TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Can Atalay'ın milletvekilliğinin TBMM'de düşürülmesi ile ilgili Yargıtay kararı okunurken tesadüf bu ya yurt dışındaydı. Aslında ortada tesadüf filan yoktu.
Kurtulmuş, kararın yokluğunda okunmasıyla vicdani sorumluluğundan kurtulacağını hesaplamıştı, hepsi bu kadar.
Nitekim Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesi ile ilgili karar bu işler için biçilmiş kaftan sayılan Bekir Bozdağ'ın başkanlığındaki oturumda okutuldu.
Oysa Kurtulmuş, TBMM Başkanı olarak Anayasa Mahkemesi'nin ilgili kararını gerekçe göstererek bu kararı Yargıtay'a iade edebilir, Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesinin önüne geçebilirdi.
Bunu yapmak istemedi çünkü Erdoğan'a karşı bunu yapacak cesareti yoktu. Yurt dışına çıkarak bu işten elini yıkayabileceğini zannediyordu.
Ve şimdi bomba dönüp dolaşıp yine kucağına geldi.
Anayasa Mahkemesi'nin, Yargıtay'ın kararının "yok hükmünde" olduğunu tespit eden kararı ile Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesi işlemi de yok hükmünde.
Kurtulmuş, vaktiyle görevini tam ve eksiksiz yerine getirebilmiş olsaydı, bugün böyle bir sorunu çözmek için de uğraşmayacaktı.
Şimdi kuşkusuz ki yeni bir süreç başlayacak ve bu süreçte de iktidar koalisyonunun hukuki laf cambazlıklarına tanık olacağız.
Dillerinden "millet iradesi" lafını düşürmeyenlerin bunu söylerlerken ne kadar samimiyetsiz olduklarını bir kez daha göreceğiz.
Çünkü bu arkadaşlar için "demokrasi" sadece işlerine geldiği zaman kabul gören bir kavram.
Onlar için Can Atalay'a verilen oylar ile mesela Bekir Bozdağ'a verilen oylar bir değil.
Türkün oyuyla, Kürdün oyunun bir olmadığını da belediyelere atanan kayyımlar sayesinde öğrenmiştik.
Bir not da Anayasa Mahkemesi'ne:
Bu kararı yayımlamak için Meclis'in tatile girmesini beklediğiniz anlaşılıyor.
Kimseye hesap vermesi gerekmeyen yüksek yargıçlar olarak bu vicdanınızda herhangi bir etki yarattı mı?
Yoksa Reis'i kızdırmamak endişesi, ettiğiniz yeminden daha mı ağır basıyor?
Karakolda doğru söylüyor ama
Adalet Bakanı sadece işine öylesi geldiği zaman demokrasiyi hatırlıyor
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Instagram'ın kapatılması ile ilgili bir soruyu yanıtlarken şunu söyledi:
"Özellikle Heniyye'nin öldürülmesi konusunda başsağlığı dileyen vatandaşlarımızın paylaşımlarına engel konuldu. Bu basın özgürlüğüne sığar mı? Eğer siz sosyal medya şirketleri olarak bazı paylaşımlara izin verecek bazı paylaşımlara izin vermeyecekseniz o zaman özgür bir ortam değilsiniz demektir. Dolayısıyla eğer siz basın özgürlüğüne inanıyorsanız, sansüre karşıyım diyorsanız o zaman o paylaşımların engellenmesine de karşı çıkmanız lazım."
Adalet Bakanı'nın durumu "karakolda doğru söyleyip, mahkemede şaşan" adamın durumuna benziyor.
Bir basın özgürlüğü savunucusu olarak doğru söylüyor ancak kendisinin Adalet Bakanı olduğu ülkede sansürden ve baskıdan geçilmediği gerçeğini unutuyor.
RTÜK'ün uyduruk gerekçelerle muhalif kanallara cezalar yağdırması, Açık Radyo'nun lisansını iptal etmeye kalkışmasına ne diyor, bilmiyoruz.
RTÜK'ün sadece bedelini ödeyen abonelerine yayın yapan video kanallarından içerik kaldırtması da Bakan'ın tanımına göre "sansür" değilse, nedir?
Adalet Bakanı sadece işine öylesi geldiği zaman demokrasiyi hatırlıyor.