Sağ popülist demagoji, sadece en popüler işleri, en çok istenenleri yaparak, en çok destek toplayacak adımları atarak ilerlemiyor. Bu sürdürülebilir yol değil. Hele iktidardayken, sürekli böyle davranmak zaten imkansız. O yüzden, “büyük çoğunluk” ile “ayrıcalıklı elitler” mücadelesini, kendi performansının dışına itip istismar edecek, bağımsız hadiselere ihtiyaç var. En önemli becerilerinden biri, zıtlıkların taraflarını belirleme ve kutuplaştırmanın hararetini yönetme işi ise işte tam burada devreye giriyor. Her zaman çoğunluk tarafında kalmayı becermek yanında, rakiplerine de muarız tedarik etmek önemli. Yaptığı bir iş -gayet açık biçimde- çoğunluğun istek ve çıkarlarına uygun olmadığında veya atılacak adımlar fazla destek toplamadığında bile, ciddi zarar görmekten korunuyor. Zıtlaşmanın taraflarını tayin etme imkanı, alkış alacağı hamlelerden daha etkili olabiliyor. Rakiplerini kendine uydurma açısından da böylesi daha faydalı. Bazen elverişli bir kutuplaşma yaratmak ya da kutuplaşmanın taraflarını belirleyebilmek, büyük destek temin edecek zahmetli ve “masraflı” hamlelerden çok daha verimli. Bazen de kendi yarattığı sorunlar için, başka sorumlular atayabilmek gibi bulunmaz fırsatlar sunuyor.
Yakın dönem hadiselere bir bakalım: 15 Temmuz’a neden olan ve herkesin gözü önünde yaşanan olayların, kısa bir sürede nasıl bambaşka bir “lütuf” haline geldiğini izledik. İktidar doğrudan parçası ve sorumlusu olduğu bir olayı, gücünü pekiştirmenin ve çok boyutlu kurumsal-kavramsal bir tasfiyenin meşru gerekçesi haline getirebildi. Şam’da cuma namazı kılma hayaliyle çıkılan yol, işgal projeleriyle ABD’nin kapısında beklemeyle ilerleyip, Suriye bataklığına vardı. Ancak bu dev hezimetten, hem “göçmen silosu” parası, hem ucuz emek hem de kutuplaştırma imkanı tedarik ettiler. Bugün, göçmenlerin evini ve dükkanını taşlayanlar, iktidarın payından usulen bahsediyor. Çözüm (Esat ile normalleşme) görüşmesi yine Erdoğan’dan bekleniyor ve öfke yine başka adres arıyor. Ekonomi başlı başına özel bir mevzu. Liyakat, “ekonominin kuralları hilafına davranmak” ve “ideolojik takıntı” iddialarına sıkıştırılan eleştiriler, “kıskanan Batı” ve “IMF iktisatçıları” söyleminin devamını sağladı. Şimdi ekonominin geleceği, Mehmet Şimşek’e içeride ve dışarıda açılan (mali-siyasi) kredilere bağlanmış durumda. Hukuk ve adalet sisteminin çökmesinin sorumlusu da, açılım peşindeki Erdoğan’ı engelleyen Bahçeli zaten.
