Kürtlerle normalleşileceğini kim söylemişti ki?

31 Mart’tın çizdiği siyasal haritada açıkta kalan tek sorunun cevabı Hakkari Belediye Başkanı Mehmet Sıddık Akış’a kayyım atanmasıyla verilmiş oldu.

Aslında Kobani davasında başta Selahattin Demirtaş olmak üzere eski HDPli siyasetçilere verilen cezalar kayyım kararının da habercisi idi.

Ama başta AK Partide olmak üzere toplumun genelinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hukuk çerçevesinde davranacağına dair her seferinde kendisini ikna eden bir kesim bu sefer de kayyım atanmayabileceği kanaatinde idi.

Aslında kayyım atanması ne şart ne kaçınılmaz ne de kesinlikle öngörülebilirdi. Ancak atanmış olmasının da öngörülemeyecek bir gelişme olmadığı da aşikâr.

Asıl sorun 31 Mart sonrası başlayan yumuşama/normalleşme süreci ile Kobani kararlarını ve yeniden kayyım mekanizmasının devreye girmesini örtüştürme ya da bu ikisi arasında bir tutarlılık arama çabasından kaynaklanıyor.

Erdoğan bu anlamda kendisi ile son derece tutarlı bir çizgi izliyor. Ne Erdoğan normalleşme ya da yumuşama ile Kürtlerle benzer bir sürecin başlayacağını ima etmişti ne de 31 Mart sonrası oluşan siyasal harita Erdoğan’ın bunu yapmasına imkân veriyor.

Dolayısıyla kayyım kararını eleştirmek başka şaşırmak ya da nedenini anlayamamak başka.

Mesele çok boyutlu olduğu için DEM Parti ile başlamak gerek. İktidarın 2019 sonrasında bir rutin pratik haline getirdiği kayyım kararı temelde hukuki değil siyasi bir sindirme stratejisi. Bununla birlikte 31 Mart seçimlerine girerken DEM Parti, adaylarını kayyım atanmasını zorlaştıracak ya da atandığı takdirde siyasi maliyeti büyütecek, etkisini Kürt seçmenin dışına da yayacak bir aday profili belirlemedi.

DEM Parti’nin bu yönde bir ön niyeti olsa Kandil’in etkisi ile bu karar uygulanmadı. Kayyım atanmasından da sivil siyaseti küçümseyen ya da kendisine alternatif gören örgütün rahatsız olmadığını görmek için derin analize gerek yok.

Her iki tarafta da sivil siyasetin güçlenmesini arzu etmeyen, Kürt meselesinin siyasal değil hukuki ve güvenlik öncelikli bir çerçevede ilerlemesini isteyen tarafları memnun eden bir süreç var.

Kayyım atanması da dün mahkemenin Akış’la ilgili aldığı karar da zamanın ruhu ve siyasetin öncelikleri üzerinden şekillenen bir adım.

İçişleri Bakanlığı’nın gerekçe olarak sunduğu iddialardan daha ağırları çözüm sürecinde hiç gündem olmayabilirdi. O suçlamalardan daha hafifleri de bundan sonra kayyım için gerekçe olabilir. Dolayısıyla meseleyi hukuki çerçeveden tartışmak elbette gerekli ama süreci açıklamak için eksik.

Kararın normalleşmeye etkisini ise CHP’nin süreci nasıl değerlendireceğinden çok AK Parti’nin tercihi bağlamında okumayı öncelemek gerekebilir. Cumhur İttifakı’nın gönüllü birliktelikten mecburi tahammüle evrildiği bir ortamda AK Parti’nin aynı anda hem CHP hem de Kürt siyaseti ile normalleşmesi pratik olarak mümkün değil.

CHP ile normalleşmenin devam etmesi, MHP’nin CHP’yi 2023 öncesindeki gibi PKK parantezine hapsetme çabasına rağmen hayatta kalması biraz da DEM Parti ile gerilimin sürmesine bağlı. Eğer Erdoğan aynı anda hem iki kanat ile normalleşme hem Sinan Ateş cinayetinde sahici sonuç alma gibi hepsi temelde MHP’yi karşısına almasını gerektiren adımları atmaya kalkarsa ittifakın geleceği daha büyük riske girecektir.

Erdoğan’ın kendisinin de Kürtlerle bir normalleşmeye sıcak bakmaması, gerekli olduğuna ve yapabileceğine inandığında bunu gerçekleştirmeyeceği anlamına gelmiyor. Ancak an itibariyle bunun siyasi zemini yok. Dolayısıyla da baştan beri Kürtlerle bir normalleşme süreci zaten gündemde değildi.

AK Parti ve Erdoğan zor bir ikilemi yönetmek zorunda. Bir yanda MHP ile ittifak düzenli olarak AK Parti’nin oy oranlarını eritiyor. Son üç genel üç yerel seçimde AK Parti’nin hangi oranlardan nereye gerilediğini gösteren trend zayıflayarak bile devam etse ilk seçimlerde AK Parti’nin merkezi iktidarı kaybetmesi çok güçlü ihtimal. Bu nedenle Erdoğan’ın aslında bir hat değişikliğine ya da koalisyon çeşitlenmesine ihtiyacı var.

Diğer yanda ise normalleşme süreci hem ittifakı tehlikeye atıyor hem de sert bir siyasal-bürokratik vesayet ile ülkeyi yönetme pratiğinin normalleşmeye uyum sağlayamaması ve tıkanması riski var. Bu tıkanma yine seçimlerde performans kaybı ve kutuplaşmanın yani anormal siyasal atmosferin erimesinin seçmen mobilizasyonuna yol açması ile yine iktidar kaybını getirebilir.

Bu hassas dengede kısa vadede bir seçim öngörmek için sebep yok. Ama şu son iki ayda yaşananlar bile ittifakın eski güzel günlerinden çok uzakta olduğunun işareti. AK Parti’nin işi ise her alternatifte kolay değil.