Tiranlık sanatı

Sokrates’in sağlıklı ve mutlu bir toplum hayatı için düşündüğü devlet modelini anlatan Platon’un eseri olan Devlet’in yayım tarihinin M.Ö. 340 civarı olduğu bilinmektedir. Günümüzdeki devlet felsefesi üzerine temel kaynaklardan birini kaleme alan Platon’un eserinde tiranlık kavramını kritik ettiği bölümler ise oldukça etkileyicidir. Platon’a göre; zamanla halkın düşmanı konumuna gelen tiran, kendi güvenliğini sağlayabilmek için paralı bekçiler tutmak zorunda kalır. Tiran kendi güvenliği için cömerttir ama tabii bütün masrafları cebinden değil, devletin kutsal hazinelerinden ve halktan alacağı ağır vergilerle karşılama yoluna gider. Toplum değerlerinin tek kişi tarafından sömürüldüğü, halkın korunması gibi bir kaygı güdülmediği açıktır.

Şüphesiz, böyle bir yönetim altında yaşayan halkın mutlu olma şansı da yoktur. Tiran dilediğini yaparken hemen hemen bütün yurttaşlar, baskı altında, yoksulluk içinde, nefesleri kesilerek yaşar. Tiran; halkı ezmekten VE aşağılamaktan çekinmez. Her zaman yoksul kesimin yanında olduğunu onlar için çalıştığını söyler ama halkı daha da yoksul ve muhtaç hale getirir çünkü halk biat etmeyi benimsemiştir artık. Oysa kitleler itaat ederek kendi sonlarını hazırlar.

Tiranlık Antik Yunandan günümüze kadar çeşitli yönetim şekilleri ile devam etmiştir. Günümüz dünyasında da devam eden tiranlık yönetimi daha da baskıcı bir yönetim şekline dönüşmüş halde. Tüm ülkeyi kendi iktidar bahçesi olarak gören tiranlar mevcut.

TUHAF DEĞİL Mİ?

Binlerce yıl önceden günümüze ışık tutan ilkeleri ortaya koyan Devlet eserini okuyunca çağımızda da aynı hataların etrafında dönüldüğünü fark etmek oldukça tuhaf değil mi? Üstelik sadece tuhaf değil, mebzul miktarda ürkütücü de. Gelelim günümüze ve hal-i pür melâlimize…

2 Ağustos günü Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu kararıyla Instagram’a erişim kısıtlandı. Instagram’ın Hamas lideri Haniye’yle ilgili taziye mesajlarını sansürlemesi, platforma erişim engelinin gerekçesi olarak ortaya koyuldu. Dört gün sonra ise, galiz ifadelerde müseccel marka olan Cumhurbaşkanımız, AKP İnsan Hakları Başkanlığı’nca parti genel merkezinde düzenlenen İnsan Hakları Eğitim Programı’ndaki konuşmasında bu konuya da yer verdi. Konuşmasından birkaç cümleye yer vereceğim: “Devlet’in görevi; vatandaşlarına onurlu, müreffeh, huzurlu, temel hak ve özgürlüklerini serbestçe kullanabileceği bir düzen tesis edebilmektir. Klavyeler, kelimeler, harfler, düşünceler üzerindeki kısıtlamaları bir daha geri gelmemek üzere biz kaldırdık. Hiç kimseyi dışlamadan, kimseyi ötekileştirmeden, 85 milyonun her bir ferdini aynı samimiyetle bağrımıza bastık. Türkiye, hak ve özgürlükler alanında çağ atlamıştır. Hükümet olarak bizim kimsenin özgürlüğüyle, ifade hürriyetiyle, işiyle, aşıyla, ticaretiyle, hayat tarzıyla herhangi bir sorunumuz yok. Bugüne kadar da bu tarz yollara tevessül etmedik. Ne yaptıysak daima hukuk ve demokrasi zemininde yaptık.”

Etkileyici değil mi? Cumhurbaşkanı adeta Tanzimat Fermanı ilan etmekte. Sanki iktidarının 22. senesinde değil, yeni iktidara gelmiş de vaadleri sıralıyor. Sanki hukuku ayaklar altına alan, her eleştirene dava açan, bir milletvekilini AYM kararına aykırı olarak cezaevinde rehin tutan değilmiş gibi. Ama kimseyi inandıramıyor. Hayatın her alanını bu ülkenin yurttaşlarına dar etmesine; yaşam biçiminlerine, onun çocuk sayısına, bunun kırmızı rujuna, öbürünün etek boyuna, kimin anne olacağına karışmasından bezdik. Ve tabii en çok da hakaretlerden… Bu ülkede yaşayanlar; “zürriyetsiz, illet, sürtük, nabbas” gibi pek çok galiz ifadelere maruz kalmışken, en son olarak da cibilliyetsiz ve ev zencisi kelimelerinin eklenmesi ile başka bir merhaleye çıkıldı. Sebep açık; Cumhurbaşkanı’nın istediği şekilde üzülmek, sevinmek, yas tutmak icap etmekte yoksa kabul görmek namümkün.

Ülkedeki bazı değişkenler arasındaki ters orantı esasen endazenin iyice kaydığının da göstergesi. Zira Cumhurbaşkanı’nın arzularının metrekaresi büyüdükçe, ülkede nefes alacak alanlarımız iyice küçülmeye başladı. Hukuk güvenliğinde büyük tenzilat olan ülkemizde bazı görünmez formüller ile karşı karşıyayız. Ya hayatını kıyılara köşelere saklanarak yaşayacaksın ya illa onun gibi düşüneceksin ya toplumsal sedasyona kapılıp gideceksin ya da kendi gibi düşünmeyenleri aşağılayan, temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakan bu zihniyetle mücadele edeceksin.  Sekiz gün önce Instagram kapatıldı ama kapanmanın ardından birkaç saat sonra Cumhurbaşkanından Hayırlı Cumalar paylaşımı geldi. Yani yasağı koyanlara yasak yok ama bize var! Peki Instagram AKP’nin ilk dijital sansür vukuatı mı? Elbette değil. Ülkemizde Wikipedia, Youtube uzun süre erişime engellendi. Şimdilik; Booking.com, PayPal, Uber, Wattpad, Instagram, Roblox erişim engeli çemberinde. Tiktok’a erişim engelinin de eli kulağında. Geçtiğimiz hafta RTÜK, bazı sosyal medya platformlarında yayınlanan “sokak röportajları” veya “vatandaşın görüşü” gibi röportajlarından da hoşnutsuz olduğunu açıkladı. Yakında onlara da sansür geleceği kuşkusuz. Böyle sessiz kalındığı sürece sansürlere yeni merhaleler ekleneceğinin de kuşkusuz olduğu gibi…

Kendisi bir dezenformasyon aracına dönüşmüş bu düzene razı mıyız?

Hukuksuzluk, mantıksızlık diktasını kabul eder hale mi getiriyoruz kendimizi? Nereye gidiyor bu vaziyet?