Ne yazık ki olaylar farklı gelişti…

Klavyeyi takırdatarak heyecandan boğulurcasına çokça çiğnenmiş tükürülmüş kanıksanmış önerileri Mehmet Emin Yurdakul şiiri havasında yinelemek ulusal güvenlik ve dış politika alanlarında akılcı yorum olmuyor. Bir dosyanın “milli dava” yahut “beka meselesi” diye etiketlenerek, “siyaset üstü” veya “devlet aklı” kisvesiyle siyaset dışına kaçırılmasına eleştirel yaklaşmadan, aksine söze önce bu duruma iman tazeleyerek ve biat belirterek girmek de zaten aklın askıya alındığını gösteriyor, yurtseverlik nişanesi olmuyor.

Kavalcıyı dinleyen fareler gibi aval aval anlatıcının ağzına bakıp, onun ağzından çıkan her sözde hikmet aramak da benzer kalemden. Erdoğan’ın uçak sohbetleri bizler gibi “islâm dairesine dışarıdan musallat mukallitler” için tiryakilik yaratan madenler, adeta kazmakla bitmiyor, öyle sayısız cevherler barındırıyor. Herhalde Ankara’daki büyükelçilikler de ilgiyle bekliyordur bu soruları, yanıtları önceden hazırlanmış ve yine de üzerinden geçilmiş (ama basit yazım hataları da hep atlanan) basın bültenlerini. 

Vaşington’da düzenlenen NATO’nun 75. yıl zirvesine EURO 2024’e gider gibi, EURO 2024’e de III. Viyana Seferi’ne çıkar gibi mi gittik? Ne istemişiz, ne almışız? Allah aşkına ne alacaktınız, ne umuyordunuz: NATO işte ömrü 75 yıla varmış 32 üyeli ve işlevini (bizim açımızdan da) fazlasıyla yerine getirmiş başarılı bir savunma ittifakı. NATO bizim milli savunmamızın omurgası. Oydaşma ile karar alınan NATO Türkiye’nin onay vermediği hiçbir adım atamaz. Alınacak kararların kağıda dökülmesi de aylar süren hazırlıklarla yapılır.  

Dahası, Batılı ol(a)masak da, Batı’da mıyız değil miyiz? Batı mimarisinin organik parçası değil miyiz? Dışarıdan gelip zorla Batı’nın içine mi girdik? İçinde değil, kenarında mıyız? Batı mı bizi kulağımızdan tuttu, zorla içine çekti? Müttefik miyiz, değil miyiz?

Zirvede kaçıncı kez Rusya hasım belirlendi, Ukrayna’ya destek için 40 milyar dolar ayrıldı. Uçak tekerlek keser kesmez bu defa Ukrayna’ya destek için “maddi, ayni, silah, mühimmat” elinden geleni ardına koymayan ama yine de arzu ettiği sonucu alamayan (ve demek ki saldırgan) bir “Batı” anlatısı var. (Ayrıca zirvenin öncesindeyse “tövbe, abdestimizi bozulmasın” havasında MSB Güler’in Politico ve CBŞK Erdoğan’ın Newsweek söyleşileri.)  

Rusya’nın da, Çin’in de dostumuz olduğundan söz ederek, Batı’ya dışarıdan bakarak onu eleştiriyoruz. Batı’nın Ukrayna’ya destek için para bulmaya çalıştığından söz edip, bıyık altından gülüyoruz. Öyleyse tüm NATO zirvelerindeki Türkiye adına atılan imzalar kime ait? Örnek olarak altı boş Mavi Vatan sloganını doktrin diye pazarlayıp bir de okullarda ders diye öğretmekten söz edilen günlerde Donanma komutanımız Kora. Yıldız Atina’da güven artırıcı önlem ziyaretinde. Okunaksız dış politika, hurafelere dayanan ulusal güvenlik yaklaşımı tam da bu. 

S-400 gibi yakın tarihimizin en vahim diplomasi faciası yaşanmamış ve bunun sonucunda F-35 programından kendimizi attırmamızın tek sorumlusu yine kendimiz değilmişiz gibi bugün çıkıp mahcup bir tavırla, “ne yazık ki olay farklı gelişti” diyebilmek de bambaşka bir devlet adamlığı düzeyi. Bakınız 20 Temmuz 2024 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50. yıldönümüne varmak üzereyiz. Acaba orada da “ne yazık ki olay farklı gelişti” geçerli bir yaklaşım olur mu bugün varılan yere bakıldığında?

