“Her şeyi değiştirebilecek mesele” olarak kabul edilen Sinan Ateş cinayeti davasının ilk duruşma serisi bitti. Davanın öncesinde cereyan eden olaylarla, özellikle siyasi gelişmelerle ve beklentilerle, mahkeme salonunda yaşananlar -tıpkı iddianamede olduğu gibi- pek de uyumlu olmadı. İddianameye sokulamayan önemli bilgiler, özellikle Ayşe Ateş’in beyan ve tanıklıkları mahkeme zabıtlarına girdi ama mesela “Olcay Kılavuz’un evinde gözaltı” yine dosyaya dahil edilmedi, ayrılan dosyalar birleştirilmedi, MHP ile bağlantılılar tahliye oldu. Duruşmalarda epey güçlü bir siyasi destek salonda kendisini gösterdi ama davanın seyrinde, cinayeti işleyenlerin ve iddianameyi yazanların tutumunun ağırlığı değişmedi. Sanıklar ve siyasi bağlantılarının, duruşmalar devam ederken -önceden olduğu kadar bile- endişe intibaı vermediklerini hatta fazla “rahatladıklarını” gördük.
Oysa Erdoğan’ın Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’i kabul etmesi veya buna mecbur hissetmesi üzerine, çok sayıda spekülasyon gündeme gelmiş, MHP’nin iktidar ittifakındaki vadesinin dolduğu söylenmeye başlanmıştı. Üstelik bu iddialar, kısa dönemli stratejisini -normalleşmeyle- iktidar ittifakını bozmak olarak belirlemiş CHP ve bazı muhalif çevrelerle sınırlı değildi. AKP içinde ve civarındaki bazı çevreler de benzer iddiaları gündeme getiriyorlar, bu tezler milliyetçiler arasında da yankı buluyordu. Erdoğan’ın Ayşe Ateş’e “katilleri bulacağız” demiş olması, bir irade beyanı olarak yansıtılmış ve değerlendirilmişti. Bu konudaki iddialar o kadar keskin hale geldi ki; Bahçeli’nin çıkışları neredeyse kesinleşmiş yol ayrımının tepkisi olarak ifade edilmeye başlandı. (Hasta hasta soluğu külliyede aldığı söylendi) Bir grup gazeteci ve siyasetçi sanki her şey olmuş bitmiş gibi yeni rotayı konuşmaya başladı. Ancak duruşma salonundaki hava hiç de bu iddiaları doğrulamadı.
Sanıklar siyasi kimliklerini hatta “dava ve devlet adına kurşun atmışlıklarını” (cinayet işlemişliklerini) gururla anlatıp, “ben azmettirdim”, “ben vurdum” dediler. Ancak saldırıyı cinayet amacıyla düzenlemediklerini söyleyerek yargılamanın konusunu değiştirmeye çalıştılar, avukatları da bu talebi dile getirdi. Davadan günler önce Tuğrul Türkeş’in paylaşımında olduğu gibi olay sanıklar tarafından adli vaka gibi anlatıldı, mahkeme de siyasi patikadan uzak durdu. İlk duruşmada, -muhalefet siyasetçilerinin alkışlarlarına neden olan- MHP’nin müdahilliğini reddeden mahkeme heyetinin, bu tavırla MHP’ye mesafe koymaktan ziyade, siyasi bağlantıları sorgulama niyetinden uzakta durmak istediği ve iddianamenin rotasını takip edeceği anlaşıldı. Bu konuda itiraz eden CHP milletvekilleri ve bazı müşteki avukatları salondan çıkarıldı. Daha önce yine yüksek beklenti yaratan Ayhan Bora Kaplan davasındaki gibi sanık şovlarını ve açık tehditlerini de izledik.
Aylardır hatta yıllardır, rivayet ve dedikodulardan ve biraz da manipülasyonlardan mülhem kulisler, açıkça yapılanlar ve söylenenler kadar haber değeri taşır oldular. Sinan Ateş davasında da mahkemedeki gidişatın iddianameyle paralel olması, hala -her olayda olduğu gibi- “durun bakalım daha neler olacak, hele bir sonucu bekleyin” denilerek veya “Erdoğan’ın Ayşe Ateş görüşmesinden sonra dökülen gözyaşlarını” anlatanlarla dengelenmeye çalışılıyor. Tıpkı Selvi’nin haftalarca hakikat muamelesi gören öngörülerinin çıkmamasının (Kavala’nın avukatlarının talebi yine reddedildi), ana muhalefet lideri tarafından “Bahçeli’nin nazlanması” gerekçesiyle açıklanmasında olduğu gibi. Yine adını açıklamak istemeyen bazı beklenti simsarları, gördüklerimize aldırmayıp hala olabileceklerle idare edilmesini istiyor. Neticede ihtimaller, kimsenin hesabını tutmadığı ve sınırsız kullanıma açık kaynak.
