Kara Havacılık’ta görevli Binbaşı H.A., Ankara’da bir taksiden inip, MİT yerleşkesine girdiğinde tarih 15 Temmuz 2016, saat 14.45 idi.
O saatten, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ın, Akıncı Üssü’ne götürülmek üzere derdest edildiği saat 21.00’e kadar geçen sürede yaşananların mantıklı bir açıklamasını hala öğrenemedik.
Olayın iki baş kahramanı zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ve zamanın MİT Müsteşarı Hakan Fidan, TBMM’de darbeyi araştırmak üzere kurulan komisyona gelip, soruları şahsen yanıtlamayı reddettikleri için de sorular 8 yıldır ortada duruyor.
Bu soruları önce darbe girişimini izleyen günlerde sordum. Daha sonra darbe girişimin yıldönümlerinde hatırlattım; aldığım yanıt sessizlikten ibaret.
Darbe girişiminin sekizinci yılında, 15 Temmuz 2016 günü şehit olan 251 vatandaşımızın bu soruların yanıtlarını hak ettiklerini bir kez daha hatırlatarak soracağım ki unutulmasın, günün birinde yanıtlarını alabilelim.
* * *
1 – Kara Havacılık’ta görevli bir Binbaşı’nın “üç helikopterle MİT Müsteşarı kaçırılacak” ihbarı Org. Akar ve Müsteşar Fidan tarafından nasıl oldu da bir “darbe girişimi ihbarı” olarak değerlendirilmedi?
Bunun bir darbe girişimi olarak değerlendirilmediğini şuradan biliyoruz:
Bu ikilinin Genelkurmay’daki toplantısının ardından MİT Müsteşarı, zamanın Diyanet İşleri Başkanı ve Suriye Ulusal Koalisyonu eski başkanı Muaz Hatip ile akşam yemeğine gitti.
Darbe bekliyor olsaydı, her halde “aman çorbam soğumasın” diye 20.20’de koşturarak Genelkurmay’dan ayrılmazdı.
Genelkurmay Başkanı, saat 18.30’da MİT Müsteşarı’na “seni rahatlatalım” diyerek, birliklerine şu emirleri verdi:
* İkinci bir emre kadar Türk hava sahası askeri araçlara kapatılacaktır.
* Havada bulunan tüm uçaklar ve helikopterler derhal yere indirilecektir.
* Zırhlı birliklerin herhangi bir nedenle kışla dışına çıkışı yasaklanacaktır.
MİT Müsteşarı, neden endişe ediyordu ki “rahatlatılması” gerekti?
Bu kadar endişelendiyse neden çorba içmeye gitti?
Endişelendiyse neden Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı, İçişleri Bakanı’nı uyarmadı?
Fidan, bir darbe girişiminden kuşkulandıysa da Akar’ın bunu o kadar ciddiye almadığını, o ciddiye almayınca da Fidan’ın da “gideyim bari çorba soğumasın” diye düşündüğünü mü varsaymalıyız?
Zamanın Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Ümit Dündar, TBMM komisyonundaki ifadesinde, “darbe ihbarı alınsaydı, Genelkurmay Başkanı’nın başka emirler de vererek, girişimi en başından engelleyebileceğini” söylemişti.
O tarihte Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakal da bu “başka emirlerin” ne olabileceğini şöyle anlatmıştı:
“Silahlı Kuvvetlerde kriz ve olağanüstü durumlarda haber alınır alınmaz ilk tedbir olarak ‘Personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı, darbe girişimi baştan açığa çıkardı.”
Nitekim Güvercinlik Üssünde darbe günü yaşananlar bu görüşü doğruluyor.
Darbeciler, nöbet çizelgelerini önceden değiştirerek, o gün mesai saatinden sonra üste sadece Fetullahçı subay ve astsubayların kalmasını sağlamışlardı.