Suriye’de de “ne yazık ki olaylar farklı gelişti.” TSK Suriye’de, Suriyeli beş milyon sığınmacı Türkiye’de, gözünü kan bürümüş cihatçı güruh sınır boyumuzda, kapılarımıza dayalı kaldı. Suriye sorununu tek başımıza çözebilecek değiliz. Kendi Suriye sorunumuzun maliyetini olabildiğince düşürmek üzere Şam’la bir al-vere girmekse elimizde. Şam’la temas için Rusya’dan, hele İran’dan, hele hele adı var kendi yok Irak’tan arabuluculuk aramak sanmam ki mevcut idari kadronun dahi içine sinsin.

Tabiatıyla, sümme haşa, “içeride demokratikleşme, bunun sınırötemizdeki Kürtlere de olumlu yansıması…” filan yollu sözlerle bir açılım (“gambit” manasında) arayışını ima dahi etmeye yeltenecek sivriakıllılar en yakındaki çarmıhlara gerilmeli: Zira elde çekiç var, tüm sorunlar çivi. “Çekiçi tutan el kimin?” filan gibi sorularla icatlar çıkarmak da devlet aklına şirk koşmak. Aynı anda ıslık çalıp, merdiven inmek veya kanser tedavisindeki gibi ışın ve ilaç tedavileri, ameliyat, diyet elde ne varsa çözüm için kullanmak da anatema.        

Oysa ideolojik dış politika olmamalı. İdeolojilere islâmcılık denli milliyetçilik de dahil. Elle kurt işareti yapmayı ulusal simge diye itelemeye kalkanlar milliyetçiliği de yurtseverliğin, o dolayımla dış politika ve ulusal güvenlik politikalarının fabrika ayarı diye yutturmaya kalkıyorlar yahut öyle sanıyorlar. Mümkünü makulde aramanın, akılcı davranmak tevazusunu göstermenin, caka satmaktan, böbürlenmekten, dayılanmaktan daha verimli olduğunu göremiyorlar. Köktencilik uzlaşmazlık demek. 

Çelişkili biçimde aynı anlayış, savrulmayı pragmatizmle bir tutuyor. Fırsat gördüğünde ilkeleri unutup oportünizme abanmayı dinamizm sayıyor. İşgüzarlıkla etkinliği karıştırıyor. Kavrayışı dönüştürmekle başlamalı işe. Kavrayışla başlamak için de ciddi bir envanter, bir bilanço çalışması yürütülmeli. Bunun için de gerçek veri gerekiyor. Zira doğrular ancak gerçekler üzerine kurgulanabilir, hamasi palavralar, ezberler üzerine değil. Gerçeklerin derlenmesi için de hem salon hem alan deneyimi gerekir.

Dış politika ve ulusal güvenlik dosyalarında gerilimi düşürmek de bir başlangıçtır. Başlanacak işin ne olduğunu en baştan tanımlamak da gerekir haliyle. Gerilimi düşürmeye söylemi yumuşatmakla başlanabilir. Söylemi yumuşatmak ise ipe una sermek sanılmamalıdır. Sorunların ayıklanması için zemin yaratmak anlaşılmalıdır.

Sorunları katalogu belli ve aynen duruyor. Eğer kim olduğumuz konusunda kararsızsak, Batıda mıyız değil miyiz, NATO’da müttefik miyiz değil miyiz, “Batı” mimarisinin kurucularından ve katılımcılarından mıyız değil miyiz halen daha bilmiyorsak, merhum Maradona kabrinden kalkıp diplomat olarak gelse, tüm rakip takımı çalım çalım ipe dizip o ikinci golü atamaz.  

*İstanbul Milletvekili (CHP) Büyükelçi (E) Namık Tan’ın “Dış politikada hakikat ötesinin tiyatrosu” başlıklı son makalesi benim kendimce yukarıda anlatmaya çalıştıklarımı çok daha veciz ortaya koymuş.