Son yıllarda, özellikle suç dünyası, siyaset ve devlet ilişkilerinin birbirine karıştığı -ki zaten bunlar her zaman iç içe- vakalarla ilgili spekülasyonlar, gündemde çok yer tuttu. İfşaatlar, bazı davaların geçici seyri, kimi ilişkilerin-görüntülerin servis edilmesi, bazı çevrelerin bu hadiseler üzerinden iktidar içi güç mücadelelerine girişmeleri, gizli tanıklar, çok ciddi suçlamalar gördük. İfşaları yapanlar, pop star muamelesi gördü. Birçok hadiseye, “dönüm noktası”, “kritik eşik”, “iplerin koptuğu an” gibi yakıştırmalar yapıldı. Hiçbir şeyin artık aynı kalamayacağı söylendi. Ancak neredeyse bütün hadiselerde, -önemli itibar sorunları yaratmasına rağmen- bu iddialı yakıştırmaları hakedecek gelişmeler ortaya çıkmadı, mesele böyle sonuçlanmadı. Erken heyecanlar, kışkırtılan beklentiler, kendi abartılarına çarparak hayal kırıklıklarıyla neticelendi.
Susurluktan beri bu iş böyle. Kirli ilişkiler, gayri meşru düzenekler ve bunlara yaslanmış güç denge ve ittifakları ifşa olduğunda, bu açık çatışma ve tasfiye operasyonlarına hamle edenlerin veya bunu yönetmeye çalışanların manipüle ettiği yüksek beklentiler ortaya çıkıyor. Sonrasında bu güç mücadelesinin veya tasfiye operasyonunun aktif taraflarının ihtiyaçları için istenen sonuç gerçekleştiğinde, hadise birden ya da yavaş yavaş soğutuluyor. Yüzleşme, temizlenme ve hesaplaşma, bütün toplumu arkasına alan güçlü bir siyasi talep haline gelemediği için, kavga kavgayı çıkaranların istediği şekilde seyrediyor ve tamamlanıyor. Kavga bu ilişkiyi yaratanlarla bu ilişkinin tamamen dışında kalanlar arasında olamıyor bir türlü. Bir gerilim, pazarlık meselesi haline gelmişse, pazarlığa konu olan alış veriş tamamlandığında birden yatışıveriyor. Evet böyle kapalı güç organizasyonları içeride bir çatlak olmadan gün yüzüne kolay kolay çıkmıyor ama hadise sadece bu iç çatışmanın dinamiklerine teslim edilince de bir sonuç çıkmıyor.
Sinan Ateş davası, bazı siyasiler ve bazı gazeteciler tarafından iktidar içi çekişmenin -keyifle-seyredileceği bir arena gibi ele alındı. Bazı ifşaatlara ve sızdırmalara güvenilerek, çıkacak sonuca ilişkin beklenti çok yükseltildi. İktidar ortakları bu davayı fırsat bilerek kozlarını paylaşacaklar, böylece iktidar ya da hiç olmazsa bir ortak ağır hasar alacaktı. Şimdi gelinen noktada çok erken ilan edilen bu iddiaları doğrulayan bir resimle karşı karşıya değiliz. “Gideceği yere kadar gidilmesi” talimatı, suçu üstlenen tetikçilerin, “işte failler” denilerek cezalandırılmasıyla davanın kapatılacağı bir sınırda kalacak galiba. Zaten bu davaya yansıyan siyasi bağlantılar, hiç yeni ve aslına bakılırsa pek de gizli kapaklı değildi. Hatta Ayşe Ateş, mahkemede verdiği ifadesinde eşinin de görevde olduğu dönemde, bu yönlendirmelere uyduğunu anlattı. Dolayısıyla davanın siyasi arka planını sadece iktidar ortaklığının iç sorunu gibi değerlendirmek baştan sorunluydu.
Bu davanın AKP’ye -daha doğrusu Erdoğan’a- MHP’yi sırtından atmak veya hiç olmazsa köşeye sıkıştırıp bir şeylere ikna etmek için fırsat sunduğu argümanı biraz zayıfladı elbette. Ancak korkmayın, bu iddia hiç bitmez, ne badireleri kolayca geçti, ne acayipliklere kılıf bulmayı başardı. Şimdilik “dur bakalım ne olacak” bekleme moduna geçmiş görünse bile yakında yeni bir atak yapabilir. Çünkü yine hayli sorunlu ama söylendiğinde akla yakın gelen şöyle bir genel iddiayla besleniyor. “AKP, MHP ittifakından büyük zarar gördüğünün farkında, zaten bu gayet açık biçimde sayılara yansıyor”. Evet AKP iktidar ittifakını değiştirdiği tarihten itibaren düzenli, son bir-iki yıl içinde dramatik bir oy kaybına uğradı. Fakat bu destek kaybının MHP ile ittifaktan önce ve aslında daha hızlı başladığı unutuluyor. Ayrıca, Erdoğan’ın, iktidar kaybı ile destek kaybı arasındaki tercihi, açık ara birincisi aleyhine.