Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile CHP lideri Özgür Özel görüşmesi, ardından Özgür Özel’in Cumhur İttifakı’na yönelik sözleri ve özellikle de ‘AK Parti’ ismini vermeden “suç ortağı” tanımını kullanması pek çok yorumu beraberinde getirdi. AK Parti-CHP ittifakından ve de bundan “normalleşme” koduyla söz edilmeye başlandı.
Böyle bir durumda ilk akla gelen: “AK Parti-MHP ittifakı ‘anormal’ miydi ki CHP ile ittifak normal olsun!”
İşin tuhafı siyaset anlayışları merkez sağda konumlanmış iki partinin ittifak etmesinden daha normal ne olabilirdi.
Ki bu ittifak dar geçitleri, zor zamanları görerek, zor sınavları vererek
çetin testlerden geçerek bugüne kadar geldi.
Seçim sonuçlarına bakarak bir analiz yapıyorsak burada dikkate alınması gereken bu ittifakın seçmeni. Cumhur İttifakı’na oy vermemiş ve asla vermeyi de düşünmeyen seçmenin yorumları, ittifakın siyasetine neden yön versin?
Bu “kutuplaşmayı bitirmek” ya da “normalleşme” başlıkları da bu ittifakın seçmeninin talebi değil ki. Ayrıca “normal”i kim belirliyor? En önemlisi kimin normalinde buluşacağız?
“Cumhur İttifakı Türkiye’yi kutuplaştırdı” sözlerini arkası boş bir klişe olarak görürüm. Hele ki her şeyin zıddıyla kaim olduğu bir evren dinamiği içinde. İnanan ve inanmayanlar, yaşam tarzı, ideolojik farklılıklar her şeyin ötesinde sınıflar, gelir eşitsizlikleri, eğitim durumları gibi pek çok faktör bizi doğal olarak kutuplaştırır. Çok basit bir örnek: Galatasaray ya da Robert mezunuysan kesin çağdaşsın, imam-hatip okullarından mezunsan kesin gericisin… Gerici, dinci, örümcek kafalı gibi klişeler hâlâ kullanılıyor. Yılların içinde oluşmuş böylesi önyargılar elbette siyasi tutumlara da yansıyor. Ben vatan, dil, din, devlet, aile kavramlarının, korunması gereken en önemli varlıklar olarak görüyorum. Aile kurmayı teşvik edelim diyoruz, Meclis’te duymadığımız laf kalmıyor. Çünkü dünya görüşlerimiz de yaşam tarzlarımız da farklı, doğal olarak siyasi görüşlerimiz de farklı kutuplarda. Kutuplaştıran Cumhur İttifakı değil, hayatın bizatihi kendisi.
Diğer taraftan müzakere, siyasi guruplar arasında çok önemli bir kavram. Meclis siyasi istişarenin beşiğidir. Ancak bu kavram da suiistimal ediliyor, çarpıtılıyor. İstişare bizim ülkemizde CHP kitlesinin kazanamadığı seçimlerden sonra iktidara ortak olmasının kod adı oldu. Siyasi nezaket elbette olsun ama istenen CHP’nin iktidar olamadığı bir seçimden sonra yönetime ortak olması ise orada bir duralım. Belediye seçimlerinde elde ettikleri başarıdan sonra “Belediyeler istişare ile yönetilsin, karar alırken AK Partiye de sorulsun” diyeni gördünüz mü? Göremezsiniz çünkü CHP için meşruiyet bir kimlik meselesidir, seçim sonucu ile meşruiyet alınmaz “seçkinler sınıfı”na mensup olmakla meşruiyet alınır! Herhangi bir seçimi CHP kazanmadı ise kazanan CHP ile masaya oturmalıdır, aksi takdirde “anormal” olur.
Kendi mahallemizin romantiklerini bu konuda hayret içinde kalarak dinliyorum.
“İstişare” yani müzakere edip masa başında anlaşma yoluyla seçmenimizin hangi meselesi çözüldü? Bu yolla çözülen tek sorun hatırlamıyorum. Başörtüsü meselesini ele alalım:
-“Cumhurbaşkanı sizden olamaz” diye olay çıkarıp türlü oyunla seçimi yaptırmadıklarını,
-Mecburen erken seçime gidip sandığa gömüldüklerinde ancak konunun çözülebildiğini unuttuk mu?
