Suriye’nin kuzeyinde seçime tepkiler var.. Tepki yeterli olmayabilir…

Komşu Suriye’nin bize yakın topraklarında bir seçim hazırlığı sürüyor. PKK ile irtibatını saklamayan PYD/YPG yapılanmasının yeni hamlesi bu. Herhangi bir resmiyeti bulunmayan yönetimlerine bu yolla meşruiyet kazandırmayı deniyor PYD/YPG.

Türkiye’nin istemediği bir gelişme bu ve bunu anlayabiliyorum.

Yine de anlayamadığım bir şey var: Türkiye -siyasi iktidar- istemediği bir gelişme için neden bugünlere kadar beklemiş?

PYD/YPG’nin seçimi bir hafta sonra, 11 Haziran’da yapılacak.

Ankara, sınırlarının ötesinde, Şam yönetimini tanımayan, bulundukları toprakları ‘özerk bir bölge’ ve kendisini de o bölgenin meşru yönetimi olarak ilan etmeye hazırlanan PYD/YPG’nin girişiminin engellenmesiniBeşşar Esad ile Joe Biden’den beklemiş.

Suriye’den ve ABD’den…

Beşşar Esad’tan ses çıkmamış…

ABD dışişleri bakanlığı sözcüsü, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararında belirlenmiş, serbest, adil, şeffaf ve kapsayıcı olma şartlarına uygun bir seçimin Suriye’nin kuzeydoğusunda mümkün olmadığı görüşünü ilgili aktörlere bildirdiklerini açıklamış.

Bu kadar.

Türkiye’den hiç ses çıkmadığı söylenemez.

Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) geçen Salı günkü toplantısı ardından yayımlanan bildiride “Milli güvenliğimiz ve komşularımızın toprak bütünlüğü hilafına herhangi bir oldubittiye fırsat verilmeyeceği vurgulanmıştır” ifadesi bulunuyor.

İki gün sonra da, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye, topraklarının hemen ötesinde, bir teröristan kurulmasına izin vermeyecektir” açıklaması geldi.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in de, Amerikan haber ajansı AP’ye,“Böyle bir durumu kabul etmek mümkün değildir” dediği biliniyor.

Böyle ortamlarda hep olduğu gibi, bu yeni gelişme de, “Irak’ta PKK yok edilecek, karşılığında adını Suriye Demokratik Güçleri’ (SDG) olarak değiştirmeye hazırlanan PYD/YPG’nin varlığı kabul edilecek” türü senaryolara yol açmış bulunuyor.

Ne yapılacağını öngörmek zor ama ben yine de bildiğim bir gerçeği söylemeliyim: Tek başına söz, sonuç almada yeterli olmaz.

Benzer durumlarda geçmişte neler yaşanmıştı hatırlamakta yarar var.

İlk örnek, PKK’nın eleman yetiştirmek üzere Suriye’nin gözetimindekiBekaa Vadisi’nde faaliyete geçirdiği ‘Mahsum Korkmaz Kampı’ ile ilgili.

Konunun çözümü için dönemin içişleri bakanı İsmet Sezgin, yanına bir grup gazeteciyi de alarak, Şam’a gitmişti. Tarih 14 Nisan 1992. Sezgingörüştüğü Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’a, doğrudan,“PKK gibi bir terör örgütünün mü, yoksa Türkiye gibi bir devletin mi dostluğunu tercih edersiniz?” sorusunu yöneltmişti.

Ertesi gün, Suriyeliler, aralarında benim de bulunduğum gazetecileri, PKK kampının yıkılarak yok edildiğini göstermek üzere, bir otobüsleBekaa Vadisi’ne götürdü. 

Yıkıntılar arasında bulduğum bir gazete parçasından yok etme eyleminin o sabah gerçekleştiğini anlamıştım.

İkinci örnek de yine PKK ile ilgili.

Bu defa, Türkiye, Şam’da keyifli bir hayat süren Abdullah Öcalan’ın oradan çıkartılması için harekete geçti. MGK’da alınan kararla birkaç hamlelik bir plan devreye sokuldu. 

Önce, dönemin kara kuvvetleri komutanı Org. Atilla Ateş, Hatay/Reyhanlı’ya gidip Şam’da ‘tehdit’ olarak algılanan bir konuşma yaptı (16 Eylül 1998).

Ardından, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Meclis’in açılışında -1 Ekim 1998- yaptığı konuşmada, daha ileri sözlerle Şam rejimini suçladı.

Mısır -Hüsnü MübarekEsad’ın telaşı ardından, askeri bir müdahale düşünülüp düşünülmediğini öğrenmek üzere devreye girdi. 6 Ekim günü Şam üzerinden Ankara’ya geldi Mübarek; ciddiyeti görünce yanında gelen dışişleri bakanı Amr Musa’yı Hafız Esad’a gönderdi.

Sonuç?

Abdullah Öcalan Suriye’yi terk etmek zorunda bırakıldı Şam rejimi tarafından (9 Ekim 1998). 20 Ekim’de de Suriye ile PKK’nın faaliyetlerine izin verilmeyeceğine dair ‘Adana Mutabakatı’ imzalandı. 

İleride bu günleri yazarken, verdiğim iki örneğe, şu sıralarda yaşananları üçüncü örnek olarak ekleyebilecek miyiz?

Ne dersiniz?

[İkinci örnekle ilgili geniş bilgi, Amr Musa’nın birkaç yıl önce çıkmış ‘Kitabiyye’ adlı anılarında var.]