Reisi Cumhur R. Tayyip Erdoğan, Şanghay Beşlisi toplantısında “dostu” Putin ile görüştü.
Haliyle bölgesel konular ele alındı.
Erdoğan’ın kimle yaparsa yapsın her görüşmede gündeme getirdiği ticaret hacminin arttırılması meselesi ele alındı ve hacmin 100 milyon dolara çıkarılması konuşuldu.
Güldüm. Keşke bu ticaretin biraz dengelenmesi konuşulsaydı.
Çünkü Rusya ile ticaretimiz zaten 80 milyar dolar seviyesinde ve kabaca 70 alıp 10 satıyoruz. Rusya doğalgaz fiyatını arttırırsa hacim zaten 100’ü bulur.
Oradaki sorun miktar değil, denge.
Aynen Çin ile olduğu gibi.
Görüşmede ayrıca Türkiye’nin Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk yapması falan da konuşulmuş.
Zannederim Erdoğan’ın aklına Özgür Özel’in çıkışı sonrası gelen Esad’la görüşme arzusu da ele alınmış.
Şimdi benim bir türlü anlayamadığım konuya gelelim.
Rusya, Suriye’de Esad’ın arkasında duruyor ve Esad bugün hâlâ koltuğunda oturmasını Putin’e borçlu.
Putin sayesinde bugün ülkesinde yeniden hakimiyet kurduğu iddiasında ve iç savaşın sona erdiğini, rejimin ülkede tam kontrolü yeniden sağladığını söylüyor.
Bir yandan da Erdoğan ile görüşmek için Türk askerinin Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin güvenliğini sağlamak için oluşturduğu hattan çekilmesini istiyor.
Fakat aynı Esad ve onun hamisi Putin, ABD’nin Suriye’nin kuzeyindeki varlığından hiç ama hiç rahatsız olmuyor. ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozarak kurmaya çalıştığı terör devletine hiç ses çıkarmıyor.
Sözde ABD ile örtülü bir savaş halinde olan ve Ukrayna’da ABD ile müthiş bir çekişme içinde olan Rusya ve lideri Putin, ABD’nin dayattığı uluslararası ambargo altında inim inim inlerken Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin cirit atmasına gıkını çıkarmıyor, konuyu gündem dahi yapmıyor.
Ve Reisi Cumhurumuz Putin ile görüşmesinde nedense bu soruyu Putin’e sormuyor ve “Dostum, ABD ile neredeyse savaş halindesiniz ama ABD’nin senin denetimindeki Suriye’de bir terör devleti kurmasına nasıl izin veriyorsun. Önce Esad gelip buralarda kontrolü sağlasın ve ülkesinin tam hakimi olsun. Biz o zaman oradan bir günde çekiliriz, merak etmesin” demiyor da “Ticaret hacmimiz 100 milyar olsun” diyor.
Rusya ile 100 milyar dolarlık hacme ulaşırsak, terör devletinden kurtulacak mıyız!
Dediğim gibi o kolay.
Rusya doğalgaza bir zam yapar, ticaret hacmi anında 100 milyar dolar olur.
Milli futbolcumuz Merih Demiral, kahramanı olduğu maçın sonunda iki eliyle bozkurt işareti yapınca kıyamet koptu.
Doğrusunu isteseniz ben maç sırasında görmemiştim, sonrasında fotoğraflar ile fark ettim ve “Eyvah” dedim.
Batı’nın bu işarete yüklediği manayı biliyorum.
Her ne kadar bizce alakası olmasa da, Avrupalılar bunu neredeyse “Nazi selamı” ile eşdeğer görüyorlar.
Biz sabahtan akşama kadar uğraşıp didinsek ve bunun Ergenekon Efsanesi’nde Türkleri yok olmaktan kurtaran ve Ergenekon’dan çıkaran Kurt’u anmak için yapıldığını söyleyelim fikirlerini değiştirmek zor olur.
Nasıl ki, Nazi selamının aslında Roma selamı olduğunu anlatmak biraz zor olacaksa, bu da öyledir.
O yüzden görünce “Eyvah” dedim.
Üstelik daha önce asker selamına bile türlü anlam yükleyen UEFA buradan neler neler çıkarır.
İnşallah bir para cezası ile kurtuluruz.
Ancak UEFA’nın iki yüzlülüğünü de konuşmak şart.
