AKP içinde Osman Kavala muharebesi

Osman Kavala davası yeniden görülecek mi? 

Konu Adalet Bakanlığı’nın önünde ve deyim yerindeyse artık yumurta kapıya dayandı. Dayandı, çünkü Türkiye 16 Temmuz’da davaya ilişkin savunma verecek. Daha da önemlisi Osman Kavala davasında AİHM ve AYM kararlarını uygulamadığı için Türkiye’nin AB Konseyi üyeliğinin askıya alınması seçeneği de masada. AKP içinde konunun çözümü için yumuşama ve/veya normalleşme sürecinden medet uman etkili bir kesim ise “Ah! Özgür Özel, n’aptın? Dilini tutamadın, süreci mahvettin” diye hayıflanıyor ama susmaya da devam ediyor.

Filmi biraz başa saralım. 

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasette yumuşama adını vererek CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile başlattığı diyalog süreci, Özel’in “Kimse suç ortağını bize doğru itmesin” sözleri ve gölge bakan Prof. Yalçın Karatepe’nin Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile yaptığı görüşmenin ardından yaptığı açıklamalar sonrası yerini durgunluk sürecine bıraktı. 

AKP’de sürece destek verenler gelinen noktadan hoşnut değil ve Özel’e de tepkililer; çünkü kendileri geride durmayı seçiyor ama süreç işlesin istiyorlar. Kendilerinin bir adım öne çıkıp kamuoyu önünde konuşmaktan imtina ettiği toplumsal tıkanıklıkları, hem Özel hem de açılan zemin üzerinden ilerleyerek muhalifler yüksek sesle dillendirsin istiyorlar. 

Bu kesim diyalog sürecinin devam etmesi sayesinde siyasi tansiyonun düşeceğini; buna bağlı olarak da toplumsal barışın sağlanmasının önünün açılacağını savunuyor. Kulislerde konuşulanlardan benim anladığım şu: 

Son yıllarda daima gelecek baharda düşeceği söylenmesine karşı inatla yükselen enflasyonla baş etmek, ekonomik krizden kurtulabilmek ancak normalleşerek mümkün. Bu kesim diyor ki “ülke normalleşmeli ki Mehmet Şimşek uluslararası piyasada para arayışına girdiğinde kırmızı kart görmesin, musluklar açılsın”. Çünkü mevcut koşullarda musluklardan sadece su damlıyor, hatta bazen o da olmuyor.

Muslukların açılması için uluslararası piyasalara güven vermek gerekiyor. Yargı bağımsızlığı, demokrasi, insan hakları gibi başlıklar, oluşturulmak istenen güvenin en önemli yapı taşları. İşte o noktada herkesin önüne simge niteliğinde bir dava çıkıyor: Osman Kavala ve Gezi davası.

Kırılma noktası burada başlıyor. Çünkü Kavala davası AKP için de simge bir dava. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kavala ve Gezi davalarını kişisel meselesi olarak gördüğü herkesin bildiği bir sır. Üstelik vaktiyle ağzından çıkan çok sert sözler var. Onun kişiliğini, gelişmeler karşısında nasıl tutum aldığını ve/veya alacağını yakından bilenlere göre Cumhurbaşkanı her şeyin farkında olsa bile ağzından dökülen sözler nedeniyle bu davada esnemesi, tutum değiştirmesi çok kolay değil. 

Erdoğan’ın tutum değişikliğine gitmesi ne kadar zorsa, bu davada mesafe kat etmeden uluslararası zeminde tıkanan kanalların açılması da bir o kadar zor. 

İşte bu aşamada ilk kez iktidara yakınlığıyla bilinen Abdülkadir Selvi üzerinden duyurulan bir ara formül geliştirildi. 

Gezi davasında ceza verilmesine esas teşkil eden ve ortadan kaldırılmak istendiği iddia edilen Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden kastedilen “Başbakan” ve “Bakanlar Kurulu”na ilişkin ibarelerin 17 Nisan 2017 tarihli referandumdan sonra anayasa ve yasalardan çıkarıldığına işaret eden Selvi, “Mahkeme, mağduru lağvedilmiş, ilga edilmiş hükümeti ortadan kaldırma suçundan dolayı mahkûmiyet vermiştir. Suçun mağduru olan hükümet, yasa ve Anayasa’dan çıkarılmıştır. Ortada mağduru olmayan bir suç kalmıştır. Mağduru olmayan suç olmaz” diye yazdı.

Ancak bu formüle Beştepe’den Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Ahmet Selim Köroğlu’ndan ve eski AK Parti MKYK Üyesi Mücahit Birinci’den jet hızıyla tepki geldi. AKP içinde ise formüle destek verdiği bilinen ve aralarında üst düzey isimlerin de yer aldığı hatırı sayılır siyasetçiler dahil kimse suskunluğunu bozmadı.