O gün devlete ve kanunlara bağlı subaylar kışladan uzakta tutulmuş ki darbe girişimini engellemeye kalkışmasınlar. Genelkurmay Başkanı, gelen ihbarı bir darbeye kalkışılacağı yönünde değerlendirip “Kışlalar terk edilmeyecek” emrini vermiş olsaydı, Fetullahçıların darbe planı, askerler daha kışladayken engellenebilirdi.
Darbe girişimi kışlalarda bastırılmış olsaydı, bu kadar sivil vatandaşımız da hayatını kaybetmezdi.
Nitekim, Malatya’da, darbecilerin verdiği emri dinlemeyen Albay Hakan Keleş, helikopterlerin başına birer asker dikerek oradaki girişimi engellemiş. Kanunlara bağlı, emir-komuta zincirine sadık başka subaylar da başka kışlalardaki hareketleri önleyebilirler miydi?
Önleyebileceklerini biliyoruz.
Şehit Astsubay Ömer Halisdemir’in, Korgeneral Aksakallı’nın emriyle darbeci Semih Terzi’yi engellemesi ve bunun sonucundaki şehadeti de bir başka kanıt.
Öte yandan MİT’in, TBMM Araştırma Komisyonu’na gönderdiği raporda da H. A.’nın darbe ihbarında bulunmadığı, MİT Müsteşarı’na saldırı ihbarında bulunduğu belirtiliyor. Şöyle bir bölüm de var bu raporda: “MİT tarafından daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda, FETÖ / PDY’nin darbe girişiminde bulunabileceği bildirilmiş olmakla birlikte, TSK bünyesinde istihbarat toplanamadığından, darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbara daha önceden ulaşılamamıştır.” “TSK bünyesinde istihbarat toplanamaması” konusu mazeret uydurmaktan ibaret.
MİT’in, üst düzey askerlerle ilişkili FETÖ’cüleri takibine bir engel yoktu ve bunların sivil giysilerle bir evde toplandıklarını bulması işten bile değildi.
Bunun takip edilmemiş olmasında MİT içinde yuvalanmış Fetullahçıların ne kadar rolü oldu, bilemiyorum. Ancak MİT’in sivil imamların kimliğini bilmemesinin mümkün olmadığından eminim.
Darbe girişimi ile ilgili kararlar da FETÖ’nün imamlarıyla, sivil giysili generallerin böyle bir toplantısında alınmıştı.
Şimdi cümlenin başına dikkatinizi çekmek istiyorum:
“MİT tarafından daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda, FETÖ / PDY’nin darbe girişiminde bulunabileceği bildirilmiş olmakla birlikte…”
Demek ki yetersiz bir istihbarat da olsa MİT, Fetullahçıların bir darbeye kalkışabileceği bilgisine sahip.
Bunu bilen MİT Müsteşarı, kendisinin kaçırılacağı ile ilgili ihbarı nasıl olup da bir “darbe girişiminin başlangıcı” olarak göremedi?
Akar ve Fidan, bunu darbe girişimi ihbarı olarak görmedilerse ne zannettiler?
Bazı askerler, helikopterleri de kullanarak Müsteşar’ı kaçıracaklar ve fidye isteyecekler diye mi düşündüler?
“Bazı askerler”, buna cüret edebilecekler ise bu, çok daha büyük başka bir planın işareti olarak görülmeliydi.
Akar ve Fidan, bu hatalı değerlendirmeyi hangi zihinsel süreçlerin sonunda yaptıklarını açıklamadılar, hatalarını da kabul etmediler.
Onların bu hatasının bedelini o gece hayatını kaybedenler ve yaralananlar ile bütün Türkiye ödedi.
İşin ilginci, bu darbe girişimi sırasında ailesi ile çok ciddi ölüm tehlikesi atlatan Cumhurbaşkanı da bunun hesabını sormadı.
Birini terfi ettirip önce Milli Savunma Bakanı, sonra milletvekili yaptı, diğeri uzun süre aynı görevde kaldı, şimdi Dışişleri Bakanı!
2 – MİT Müsteşarı, niye Cumhurbaşkanı’nı hemen uyarmadı?
