AKP belediyelere savaş açıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan baklayı ağzından çıkardı.

Anladık ki, AKP iktidarı muhalefetin, özellikle de CHP’nin elindeki belediyelere savaş açmaya hazırlanıyor, bu savaşın alt yapısı hazırlanıyor.

İktidar 2019 seçimlerinde elindeki en ağır topları, en güçlü zannettiği kozları sahaya sürmüştü.

İstanbul da, Ankara da 25 yıldır ellerindeydi ve öyle kalmalıydı. Bunları kaybetmek söz konusu değildi tam aksine İzmir zorlanmalı, Antalya geri alınmalıydı. Zaten belediyecilik AKP’nin işiydi, seçmen de bunu bilirdi.

Ancak sonuç beklendiği gibi olmadı. AKP bunu kabullenmekte zorlandı. Hele hele partinin en büyük rant kapısı İstanbul gidemezdi. Seçimi tekrarlama kararı aldılar. Oysa benim de aralarında bulunduğum birkaç kişi uyardı kendilerini. “Seçimi tekrarlarsanız hezimete uğrarsınız” diye. 1977’yi, Konya’yı, Keçeciler’in seçimini hatırlattım. Anlamadılar. Bir seçimi iki kez kaybetme başarısı gösterdiler.

Artık umutları CHP’nin beceriksizliğine kalmıştı.

Sular akmayacak, çöpler toplanmayacak, çukurlar kapatılmayacaktı. Baş örtülü bacılara eziyet edilecek, AKP’li bölgelere hizmet götürülmeyecekti.

O da olmadı. Hizmetler merkezi hükümetin engellemelerine, yatırımlara onay verilmemesine, kredilere izin çıkmamasına rağmen aksamadı. Çöpler toplandı, çukurlar kapandı. AKP’li bölgelere kent lokantaları açıldı. Türbanlı bacılara hiçbir şey olmadı.

Muhalefet aynı belediyeleri farkı açarak bir daha kazandı. Dahası tüm tehditlere rağmen bunlara başka iller de eklendi.

1994 seçimlerinden sonra yerel yönetimlerden iktidara yürüyenler, bu kez aynı şeyin rakipleri tarafından yapıldığını gördüler.

CHP yerelden oy kaybetmiyor tam aksine oy arttırıyor. Ülkeyi yönetebileceğini kanıtlıyordu.

AKP’nin tek Cumhurbaşkanı adayı varken, CHP yerelden iki Cumhurbaşkanı adayı birden parlatıyordu.

Üstelik artık şahsi inadı ile AKP’ye seçim kazandıracak bir Kılıçdaroğlu da yoktu.

Ve AKP ile lideri taktik değiştirmeye karar verdiler.

CHP’nin yerel iktidarı kendi haline bırakılmayacak kadar başarılı idi. Bu başarı AKP açısından tehlikeli olmanın da ötesine geçmişti.

Ve Cumhurbaşkanı dün savaşı ilan etti.

CHP’li belediyelerin parasal kaynakları kesilecek, AKP’li belediyeler döneminden kalan borçların tahsilatı için düğmeye basılacak, belediyelerin yasal olarak hak ettiği kaynaklar türlü bahanelerle kesilecek ve belediyeler parasız bırakılarak hizmetlerinin aksaması sağlanacak.

Sonra da dönüp “İşte başarısız oldular” denecek.

İktidarın gözü öylesine dönmüş ki, kent lokantaları bile hedef alınacak besbelli. 

“Yok öyle 25 kuruşa simit” denmesi boşa değil. AKP’li müteahhitlerin prim borçları, vergi borçları affedilirken belediyelerin prim borçlarının tahsili boşuna değil.

Ve artık eminiz ki, sokak köpeklerine karşı çıkartılmaya çalışılan yasa da bu planın ayrılmaz bir parçası.

Bu yasanın özellikle Ankara ve İstanbul belediyelerini hedef aldığı, bu belediyelerin sınırları içinde yaşayanlarla belediyeleri karşı karşıya getirmeyi amaçladığı çok ama çok belli. Buradan yeni bir toplumsal fay hattı çıkarmaya çalıştıkları, belediyeleri aşağı tükürse sakallılarla, yukarı tükürse bıyıklılarla karşı karşıya getirmek için bu yasayı çıkarmaya çalıştıklarını artık saklayamıyorlar.

Maksat, kentlerde huzuru bozmak.

Yoksa çok belli ki, bu yasaya karşı olan AKP’liler de var, destekleyen CHP’liler de.

Maksat, bu yasayı uygulatarak yerel yönetimler ile halkı karşı karşıya getirmek ya da uygulamayan belediyelerin karşısına halkın diğer bölümünü dikmek.

Yasanın cezai müeyyideleri ile başkanları hedefe koymak.