Merih’in yaptığı hareket hiçbir rakibi rencide edip, herhangi bir futbolcuyu hedef almadığı halde bunu mesele haline getirmeye hazırlanan UEFA, sahalardaki gerçek ırkçılık karşısında birkaç cılız hareket dışında sessiz.
İspanya liginde Real Madrid’in starı Vinicius’a yapılanlar bu futbolcuyu her gün sahayı göz yaşları içinde terk etmek zorunda bırakırken UEFA sessiz.
İngiltere’de Afrika kökenli futbolculara sürekli hakaretler edilirken UEFA sessiz.
İtalya’da başta Lazio olmak üzere pek çok kulübün taraftarları ırkçılığı bir kulüp hareketi haline getirirken UEFA sessiz.
Avusturya ırkçılığın kalesi haline gelir ve futbol sahaları da ülkenin bu durumundan nasibini alırken UEFA buna sessiz.
Tüm bunların yanı sıra futbol sahalarında dinî semboller bolca kullanılırken UEFA buna da sessiz.
Jude Bellingham tribünlere cinsel organını gösterince UEFA yine sessiz.
Ama Merih Demiralp “kurt” işareti yapınca UEFA şahin.
Hadi canım sizde.
Tabii tüm bunlar tamam da, Merih’in hareketi için ne düşünüyorum.
Açık söyleyeyim “lüzumsuzluk” olarak görüyorum.
Gerek var mıydı böyle bir şeye.
85 milyonu birden mutlu etmek varken, bu hareketle hem ülkeyi UEFA’da sıkıntıya sokmaya hem de ülke içinde bölünme yaratmaya gerek var mıydı!
Milliyetçiliğini attığın iki gol ile zaten göstermişsin göstereceğin kadar.
Buna bir de siyaset sokmak gerekiyor muydu!
Gerekiyordu dersen o zaman sorarlar.
“Suudi Arabistan’da Türk takımlarına ve Atatürk’e saygısızlık yapılırken milliyetçi değil miydin” diye.
Ve o gün senin savunman, bizlerin bile söyleyecek tek kelimesi olmaz bu soru karşısında.
İngiltere’de bir fotoğraf tartışılıyor.
Başbakan Rishi Sunak’ın, ITV’nin yayınına katılmak için televizyon stüdyosunun kulisinde beklerken çekilmiş bir fotoğrafı.
Başbakan, bir dekor parçasının üzerine tek başına oturmuş, yayın sırasını bekliyor.
Önünde ise bikinili ve her tarafı dövmeli bir kadın poz veriyor.
Kadın da aslında programın konuklarından biri.
İngilizler bu fotoğrafı Başbakanın makama yakışmadığının bir göstergesi olarak görüyorlar.
Ben ise bu fotoğrafı demokrasi olarak görüyorum.
Siz hiç bizde Başbakanlar ya da Cumhurbaşkanları bir televizyon programına nasıl gelir hiç gördünüz mü!
Ben defalarca gördüm.
Anlatayım.
Önden onlarca koruma polisi gelir.
Sonra partililer kanalı doldurur.
Kapının önünde yüzlerce kişi birikir.
Sonra parti örgütü binayı sarar.
Sonunda, biraz da gecikme ve uzun bir konvoyla Başbakan ve şürekası arzı endam eyler.
Kapıda televizyon kanalının tüm yönetimi ve hatta sahibi karşılar.
Programı yapacak olan kişi bile konuğuna kolay kolay ulaşamaz.
Başbakan ya da Cumhurbaşkanı kanalın en şık odasında ağırlanır ve yayına saniyeler kala stüdyoya indirilir.
Öyle diğer olası konuklarla beraber kuliste beklemek falan asla söz konusu değildir.
Sağ partilerde bu durum daha abartılı yaşanır, konuk biraz daha sola yakınsa durum biraz daha normale yakın olur. Parti güçlendikçe kalabalık ve yalakalık artar.
Gerçi AKP döneminde artık bu tablolar yaşanmıyor çünkü Erdoğan artık kanallara gitmiyor. Kanallar Erdoğan’ın istediği yere gidiyor.
Çekim iktidarın uygun gördüğü ve gösterdiği yerde yapılıyor hatta bazen çekimi bile Cumhurbaşkanı’nın ekibi yapıyor.
Bu yüzden ben Rishi Sunak’ın fotoğrafını “demokrasi seviyesi” olarak gördüm.
Ve keşke bizde de böyle olsa diye düşündüm.
Karşımızdakilerin de insan olduğunu unutmadığımız zaman.