İmam-hatipler başta olmak üzere katsayı meselesi dâhil her sorun müzakere ile değil, siyasi kavga ile çözüldü. 1990’lı yıllarda İslâmcı kesimin bir bölümü uzlaşmayı bir bölümü de mücadeleyi savunurdu.
Bu söylemler o zamanlar da vardı. İslâmcılarla liberallerin ortaklığı bir yere kadar sürebildi. Zaman gösterdi ki fikrinden taviz veren yok oldu. Bu, farklı düşünenleri dikkate almamak değil elbette! Ama herkes memnun edilemez. Her siyasi görüş, seçmendeki temsili oranında bir yetki edinir ve bu yetki ile doğru bildiğini uygular. Bunun da uzlaşması hayata benzer bakanlar arasında olur, her konuda taban tabana zıt düşünenler arasında değil.
En temelde, “Ben, Müslüman Türk’üm” dendiğinde, “Ne Türk’ü ne de Müslümanı, bırakın bu gerici işleri, önemli olan Avrupa Birliği’ne girelim yeter” diyen biri ile hangi noktada normalleşeceğiz? Hangi noktada buluşacağız? Onun fikrinde mi benimkinde mi? Bunları âfâkî yazmıyorum. TBMM çatısı altında 2024 yılında yapılan konuşmalardan yola çıkıyorum, zabıtlar ortada.
Bu nedenle aşmış taşmış yorumları zorlama buluyorum. Fikrimize göre ideal toplum deneyleri yapmanın, hayal ettiğimiz topluma dair fantezi kurmanın, siyaseti buna zorlamanın anlamı yok. Teorilerden değil, verilerden yola çıkmak gerekir.
İnsan davranışı bir ömrün hülasası olarak ortaya çıkar. Bir günde değişmez.
2014-2015 yıllarında Ahmet Davudoğlu ve çevresinden siyasette normalleşmenin ancak CHP ittifakı ile olacağına dair âfâkî yorumlar duyuyorduk. Ki bu iddia Türkiye siyasi tarihinde sağ-sol ittifakı olarak pek çok kez denendi. Sonuçları da ortada.
Ayrıca AK Parti, kurulduğu günden bu yana kendi içinde farklı eğilimleri toplayan bir parti oldu. Önceki Milli Görüş partilerinden farkı da buydu. Keskin değildi, toparlayıcıydı, onu iktidara bu çoğulculuğu taşıdı. O zaman bu durumu “kan uyuşmazlığı” olmayan herkese kapımız açık diye formüle ediyorduk. Öyle ki bu çerçevede sol görüşlü vekillerimiz de oldu, hatta Ertuğrul Günay gibi isimler bakan oldu. Bu tablonun tersinden baktığımızda CHP bünyesinde aynı şekilde içine almayı asla göremiyoruz. Mesela Mehmet Bekaroğlu, Abdüllatif Şener gibi isimler CHP’den vekil oldular lakin i’rapta mahalleri olmadı. Onları ne bir başkan yardımcısı olarak ne de parti meclislerinde önemli görevlerde görebildik.
Bu nedenle “Cumhurbaşkanı-Özel görüşmesi, normalleşme” diyenlere, “Anormal olan nedir?” diye sormak isterim. Elbette gerginlikleri azaltalım, daha fazla kamplaşmayalım ama “kan uyuşmazlığı” kriterini de ihmal etmeyelim.
CHP, 1950 sonrası iktidar partisi olmaktan çıktı, müzmin bir muhalefet partisine dönüştü. O tarihten sonra bir daha tek başına iktidara gelemedi. Son kez 1946 yılında tek başına iktidar olmuş bir partinin son mahalli seçimlerdeki başarısı elbette takdire şayan. Ancak iktidar yolunda önlerinde daha uzun bir yol olduğu inancını taşıyanlardanım. Her şeyden önce bu milletin dini, kültürü, yaşam tarzı ile barışmaları ve buna ‘gerici’ yaftasını vurmamayı öğrenmeleri gerekiyor.