Temel meselelerimiz arasında sayılan birçok problemden daha önemlisi, “iktidar müslümanlığı” haline gelen; siyaset istifade edecekse her fetvayı, her ruhsatı mümkün gören zihniyettir. Dinin hedefini siyasi iktidar, dindarlığı siyasal kudret ve en nihayet imanı güç oyununun malzemesi zanneden bir zihniyet.
Bu zihniyet birden ortaya çıkmadı, bu rüzgar durup dururken esmedi. Hepsi adım adım, hatta sindire sindire geldi. Önce iktidar lezzeti tadıldı, ardından biraz daha fazlası arzulanır oldu ve en nihayet bütün zevkler gibi bağımlılık halini aldı. İktidar gücünden zerre miktar eksilecek olursa dine ve dindarlığa halel geleceği kanaati böylelikle en kesin ve tartışılmaz fikir haline geldi. Dinde, gelenekte ve insanlık tecrübesinde olmayan türlü cevazları bol kepçeden yağdıran din adamı grubu da fetvalarıyla bu düzene eşlik edince, mevcut tabloya vasıl olduk elhamdülillah!
Siyaset sınıfı değerleri korumak bahanesiyle tam aksine onları yıpratıp değersizleştirirken, destekçileri ve sokaktaki takipçileri de aynı yolu izledi. Lider, işine gelince nass ile herkesi susturup, sonra nass’ı olmadık ekonomik felaketlere alet edip, işler sarpa sarınca geri dönüp en yüksek faizi verince; destekçileri de kendi hayatlarında aynı yolu izlemekte beis görmez oldu. İktidarı korumak ve iktidarın bir parçası olmak hiyerarşisi böyle pragmatik örneklerle kuruldu. Gücü korumak için bütün değerler feda edilebilir oldu.
Sosyal medyada yayınlanmış kısa bir video var. Bu hususlarda hassasiyet sahibi bir ağabeyimiz dikkatimi çekti. Genç bir vaiz anlatıyor: “Eskiden faiz ve krediyle ilgili çok sorular gelirdi. Hocam çok dara düştük, bankaya gidip kredi çeksek bu faiz olur mu diye sorarlardı. Artık bunları kimse sormuyor biliyor musunuz? Çünkü hepimiz battık…”
Özetin özeti bir paragraf. Vaizin kasdettiği batışın anlamı kısa konuşmasındaki cümlelerden belli. Batan ne sadece ekonomi, ne de güneş! “Batış”, dindarlıkta, imanda ve hassasiyette rekorlar kırıldığı iddia edilen bir dönemde yaşanan çöküşün adıdır. Hep birlikte, el ele, koşar adım itikattan, ilkeden ve hassasiyetten uzaklaşmak ve bunu umursamamaktır. İşler yolunda giderken dine, diyanete hiç olmazsa riayet eder gibi görünenlerin, hava bozulunca bunu dahi yapmaktan uzak durmalarıdır. Sadece faiz değil, kim bilir artık başka hangi konularda fetva sorulmuyor?
Ayrıca, fetva soramaz çünkü alacağı cevabı biliyor. O zaman da herkes adına fetva veren birisi varken bu atmosferden istifade etmeyi tercih ediyor. İktidarın devamı namına her şeyin caiz olduğunu görürken kendine bir miktar kaytarmayı hak görüyor. Bu çelişki de ahlakın ve değerlerin değil fırsatçılığın, prensiplerin değil gücün kudretin alanını büyütüyor.
Mesele, faiz fetvasının daha az sorulması değil, hayatını dine göre düzenleyenlerin ihtiyaç duyduklarında kendi kendilerine dinin payını azaltma fetvasını kolaylıkla verebilmelidir. Verebiliyorlar çünkü adı konulmamış siyasi hiyerarşi sayesinde yukarıdan aşağıya aynısını yapanlar vardır.
Dindarlıkta nam salınan devrin geldiği bu nokta, trajedidir. Bunun da ağır sorumluluğu vardır.
Bir iktidar bir dönemi tümüyle sahiplenmişse, değerler adına, din adına veya davası adına her şeye damga vurmaya ahdetmişse; fizikte, metafizikte, bilimde, dinde, inançta kendi bildiğinden gayrı her fikri yaftalıyorsa sorumluluğa da hazır olmalıdır. Ortadaki trajedinin ve yenilginin; bilhassa da korumak iddiasıyla yola çıktığı değerlerin iflasındaki sorumluluğu kabul etmek zorundadır.
Gelin görün ki sorumluluk alabilmek de bir “değer”dir ve ortalıkta böyle bir kabiliyet görünmemektedir.