1990 yılında aylık çıkan İzlenim Dergisi başörtülü olarak ilk çalışma imkânı bulduğumuz dergiydi. Bizim evin kendisi de bizzat yayınevi gibi olsa da kurumsal bir yapıda başörtülü olarak çalışma imkânı bulmamız ilk olarak İzlenim dergisiyle mümkün olmuştur. O günlerde Martin Lings ve Seyyid Hüseyin Nasr’ı çevirileriyle dikkat çeken Nazife Şişman ile 12 sayı çıkabilen derginin yayın kurulunda yer almanın yanı sıra yazı dosyaları da hazırlıyorduk.
Bu tecrübe önemliydi. Çünkü o dönem dini çevrelerde başörtülü bir kadının erkeklerin olduğu bir ortamda çalışmasına pek sıcak bakılmıyordu. Laik medya içinse “yok hükmündeydik” zaten. Bu yazıda temel konum bu olmasa da, Ahmet Şişman’ın bizi yayın kuruluna almasının, başörtülü kadınların birikimine kıymet verme ve onları görünür hale getirme noktasında öncü olduğunun altını çizmek istiyorum. Erken yaşlarda kalp krizi neticesinde vefat eden Ahmet Şişman’ı, fikir dünyamıza, İslâmî düşünceye, İslâm kültürüne dair nitelikli yayınların çıkması için yatırım yapan bir iş adamı olarak da ayrıca rahmetle anıyorum. Bizim hikâyemiz aslında yayınevleri ve kitaplarla iç içe gelişmişti, oralarda filizlendi, serpildi. Ahmet Şişman ile birlikte İnsan Yayınları’nı kuran İlhan Akıncı’yı da rahmetle anıyorum. Edward Said’i Alev Alatlı çevirisiyle yayınlayan Pınar Yayınevi’nden Cevat Özkaya’nın da dönemin gençlerinin yetişmesinde ayrı bir yeri vardır.
İz-İnsan-Pınar yayınları bugün de yayın hayatına devam ediyorlar. Dünyayı bir Müslüman olarak okumamıza katkı sunan eserleri yayınlayarak, sadece dini değil, kültürel, siyasi pek çok açılımın öncüsü oldular. Onlara minnettar olduğumuzun, bizim kuşağımızın fikir dünyasını zenginleştirici etkileri olduğunun altını çizmek isterim.
Konuma dönecek olursak; Nazife ile İzlenim’de çalışmaya başladık, çalışma dediysem haftada bir yayın kuruluna gidiyor- bu arada yayın kurulundaki erkeklerin bize alışmaları vakit aldı-, öneriler sunuyor, bağımsız dosya hazırlıyoruz. Öyle ki on iki sayı çıkan derginin altı sayısı bizim önerdiğimiz konulardan oluşmuştu. Bunlardan birisinin başlığı da “İslâmcılık Prim Yapıyor”du. Yanlış hatırlamıyorsam başlığı yazı işleri müdürümüz Yalçın Çetinkaya atmıştı. O dönemde ayrıca Marksist çevrelerden ve ülkücülerden İslâmî kesime geçenler olmuştu. Sol çevreler ile İslâmcılar arasında diyalog artmıştı ve aslında “İslâmcılarla diyalog prim yapıyordu.”
Panellerde, çeşitli toplantılarda sol yazarlarla İslâmcı yazarlar birlikte tartışıyorlardı. İlhan Kutluer, Ömer Çelik, Ali Bulaç, Nur Vergin, Nuray Mert, İsmet Özel, Ruşen Çakır, Murat Belge, Ömer Laçiner, Cihan Aktaş, Atilla Yayla, Nilüfer Göle gibi isimler bu tartışmalarda yer alıyorlardı. Modernleşme ve İslâm düşüncesi bu tartışmaların odağındaydı. Önce küçük lokallerde başlayan tartışmalar sonra Kanal7’nin kurulmasıyla televizyonlara yansıdı.
Buna bir “arayış dönemi” de diyebiliriz. Elbette 12 Eylül 1980 travmasını görmeden de bu dönemi anlayamayız. Biz başörtülü üniversiteliler “kamusal alanda başörtü özgürlüğü” başlığıyla en sert tartışma başlıklarından birisiydik. Bu tartışma bugün de bitmiş değil…
Konuyu saptırmayayım! Bana bu yazıyı yazdıran ve 1990’lı yılların dosyasını çağrıştıran bugünkü tartışmalar oldu. Şimdi bu tartışmalar tersinden modalaşmaya başladı. Bir başlık atmak gerekirse bugün “İslâmcıları eleştirmek prim yapıyor.”
İslâmcılığı hele de AK Parti’yi eleştirenler, sol demeyelim de Kemalist çevreler tarafından büyük rağbet görüyor. Ancak o dönemdeki sol ve yeni İslamcılar arasındaki nitelikli fikir tartışmalarının bugün yapılabildiğini söylemek geçmiş dönemin birikimine haksızlık olur. Şimdi ortaya çıkan; birtakım itiraflar, mahallede yaşamış içeriden-miş gibi görünen eleştirileri... Bu arada imanını kaybedenlerin, vazgeçenlerin, yaşam tarzını değiştirenlerin hikâyeleri bu sefer sosyal medyada çok prim yapmaya başladı. Bu kesime bir de uyarıcılar eklendi; biz demiştikçi kesim!
Diğer taraftan da muhafazakâr mahalleden birisinin içeriden-miş görünerek dışarıda eleştiri yapmasına hiç sorgulamadan müthiş bir entelektüel payesi veriliyor. Hem rağbet hem taltif görüyorlar. Tabii ki işe yaradıkları süre zarfında.
Bu arada sol mahalle de sanki kendilerinden bir Althausser çıkmışçasına hareket ediyor. Kendi entelektüel birikimlerini kutsayıp sağ kesime üstünlük taslamayı bir siyasi alışkanlık haline getirdiler. Birikim dergi grubundan çıkan üç beş kişi dışında solda verimli bir fikir tartışması, sol düşünceyi ilerleten bir açılım filan görmüş ya da bir özeleştiri filan da duymuş değiliz. Mutlak itaatçi Kürt hareketinin kuyruğuna takılıp giden sol entelektüel sultası altındaki gruptan, sol hareketin siyasi Kürtçülüğe kurban edilmesine dair tek bir laf dahi duyabilmiş değiliz!
Diğer taraftan siyasal İslam analizleri içinde de sığlığı aşmayı başarmış bir yayın da görmedim. Geçenlerde bir yerde rastladım; İslâmî siyasi hareket olarak gördüğü AK Parti’yi anlama kılavuzu yazmış bir akademisyen. En büyük eleştirisi ise AK Parti’nin esnaf partisi olmasıymış Toplumun yarısından fazlasının esnaf olduğu bir ülkede diyor akademisyenimiz, küçümsemeyle bilimselliği karıştırmış, bir analizle esnaf partisi olmayı bir eleştiri odağı yapmış. Hatta esnaf partisi olduğu için başarılı olamamış-mış… Geçtim “esnaf” kısmını, Cumhuriyet tarihinde bir ilki başarmış, girdiği her seçimden galip çıkmış, 23 yıl kesintisiz iktidar olmuş bir siyasi harekete “başarısız” demek hangi akademik literatüre uyar doğrusu kestiremedim.
Bugünlerde İslâmcılığı, AK Parti’yi eleştirip, ona yüklenmek moda oldu. Tam tersi bir başlıkla “AK Parti düşmanlığı prim yapıyor” diyebiliriz. Sahi keşke böyle bir kapak dosyası çalışsaydık.