Buraya kocaman bir “neden?” sorusunu bırakarak devam edelim. 

Selvi’nin yazısının ardından ne oldu? 

Kavala’nın avukatlarından Hilal Zengin, açılan davada mağdurların başbakanlık ve bakanlar kurulu olduğu, hükümet sisteminin 16 Nisan 2017’de yapılan referandumla değiştiği tezinden hareketle  “yeni olay – yeni olgu” prensibi nedeniyle yeniden yargılama yapılması gerektiğini savundu.

Anlamı şu, artık cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş yapıldı ve Gezi döneminin müştekisi durumunda olan başbakanlık ve bakanlar kurulu bugün yok.

Yani ne oldu? Abdülkadir Selvi “Bi şey biliyoz da konuşuyoz” demiş oldu. 

Gelinen noktada Osman Kavala’nın avukatı Hilal Zengin, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne, kanun yararına bozma başvurusunun reddedilmesinin ardından 34 sayfadan oluşan uzun bir dilekçe sundu ve dilekçede “Yeniden yargılama başvurumuz Cumhurbaşkanımızın kripto yapılarla mücadelesine katkı için” ibaresini kullandı.

Dilekçenin 3’ncü maddesinde “Ortaya koyduğumuz çözümü görmezlikten gelmek, ülkemizin hukuk alanında geriye düşmesine sebep olmaktadır. Dilekçemizde de açıkladığımız gibi artık ülkemizin, Hukuk Devleti alanında da “normalleşme” ihtiyacı zaruret boyutundadır. Red kararı veren mahkeme; çözümden söz etmeyerek/gerekçe yazmayarak, esasen itirazı inceleyecek mercii olan mahkeme de sağlıklı bir denetim yapma yoluna gitmeden baştan savma tercihine yönelmiştir. Bu hususu ancak Adalet Bakanlığı düzeltebilir. Nitekim; suçun ‘mağduru’ konusunda yüzyılda bir yaşanabilecek böylesine kritik bir değişiklik hususunda bir tek kelime edilmemesinin hiçbir izahı yoktur” denilerek dilekçenin “Cumhurbaşkanlığı yüksek makamına da gönderilmesini talep ediyoruz” denildi.

Peşi sıra yazılan 4’ncü madde de şöyle: “Esasen biz biliyoruz ki ve hukuk tarihine not düşmek için ifade etmek zorundayız ki ‘yargı bağımsızlığı ve hakim güvencesi’ çerçevesinde anayasal teminata sahip heyetin hiçbir dış ve iç tesir altında kalmadan, dosyada yetkili ve görevli olmayan makam veya şahısların telkinleri dikkate almadan talebimizi inceleme tercihinde bulunmuş olsalardı eminiz ki Adalet Bakanlığınıza da bu yük düşmeyecekti. 


Bizim amacımız Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde rastlanan dış baskıya dayalı hukuk modeli değil; tamamen iç hukukumuzun evrensel ilkeler noktasında adaletin tecelli etmesine yönelik gayretten ibarettir. Bu hususu subjektif yaklaşımlarla sekteye uğratmak en başta sorumluluk sahibi yargıçların gelecekte görevlerini layıkıyla yerine getirmediğinin karinesi sayılacaktır.” denilerek alınacak kararın bir karine olduğuna vurgu yapılıyor.

Dilekçenin kendisi kadar zamanlaması da önemli.

Çünkü yumurta kapıya dayandı. 16 Temmuz kritik bir gün ve Avrupa Konseyi, Osman Kavala davasında AİHM ve AYM kararlarını uygulamadığı için Türkiye’nin AB Konseyi üyeliğinin askıya alınmasını tartıştığı bir süreçte, Türkiye 16 Temmuz’da Avrupa Konseyi’ne davaya ilişkin savunma verecek. 

AB Konseyi’nden Türkiye’nin üyeliğinin iptali yönünde bir karar çıkması, ağır bir yaptırım. Sürecin en son 12 Eylül darbesi döneminde askıya alındığı dikkate alınırsa vahamet daha da anlaşılır bir hal alıyor.

Tam da bu nedenle, savunma günü yaklaştıkça AKP’de trafik hızlandı. Kavala dosyası daha doğrusu Kavala’ya yeniden yargılama yolunun açılması için Adalet Bakanlığı’na sunulan dilekçe, bir rivayete göre NATO görüşmeleri için ABD’ye gidişi öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a iletildi. 

Gelinen noktada gözler ABD’den dönen Cumhurbaşkanı Erdoğan’da. 

“AİHM’den önce Kavala dosyası ile ilgili Türkiye’nin tutumu ne olacak?” sorusunun cevabı birkaç gün içinde netleşecek. Ancak yine kulislerde dolaşan fısıltı şu: “Yeniden yargılama yolu açılsa da bu Kavala’nın beraat edeceği anlamına gelmez, olsa olsa krizi bir-iki yıl daha öteler.”