15 Temmuz için tiyatro da dendi, kontrollü darbe de.
Bunu söyleyenler 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni, Reichstag Yangını ile eşdeğer hale getirmek isteyenlerdi.
Ben kendi adıma bu darbe girişimini bir tiyatro olarak göremedim.
Ancak başarısız ve aptalca bir girişim olduğu kuşkusuzdu ve “Böyle darbe mi olur kardeşim” diyenlere de hep şunu söyledim.
“Soru çalarak orduya sokulmuş ve kumpas davaları sonucu terfi ettirilmiş bir grup yavşağın yapacağı darbe de anca bu kadar olur.”
Bugünün FETÖ sövücüsü, o günlerin FETÖ övücüsü birtakım kalemler de zaten bir darbe olasılığını sürekli gündemde tutarak, özellikle hükümetin dershaneler karşısındaki tavrını ve 17 Aralık 2013’ten sonra başlayan süreci durdurması için iktidara aba altından veya üstünden sopa gösteriyorlardı.
AKP iktidarı ise her zamanki aymazlığı içinde, olan biteni görmekten aciz hâlâ toplumu “alnı secde görenler ve görmeyenler” olarak ikiye bölüyor ve alnı secde görenlerden zarar gelmeyeceğini zannediyordu.
Darbe girişimi, aslında planlanandan önce başladı ve bu yüzden de “komedi”ye dönüştü çünkü darbeciler ordu içindeki Atatürkçü subayları yanlarına çekememişlerdi ve darbenin sızmasından korktukları için düğmeye erken bastılar.
Pek de ince bir kitap olmayan “Türk darbeler tarihine” akşamüzeri başlayan ilk darbe girişimi olarak geçtiler.
Dediğim gibi, bu darbenin bir tiyatro olduğunu asla düşünmedim ama darbe sonrası gelişmeler bende hâlâ soru işaretlidir ve bu soru işaretleri asla kalkmayacaktır.
1. Herkes Adil Öksüz’ün yakalanıp serbest bırakılmasını darbenin bastırılmasından sonraki en büyük gaflet olarak görüyor. Doğru ama FETÖ’nün yargı ve emniyetteki örgütlenmesini bilenler için bu sürpriz değil. Bendeki asıl büyük soru işareti, darbe girişiminin ertesi günü Çankaya Köşkü’nde yaşananlardır. Darbe gecesi, en yakınları tarafından rehin alınarak Akıncı Üssü’ne götürülen dönemin Genelkurmay Başkanı darbe bastırıldıktan sonra helikopterle o sırada Başbakan Binali Yıldırım’ın kullanımında olan Çankaya Köşkü’ne getirildi. Yanında Tümgeneral Mehmet Dişli vardı ve birlikte Çankaya’daki toplantılara girdiler. Oysa Mehmet Dişli, darbenin önemli isimlerinden biriydi ve FETÖ’cü idi. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar niye helikopterden iner inmez Mehmet Dişli’yi tutuklatmamış, Çankaya Köşkü’ne sokmuştu? 8 yıl sonra ben hâlâ bu sorunun yanıtını bilmiyorum.
2. Darbe girişiminden sonra FETÖ’cülere yönelik operasyonlar başladı. Bunların bir bölümü iş dünyasındaki FETÖ’cüleri hedef alıyordu. Bu iş gruplarından ikisine çok ağır operasyonlar yapıldı. Mallarına el koyuldu. Bu gruplardan birinin patronu hâlâ kaçak ve Londra’da yaşıyor, diğerleri ise hapiste. Ama en az onlar kadar FETÖ bağlantılı olduğu bilinen başka iş adamlarına dokunulmadı bile. Hatta bazıları sonrasında da palazlanmaya ve iktidar tarafından kayırılmaya devam ettiler. Neye göre ayrım yapıldı bunun yanıtı da hâlâ bende yok.
3. Yıllarca FETÖ’cü kimliği ile bilinen ve hatta bununla övünenlerden bazıları yakalanıp içeri atıldı, bazıları yurt dışına kaçtı. Bazılarına ise dokunulmadı bile. Hatta terfi ettirilenler oldu. En az Hakan Şükür kadar Fethullahçı olduğunu bildiğimiz kimi futbolcular, kendini FETÖ’nün sözcüsü gibi gösterip güç devşiren bazı gazetecilere kimse dokunmadı bile. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan 17 Aralık 2013 diye bir milat uyduruldu. Siyasetin uydurduğu bu hukuksuz milada yargı da uydu. Yargı neye dayanarak bu saçma sapan tarihi benimsedi bunu da hâlâ çözemedim.
4. Bank Asya’da hesabı olanlar bile mercek altına alınır ve kamu kurumları maaşları oradan ödediği için mecburen bu bankayı kullananlar FETÖ’cü diye mimlenirken, bu bankanın yöneticilerinin SPK Başkanlığına atanmasını ise hiçbir zaman anlayamadım. Kimsenin de bunu anlatabileceğini zannetmiyorum.