Erdoğan’ın yüksek bir siyasi zekaya sahip olduğunu hiç düşünmedim. Ancak siyasi kurnazlığın dünya sıralamasında zirveyi zorlayan örnek olduğuna kuşku yok. Yukarıda saydığım vakalarda, Erdoğan’ın zıtlaşma taraflarını, neden-sonuç ilişkisini ve kutuplaşma dilini yöneterek sağladığı avantajları görmemek mümkün değil. Bu hadiselerden herhangi biri -hatta bu büyüklükte skandala yol açmadan- bir değil birkaç iktidar götürür, kariyerler söndürürdü. Oysa en sarsıcı beladan “Allah affetsin” diyerek kolayca sıyrıldı. Tarihin en büyük servet transferine imza atarken, “ekonomistliği” ile alay edenlerden ucuz savunma argümanları derledi. Marketleri veya pazarcıları ya da “Batı’yı” suçlu ilan etti. Kimi zaman savcısı kimi zaman hakimi olduğu davalarda belirleyici rolü hiç bırakmamış olmasına rağmen, her dönemde başka günah keçileri ya da “vesayet” odakları bulanlar çıktı. Gerilimden tek taraflı beslenirken, “gerilim çıkarmak istiyor” ürkekliği, politik uyanıklık sanıldı. Şimdi de yeni sayısal denge CHP lehine sürüyor -herkes kazanıyor- diye, “normalleşme” asıl kimin işine yarıyor hesabı yanlış yapılıyor.
Her şeyin seyrini değiştireceği iddiasındaki sembol davalar, beklenen sonucu vermedi. İktidar cephesinden kulaklara üflenen açılımlardan -o cenahta- bahseden kalmadı. Müfredat kararı, atamalar, ekonomik adımlar gibi somut hamlelerde herhangi bir değişim işareti görünmüyor. Bunlara ek olarak belediyelere, “borç saldırısı” ve köpek itlafı görevi yukarıda bahsettiğim düzeneğin mükemmel örnekleri olmaya aday. Emeklilere zam vermeyi engelleyen kaynak sorunu, meğer CHP’li belediyelerin borçlarıymış. Boğazlarını biraz daha sıkıp parasız bırakmak için adrese icra gönderilmeye başlanmış. Yıllardır bir şey yapılmadan seyredilen sokak hayvanları meselesini bundan sonra çözmeyen de yine muhalefet belediyeleri olacak. Hiçbir popüler faydası olmayacak gibi görünen hatta çoğunluk tarafından istenmeyen (zararlı) hamleleri yapıp üste çıkmanın süper formülleri gündemde. “Olsa veririz” veya “kimse merhametimizi sorgulamasın” diyerek aradan kolayca sıyrılıp, agresif tepkilere yeni adres gösteriliyor. Daha şimdiden, “yapıcı öneriler (hamleler) yapmak gerek” kompleksini giymeye gönüllü olanlar var.
31 Mart sonrasında CHP’nin stratejisi -zaman zaman çelişen veya birbirine rakip olan- iki temel ayak üzerinden ilerliyordu. Birincisi, normalleşme görüşmeleri üzerinden etkili ve muhatap alınan siyasi aktör haline gelmek. İkincisi ise belediyeler vitrininden, icraat (hizmet siyaseti) ve kişisel karizma göstermek. Her iki strateji de, muhalefetin “yapabilirlik” kompleksini aşmayı hedefliyor. İttifak siyaseti olarak gelişen ilk yol, müzakere siyaseti olarak yoluna devam ediyor. Hizmet siyaseti diye tanımlanan ve tercihlerden ziyade kadroları (aktörleri) mesele eden ikinci yol ise 2019’dan bu yana yürürlükte. Erdoğan şimdi bu iki yolu da kesecek karşı stratejileri birer birer devreye sokuyor. “Normalleşmede” inisiyatifini ele aldıktan sonra, kendisine tabi kıldığı bir meşruiyet zemini kurdu ve şimdi bildik küçümseme performansını işletiyor. İkinci yolu kesecek taktikler de gayet kaba. Kaynaklarını ve hareket imkanlarını kısıtlayarak, vitrine konulacakları azaltıyor. Bununla yetinmeyip, CHP ve muhalefet belediyeleri için (sokak köpekleri olayındaki gibi) yeni performans kriterleri üretiyor. Bu hamleler, Erdoğan’a istediği sonucu verecek mi bilmiyoruz. Fakat muhalefetin strateji seçeneklerini ve paydaşlarını artırmasının gerekli olduğu ortada. Çünkü iki yolun köprü başını Erdoğan tutuyor.