Hafta başından bu yana Birleşik Krallık’ta yaşanan yabancı düşmanı ırkçı gösteriler Avrupa kıtasında ve hatta ABD’de kaygı ile izlendi. Başlığa hemen yanıt verelim, kimse de merak etmesin. Birleşik Krallık dağılmıyor. Ancak sergilenen görüntüler hiç hoş değil; hatta kaygı verici nitelikte. Zira İngiltere’nin Southport kasabasında üç kız çocuğunun bıçaklı bir saldırıda hayatını kaybetmesinin ardından aşırı sağcı grupların başlatmış olduğu şiddet olayları, 30’a yakın şehirde 100’ü aşkın eyleme dönüştü. Göç karşıtı gösteriler zaman zaman dükkanları yağmaladı. Polisle çatışmaların zaman zaman ırkçı göstericilerin üstünlüğü ile sonuçlanması da düşündürücü. 14 yıldan bu yana muhafazakar bir siyasi parti tarafından yönetilen Birleşik Krallık, sanayi yatırımlarının azalması, fabrikaların kapatılması, kamu hizmetlerinin erozyona uğraması, Brexit ve bu yüzden yasadışı göçmenlerin artık AB ülkelerine ihraç edilememesinden dolayı büyük bir toplumsal sorunla karşı karşıya.
Birleşik Krallık dağılıyor mu
Kuşkusuz Nigel Farage gibi yabancı düşmanı siyasetçilerin iki yüzlü tutumu ve söylemleri, Güney Kıbrıs’ta sürgünde bulunan ve Elon Musk tarafından X hesabı yeniden açılan Tommy Robinson’ın nefret sınırlarını zorlayan propagandaları da pek etkili. Ancak ülkede halk bir yönetim değişikliği talep etmedi değil. Nitekim Temmuz ayındaki erken genel seçimde İşçi Partisi Keir Starmer liderliğinde sandıktan birinci olarak çıktı. Ülkede kamu hizmetlerini yeniden tesis edip, 14 yıllık muhafazakar iktidarın neden olduğu erozyona son verme konusundaki kararlılığı sadece İngiltere nezdinde değil, transatlantik toplulukta da güven telkin etti. Nitekim Olimpiyat oyunları vesilesiyle Fransa’da resmi temaslarda bulunan Starmer, Fransız işgüder hükümet yetkililerini hayran bıraktı. Üstelik Macron gibi tabiri caizse ‘burnundan kıl aldırmayan’ hükümet üyelerine sahip bir iktidarın beğenisini almak dikkat çekici. Neticede İngiltere dağılmıyor, ancak zorlu bir dönemde geçiyor. Kamu hizmetlerini yeniden tesis edip, yeni bir sanayileşme süreci sağlanana kadar ülkede çalkantılar yaşanabilir. Ancak yeni iktidar ülkeyi ‘birleşik’ tutmakta kararlı.
AB’nin yaz rehavetine inanma
Görünürde Avrupa’yı yaz rehaveti sardı. AB kurumlarının günlük veya haftalık basın toplantılarına ara verildi, kepenkler neredeyse indirildi. Dünya meseleleri konusunda da Avrupa Komisyonu tepki vermekte güçlük çekiyor. İsrail ile İran arasında yaşanan gerilimle ilgili olarak Washington, Londra, Ankara, Moskova, Pekin ve Tokyo’dan açıklamalar geliyor ama Brüksel pek bir sessiz kaldı. AB dış politika yüksek temsilciliğinin sözcülüğünde muhtemelen ‘kızgın kuş’ oynayan bir stajyer vardır. Kim bilir. Ancak görünüşün böyle sakin olmasına karşın, kulislerde çok hummalı bir çalışma gerçekleştiriliyor. Zira 17 ülkenin hükümet başkanı Avrupa Komisyonu’na gönderecekleri komiser konusunda Başkan Ursula Von der Leyen’e birer mektup gönderdiler. Bu çerçevede Avusturya’da Maliye Bakanı Magnus Brunner, Hırvatistan’da Dubravka Suica, Fransa’da Thierry Breton greöv yapacak. Yunanistan’da Schinas koltuğu Tsitsikostas’a devredecek. Miçotakis ülkesinde aşırı sağın yükselişine tepkisiz kalmamak amacıyla daha muhafazakar bir Komisyon üyesini Brüksel’e göndermeyi tercih etti. Kuşkusuz AB-Türkiye ilişkilerine ve sert Türkiye söylemlerine de bir katkısı olması bekleniyor. Önyargılı olmadan bekleyip göreceğiz. Türkiye’nin ‘uzaktan’ tanıdığı Macar Komisyon üyesi Varhelyi bir kez daha ülkesini temsil edecek. Ancak genişleme porföyünü ona bir kez daha teslim ederler mi, bilemedim. Rum Kesimi ise henüz isim bildirmedi.
Genişleme Komiserinin kim olacağının şu safhada AB-Türkiye ilişkileri açısından pek önemi yok, zira yeni bir müzakere başlığının açılma ihtimali yok. Önemli olan ilişkileri rayında tutacak ve karşılıklı işbirliğini pekiştirecek isimlerin ön planda olması. Estonya Başbakanı Kaja Kallas’ın AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi sıfatıyla Ankara-Brüksel ilişkilerinin dizginlerini elinde tutması bu açıdan önemli.