AKP’nin hedefi köpekler falan değil.

Köpekler üzerinden belediyelere bir cephe daha açmak.


İstanbul’un köpekli tarihi

İstanbul’un köpek meselesi hayli eskidir. 

Bugüne has zanneden yanılır. Her yol denenmiştir. 

Ve bir Batı tavsiyesi ve yöntemi olan öldürmekle çözülmeyeceği açıktır.

Size Cüneyt Bender’in 2017 tarihli bir makalesinden birkaç alıntı ve birkaç fotoğraf sunmak istiyorum.

Makalenin girişinde İtalyan gezgin ve yazar Edmondo de Amicis’in 1874 yılında yayınlanan Constantinopoli adlı eserinden bir pasaj yer alıyor. (Kitap Reşat Ekrem Koçu tarafından 1938 yılında Türkçeye çevrildi)

150 yıl önce yazar İstanbul’u şöyle anlatıyor.

“İstanbul devasa bir köpek kulübesidir. Herkes buraya adım atar atmaz bunun farkına varır. Köpeklerin hepsi birden tasmasız, isimsiz, evsiz, kuralsız ve son derece özgür bir serseriler cumhuriyeti oluştururlar. Miskinlik İstanbul köpeklerinin en belirgin özelliğidir. Sokağın ortasında beşli, altılı, onlu sürüler halinde ya dizilip, ya halka olarak kıvrılıp, hayvandan çok bir tezek yığınına benzer bir şekilde yatarlar ve orada sağır edici bir velvelenin ve hayhuyun ortasında gün boyunca uyurlar. İstanbul’un köpek nüfusu da insan nüfusu gibi mahallelere ayrılmıştır. Her mahalleyi, her sokağı mesken tutan ya da sahiplenen belli köpekler, akrabaları ve arkadaşları ile oradan hiç ayrılmazlar ve yabancıları da sokmazlar. Bir tür devriye hizmeti üstlenirler.”

İtalyan yazarın böyle anlattığı İstanbullu köpeklere karşı ilk mücadeleyi başlatan Padişah 2. Mahmut’tu.

Köpekleri Sivriada’ya sürme kararı aldı. Binlerce köpek sokaklardan toplandı, kafeslere koyularak Sivriada’ya yollandı. Balkan Savaşı nedeniyle hazinede para kalmayınca, bu köpeklere yiyecek götüren kayıkçılar gitmez oldu. Köpekler açlıktan birbirlerini yediler. Ulumaları şehre kadar ulaştı aylarca. Öyle ki, Sivriada’nın adı bu nedenle Hayırsız Ada’ya döndü halk arasında. Bu sürgün Mahmut’tan sonra, 1910’da 100 bin köpeğin sokaklardan toplanarak öldürülmesine kadar sürdü.

Batılılar ise bunu bir ekonomik değer olarak görüyorlar ve köpek ölülerine 4 frank değer biçiyorlardı. İtlafın ekonomik değeri o zamanın parası ile 300 bir frank civarındaydı. Bu işten para kazananlar oldu. 

İstanbullular ise o zaman da köpekleri kurtarmaya çalışıyorlar, evlerinde, bahçelerinde saklıyorlardı. Köpek itlafını projelendirenin Batılılar olduğu anlaşılıyordu ve halkın önemli bir bölümü tepki gösteriyordu. 

Ve bakın bu fotoğraflar o yıllardan… Biri, Karaköy rıhtımında turistleri karşılayan bir köpek sürüsü. Diğeri, kentin tam orta yerinde bir beyefendi tarafından beslenen köpeklerin görüntüsü. Deniz kenarındakiler ise 2. Mahmut’tan sonra da süren Sivriada sürgününde, adanın yakınından bir tekne geçince deniz kenarına koşup, yardım ve yiyecek bekleyen köpeklerin fotoğrafı.  

Kıyım İstanbul’un işgalinde de sürdü.

İstanbul’da ikinci köpek kıyımı Cemil Topuzlu’nun başkanlığı döneminde yaşandı.

Son olarak da 12 Eylül sonrası köpek kıyımı yaşandı. Darbeden sonraki ilk seçilmiş başkan olan Bedrettin Dalan da “çaktırmadan” epey bir köpek toplatıp itlaf ettirdi.

1990’lardan sonra ise bu kez kentin kuzeyine doğru sürüldü köpekler. Bölgedeki barınaklar ise gözlerden uzakta sorun çözmek için kullanıldı sadece. Kent oraya doğru da yayılınca şimdi de toplu itlaf söz konusu.

“Yaradılanı severiz yaratandan ötürü” diyenler şimdi “Allah yarattı” demeden kedi köpek katledecekler.

Ne diyeyim.

Allah affetsin…


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

 İnsanlığımızdan utandıracak kararlara evet demediğimiz zaman.