Genelkurmay’daki “değerlendirme” devam ederken MİT Müsteşarı, Marmaris’te bir otelde tatil yapan Cumhurbaşkanı’nı aradı.
Cumhurbaşkanı’nın istirahatte olduğunu öğrenince, konunun hayati önemde olduğunu söyleyip, uyandırılması için ısrarcı olmadı.
Koruma Müdürüne, bir olay olursa, Cumhurbaşkanı’nın güvenliğini sağlayıp, sağlayamayacağını sordu.
Koruma Müdürü, yeterli adamı olduğunu, güvenliği sağlayabileceğini söyledi.
Fidan Bey, ağır silahlarla donanmış askerlerin, Cumhurbaşkanı’nı ele geçirmeye çalışırlarsa, koruma ekibindeki polislerin ellerindeki hafif silahların korumaya yeteceğini nasıl düşünebildi?
Darbe girişimi başladığında da MİT Müsteşarı Cumhurbaşkanı’nı bir kez daha aramadı. Niye aramadığını da açıklamadı.
Sadece bu da değil.
MİT Müsteşarı, o tarihte doğrudan Başbakan Binali Yıldırım’a bağlıydı.
Binbaşı H.A.’nın ihbarından da Hulusi Akar ile görüşmesinden de o an için verilen emirlerden de Başbakan Binali Yıldırım’a bilgi vermedi.
Zamanın Başbakanı Binali Yıldırım, darbe girişiminin başladığını bizlerle birlikte öğrenebildi.
Başbakan Binali Yıldırım daha sonra şöyle anlatacaktı:
“Darbe girişiminin başladığını biz hemen hemen 15 dakika sonra öğrendik. Kimden öğrendik, yakın korumalarımızdan ve vatandaştan, eşimizden, dostumuzdan öğrendik. Ondan önce bize tehdidin boyutu hakkında bir bilgi gelmiş değil.”
Fidan, Başbakan’ı niye aramamıştı? Yanıtını hâlâ alabilmiş değiliz.
O tarihte İçişleri Bakanı Efkan Ala idi. Bakanlıktaki Fetullahçılar ile mücadele için o göreve getirildiği de bir sır değil.
Fidan, İçişleri Bakanı’nı da aramadı. İçişleri Bakanı’nı uyarma gereğini duymadı.
Bunun nedenini de hala bilmiyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anadolu Ajansı'nın olduğu basın mensuplarına açıklama yaptığı sırada
3 – Cumhurbaşkanı tatile çıktığında askeri yaverleri yanında değildi. Bu Cumhuriyet tarihinde daha önce hiç görülmemiş bir durum.
Tatile götürülmedikleri gibi, Erdoğan’ın nereye gideceği de kendilerinden saklanmıştı.
Koruma Müdürü, yaverlerden birinin Cumhurbaşkanı’nın yerini öğrenmek için çok ısrarcı olduğunu da daha sonra söyleyecekti.
Bu durumda Cumhurbaşkanı’nın yaverlerini götürmemesini ve bulunduğu yeri onlardan saklamasını nasıl değerlendirmeliyiz?
Cumhurbaşkanı bir darbeden mi şüpheleniyordu ki yaverleri Ankara’da bıraktı ve yerinin onlara söylenmemesi talimatını verdi?
Cumhurbaşkanı bir darbeden şüphelenerek asker yaverlerini “ekip”, tatile çıktıysa, nasıl oldu da Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı, Binbaşı H.A.’nın ihbarını “bir darbe girişimi ihbarı” olarak değerlendirmediler?
15 Temmuz ile ilgili soruşturmalar ve davalar daha çok darbecileri hedeflediği için, masanın diğer tarafındaki sorumlular ile ilgili etkin bir soruşturma yürütülemedi.
TBMM Komisyonu’nun AKP’li üyeleri de herkesi dinlediler ama Fidan ve Akar’ı dinlemek konusunda ısrarcı olmadılar.
