanmış bir tekne dikkatimi çekti.
Fotoğrafı biraz büyütüp bakınca bunun bir Wally Tender olduğunu gördüm.
Emin olmak için teknelerden iyi anlayan bir arkadaşıma yolladım.
O da teyit etti.
Ahlat Sarayı’nın önünde, Saray sakinlerinin gezmesi için bir Wally yani dünyanın en pahalı, fiyat kalite orantısında en saçma fiyata sahip teknelerinden biri bağlıydı.
Bugün hemen hemen o boyutta ve 18 yaşında bir Wally Tender’ın fiyatı yaklaşık 25 milyon TL civarındaydı.
Daha az yaşlı olanları ise 30 milyon TL’yi geçiyordu.
Sıfırının fiyatı ise pek bilenmemekle birlikte yaklaşık 40-45 milyon TL arasında olmalıydı.
Ve gösterişçilikle, müsriflikle suçlanan ise muhalefetti.
Çünkü iktidar itibardan tasarruf edemezdi.
Tasarruf muhalefetin işi olmalıydı!
Denize düşen siyasetçi türbana sarılır
İşler iyi gitmeyince, ekonomide bir toparlanma olmayınca, halk sefalet içinde iken iktidardakiler ve yakınları zevkü sefaya düşünce, iktidarın debdebe ve şatafatı iyiden iyiye göze batmaya başlayınca, emekli aç, memur sefil, köylü rezil edilince, iktidar partisi geçmişte başarılı olduğunu düşündüğü bir taktiğe geri döndü.
Din ve vicdan sömürüsü.
Dindarlara, mütedeyyin vatandaşlara korku salmak için ‘Geçmişte öcüler vardı, biz sizi onlardan kurtardık” söylemine.
Köylünün, çiftçinin, tarımın sorunlarına, ormanların yangınlarına karşı son derece duyarsız olduğunu gözlemlemekte zorlanmadığımız Tarım ve Orman Bakanı olacak beyefendi, katıldığı bir televizyon programında “Eski Türkiye’de başörtülü anneler çocuğunun okuduğu okulun bahçesine giremiyordu” buyurdu.
Buna yalan denmez, buna ancak “kuyruklu” yalan denir.
23 yıllık iktidarın sonunda hâlâ bu kuyruklu yalandan medet uman siyasetçiye de siyasetçi denmez.
Ben eski Türkiye’de büyüdüm.
45 yaşına kadar da eski Türkiye’de yaşadım.
Liseyi ve üniversiteyi devlet okullarında okudum.
Emin olun böyle bir şey hiç olmadı.
Galatasaray Lisesi’nde okurken bazı arkadaşlarımızın anneleri başörtülüydü.
Özellikle çarşamba günleri öğleden sonra okula gelir, çocukları ile görüşür, yiyecek bir şeyler getirirlerdi.
Bir günden bir güne bir tekine bile okula giremezsiniz, denilmedi.
Tam aksine, geleneksel yapıdan ötürü, başörtülü kadınlara fazladan bir saygı gösterirdi okul personeli.
Dedemin ölümünden sonra çenesinin altından fiyonkla bağladığı bir başörtüsü kullanmaya başlayan tanıdığım en büyük Atatürk hayranı rahmetli anneannem, ki çok ama çok severdim, sık sık okula ziyaretime gelirdi ve hiçbir olumsuzlukla karşılaşmamıştı.
Bırakın okulu, askerî tesislere bile başörtülü anneler, aile büyükleri girebilirdi.
Açın bakın eski fotoğraflara, yemin törenlerinde tribünlerde pek çok başörtülü kadın görürsünüz.
Dahasını söyleyeyim mi, benim Boğaziçi Üniversitesi’nde okuduğum dönemde başörtülü öğrenciler de vardı. Ve Turgut Özal’ın yediği bir halt yüzünden üniversitelerde başörtüsü sorunu peydahlandı.
O yüzden bakmayın bu “yalan” söylemlere.
Denize düşen yılana sarılırmış, bunlar ayağa düşünce yalana sarılıyorlar.
Bu Nijerya’dan adam olmaz
Yurt dışında yaşayan bir büyükelçi dostumun canı çok sıkkındı dün aradığında.
“Niye bu kadar keyifsizsin” diye sordum.
Bir gazete haberi canını sıkmış.
Anlattı:
“Financial Times hafta sonunun (FT Weekend) ilk sayfa haberi tadımı kaçırdı. Nijerya Devlet Başkanı cumhurbaşkanlığı filosuna 11. uçağını almış, Bir Airbus A330. Nijerya halkı çok ciddi ekonomik sıkıntılar içindeymiş ve hükümet kemer sıkma ve tasarruf politikası izliyormuş.
Hal böyleyken alınan 11. ultra lüks uçak Nijeryalılarda tepkiye neden olmuş. Bayağı bir gösteriler falan olmuş.
Bu halkların ülkelerinin itibarını değil de kendi bütçelerini düşünmeleri gelişmişlik göstergesi değil diye sinirlendim.
Nasıl oluyor da, bunun bir itibar meselesi olduğunu anlamıyorlar.
Bu Nijeryalılar adam olmaz.
Bizim oradaki sefirimiz bir görüşmesinde ‘İtibardan tasarruf olmaz’ ilkesinin halka nasıl anlatılacağını Nijerya Cumhurbaşkanı’na öğretmeli bence. Daha olmadı iletişim konusunda buradan destek yollamalıyız. Aksi takdirde bu pis Nijeryalılar bizim halkımıza da kötü örnek olabilirler” dedi.
Güldüm.
Ama belki de ağlamalıydım.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Müflis tüccar eski defterlerden medet ummadığı zaman.