5. Darbe girişiminden önce o zaman henüz FETÖ olarak anılmayan ama 17 Aralık nedeniyle mercek altına alınmış olan cemaati soruşturmakla görevlendirilmiş ve milliyetçi tandanslı bir savcı beni davet etti ve uzun uzun Gülen Cemaati’nin örgütlenmesini gösterdi. O günlerde benim bile negatif bakmadığım yurt dışındaki okulların aslında birer CIA üssü olduğunu, yurt içinde ise her yere sızdıklarını detaylı bir biçimde anlattı. Sonra da “Bunlarla mücadele için gerekirse 400 bin kişiyi tutuklarız.” dedi. “Çok değil mi?” diye sorunca “Az bile” dedi ve ekledi “12 Eylül’de 400 bin kişi tutuklanmıştı. Yine tutuklarız”. Ben de savcının adını vermeden bunları yazdım. FETÖ’nün yayın organları hemen saldırıya geçti. Ve ilginçtir savcı önce İstanbul’da küçük bir Adliye’ye sürüldü oradan da başka ile tayin edildi. Bunu nasıl ve kim yaptı hiç öğrenemedim. En azından darbe girişimi sonrası yeniden etkin bir pozisyona getirilebilirdi. Getirmediler. Niye anlamadım.
Darbe girişimi ile ilgili değil ama sonrası ile ilgili başka soru işaretlerim de var ama en önemlileri bunlar.
Ve hâlâ pek çok FETÖ’cü devlet içinde ve iş dünyasında etkin.
Bu yüzden de ben darbe girişimini asla ve asla bir tiyatro olarak görmedim.
Ama sonrasında olanlar, yani FETÖ ile mücadele iddiası bence ciddi bir tiyatrodur.
Ve zannederim Erdoğan’a rağmen sahneye konmaktadır.
Ünsal Ban diye biri vardı
Bu arada yukarıdaki yazıda Bank Asya’dan SPK Başkanlığına terfi ettirilen kişiden bahsetmişken aklıma geldi.
THK Üniversitesi eski rektörü Ünsal Ban diye biri vardı.
AKP milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu ile evliydi ve boşanma sürecinde pek çok iddia ortaya atmıştı.
Bunlardan bazıları milletvekili eşi ve SPK Başkanı ağabeyi Ali Fuat Taşkesenlioğlu hakkındaydı.
SPK’da rüşvet karşılığı iş yapıldığını, SPK Başkanı’nın rüşvet karşılığı iş yaptığını söylüyordu. Sedat Peker de bu kişinin 180 milyon dolar serveti olduğunu açıklıyordu.
Bu iddialar soruşturulmadı ama bu iddiaları ortaya atan Ünsal Ban 2023 başında tutuklandı. 2023 Ekim ayında serbest bırakıldı.
Kendisinden de bir daha haber alınamadı.
Tam da fıkradaki gibi oldu.
Ali’nin sorduğu sorulara “Zil niye erken çaldı, Ali nerede” soruları eklendi.
27 Mayıs Bayramı’nı hatırlayan var mı!
15 Temmuz’un hakiki bir darbe girişimi olduğundan şüphe etmeyen muhaliflerin bile sorduğu bir soru ya da yaptığı bir eleştiri var.
“Darbe girişimi bayram diye kutlanır mı, en azından o gün hayatını kaybedenlere ayıp değil mi?”
15 Temmuz bir bayramdan çok bir anma günü olarak adlandırmak daha doğru olur ve ne yazık ki, Türkiye’nin geleneğinde böyle şeyler vardır.
Konjonktürel anma ve kutlama günleri.
Gençler hatırlamaz bırakın hatırlamayı bilmezler ama Türkiye’de eskiden 27 Mayıs’ta yani 27 Mayıs 1960 darbesinin yıldönümünde kutlanan bir bayram vardı.
Adı da “27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı” idi.
Ve nasıl ki 23 Nisan TBMM’nin, 30 Ağustos TSK’nın, 29 Ekim Cumhurbaşkanı’nın bayramı ise 27 Mayıs’ın sahibi de Anayasa Mahkemesi idi.
Törenler Anayasa Mahkemesi’nde yapılır tebrikler ona iletilirdi.
27 Mayıs darbesini yapanların 1963 yılında ilan ettiği bayram 12 Eylül darbesinden iki ay sonra ilga edildi ve bir daha da kutlanmadı.
Muhtemelen yeni darbeciler eskisini kutlamaya gerek duymadılar.
Zaten askıya aldıkları Anayasa’nın nesini kutlayacaklardı.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Mücadele mücadele etmek için yapıldığı zaman.