Komisyonun hazırladığı rapor da ortada yok, rapor, yayınlanmadan kayboldu.
Eğer Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakanı Binali Yıldırım, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’na “Gidip ifadenizi verin” deselerdi, anlardık ki onlar da bu konu aydınlansın istiyorlar. Ama böyle bir talimat verilmedi.
Bu konunun karanlıkta kalması Erdoğan ve Yıldırım’ı hiç rahatsız etmiyor mu?
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar
4 – Genelkurmay Karargâhındaki önemli görevlere atanan subayların Fetullahçılar arasından özel olarak seçilmesini kim sağladı?
Genelkurmay Karargahındaki önemli görevlerdeki subayların çok büyük bölümü, darbe girişimine katıldı.
Hatta darbe girişiminin liderliğini bu subaylar yaptı.
Yukarıda da hatırlattığım gibi bir MİT raporu, Fetullahçı çetenin bir darbeye kalkışabileceğini vurguluyordu.
Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar, elinde böyle bir rapor varken, karargahındaki subayların Fetullahçılar arasından seçilmiş olmasını nasıl açıklıyor?
Bunu bilmiyoruz.
Bildiğimiz şu: TSK geleneklerine göre, Genelkurmay Başkanı’nın açık onayı olmadan karargahına herhangi bir subayın otomatik olarak tayini söz konusu olamazdı.
Mehmet Partigöç, Mehmet Dişli gibi Fetullahçı çetenin önemli isimlerinin Fetullahçı olduğunun TSK içinde yaygın olarak bilindiği de bir başka gerçek.
Hatta Mehmet Dişli’nin darbe girişiminden önceki Yüksek Askeri Şura’da “mutlaka emekli edilmesi” konusunun gündeme geldiğini, bunun “devlet tarafından engellendiğini” de Ahmet Davutoğlu, henüz AKP ile yolları ayrılmadan önce açıklamıştı.
Davutoğlu’nun sözünü ettiği, Fetullahçı generali koruyan “devlet” kimdi?
Akar, karargahına bu isimleri neden seçtiğini ve MİT raporuna rağmen neden ısrarla orada tuttuğunu da açıklamalı.
5 – Darbeci Dişli, akşama kadar kriz merkezinde nasıl kalabildi?
Darbenin bastırılmasının ardından Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, bir helikopter ile Çankaya Köşkü’ne geldi ve buradan darbecilere karşı yürütülen harekâtı yönetti.
Kendisini derdest edip, Akıncı Üssü’ne götürenlerden biri olan Mehmet Dişli de yanındaydı ve Akar, helikopter inince Dişli’nin tutuklanmasını istemedi.
Dişli, o gün akşam üzerine kadar Başbakanlık Kriz Merkezi’nde kaldı, biraderi Türkiye’nin Hollanda Büyükelçisi Şaban Dişli’ye bilgi verdi ve ancak akşamüzeri merkeze gelen polislerce tutuklandı.
Akar, Dişli’nin helikopterde kendisiyle birlikte gelmesine niye itiraz etmedi, niye inince tutuklatmadı? Bu da hâlâ yanıt bekleyen bir soru.
15 Temmuz 2016 gecesi, İstanbul Boğaz Köprüsü
6 – Onun için hep bu soruyu soracağız: Bu darbe girişimi en başından önlenebilir miydi?
15 Temmuz’da hayatlarını kaybedenler, bugün aramızda olabilirler miydi?
Erdoğan, Cumhurbaşkanı olduğu sürece bu sorulara yanıt alamayacağımızı da artık biliyoruz.
Çünkü, Erdoğan, ilk günden beri darbe girişiminin ardındaki gerçekleri öğrenmek için en küçük bir adım bile atmadı.
TBMM Komisyonu’nu çalıştırtmadı, Akar ve Fidan gibi kamu görevlilerinin bu komisyona ifade vermeleri için ısrarcı olmadı.
Öyle görünüyor ki yazabildiğim sürece her yıl aynı soruları, tam da bu tarihte soracağım.