İsveç eski Dışişleri Bakanı Ann Linde, Al Monitor'dan Amberin Zaman'a verdiği söyleşide gayet net itiraf etmiş.
Malum, Linde Ekim 2022'de görevi bırakana kadar Türkiye ile yapılan müzakerelerin içinde yer almıştı.
Linde PKK'nın İsveç'ten finansman sağladığı suçlamasıyla ilgili olarak, "sonuç olarak İsveç istihbaratı ve polisi bunun doğru olduğunu ortaya çıkarınca, biz de gerekli önlemleri aldık" diyor verdiği röpörtajda.
Türkiye, Avrupa'nın en ileri demokrasilerinden birine, terörle mücadele konusunda anayasasını değiştirtti. Bence daha da önemlisi, Kuran yakma hadiseleri karşısında, İsveç'in İslam dünyasının değerlerine karşı daha hassas ve saygılı olmasını da en azından şimdilik sağladı.
Stockholm'ün tavır değiştirmesine yol açan, İslam ülkelerindeki İsveç elçilikleri önünde yapılan gösteriler değil, Türkiye oldu. Bu, Türkiye'de analar Recep Tayyip Erdoğanlar, Mevlüt Çavuşoğulları doğurdu diye de olmadı.
Türkiye NATO üyesi olduğu için oldu.
İsveç'in NATO'ya giriş süreci çok daha iyi yönetilebilirdi. Bunu bir kenara bırakıyorum.
Burada ısrarla üzerinde durmamız gereken konu, Türkiye'nin Batılı kimliği ve bir Batılı olarak Batı'yı içeriden değiştirme, dönüştürme potansiyelidir. Ama bunun için Türkiye'nin öncelikle Batılı, Avrupalı olduğunu kabul etmesi gerekir. Batılılık ve Avrupalılık, içinde Balkanlar, Kafkaslar, Akdeniz, Orta Doğu ve bir miktar da Yakın Doğu Asya'yı barındıran çoklu kimliğinin bir parçası, ama ana parçasıdır.
Batılı ve Avrupalı kimliğin içselleştirilmesi, Türkiye'nin stratejik otonomi arayışına engel olmaz. Önemli olan, Batı çıpasını kuvvetli tutarak, stratejik otonomiyi yönetebilmektir.
Diplomaside "kısa günün kârı" dönemi
Hafta sonu gerçekleşen Münih Güvenlik Konferansı bu yıl "kaybet-kaybet" teması üzerine kuruldu.
Konferansın çerçeve metnine göre artık ülkeler küresel işbirliğinden kendi paylarına düşenin çok az olduğu inancıyla, kısa dönemli "tuttuğumu yakalayayım, elimde ne kalırsa kârdır" şeklinde, anlık kazanımlara dayalı bir anlayışa yönelir oldular. Küresel işbirliğinden kaçışın, bir noktada herkesin kaybettiği bir sürece evrilme riskine dikkat çekiliyor. Nasıl yaparız da kural bazlı küresel sisteme güveni arttırırız diye soruluyor.
Denebilir ki, bu Batı odaklı bir bakış açısı. Hatta pek çoğunuz Gazze savaşında Batı'nın Müslüman Filistinlilere yaklaşımındaki acımasız riyakârlığa, kural tanımazlığa bakıp, "Batı'nın yatacak yeri yok" da diyebilirsiniz. Haklısınız. Ama bir adım öteye gidip, "Batı bitti, biz başka yöne bakalım" demenin yada Batıya alternatif yaratacağız diye Batı dışı aktörlere de yaranma adına onların hatalarına göz yummanın çok riskli olduğunu düşünüyorum.
Evet Batı'nın gücü azalıyor olabilir; dünyanın ağırlık merkezi Doğu'ya doğru kayıyor olabilir. Ancak ABD ve AB küresel sistemin ana aktörleri olmaya devam edecekler.
Kaldı ki; Batının liderliği zayıfladıkça, oluşacak boşluğu kim dolduracak sorusu da önemli.
Uygur Müslümanlarına dönük uygulamalarını gündeme bile getiremediğiniz Çin mi?
Veya Rusya mı? Rusya veya Çin'in Filistin konusunda oynadığı rol çok mu Filistinlilerin hayrına gerçekleşiyor?
İktidar da muhalefet de Navalny'nin ölümüne tepkisiz
Binlerce kilometre uzakta bir hapiste 19 yıla mahkûm muhalif liderin şaibeli biçimde öldüğü bir Rusya'ya mı bel bağlanacak?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bundan sonra Rusya'ya gittiğinde yemeğe kalır mı? Pek sanmam?
Aman Batı'yla aynı çizgide durmayalım diye, ilişkilerimize gölge düşmesin diye, şaibeli bir ölümle ilgili tek satır resmi açıklama yapılmaması, Türkiye'ye karşı Ruslarda saygı mı uyandırır; yoksa bak doğal gaz rüşvetiyle Türkleri ne güzel kendimize bağlamışız mı dedirtir?
Özellikle iktidara yakın çevrelerdeki "Batı bitmiş kardeşim biz Doğumuza bakalım" anlayışına karşı neden başta İsviçre, Avrupalı başkentlere en çok iltica talebinde bulunanlar sıralamasında Türkler Afganlardan sonra ikici sırada geliyor?
İşin ilginci iktidar kendi söyleminin içini de dolduramıyor. Hindistan'la, Güney Kore'yle teknoloji alanında artan işbirliği var mı? Yok. Sadece Hindistan'dan, Çin'den ucuza mal getirten yandaş ithalatçıların kâr patlaması var.
Kimse Türkiye sadece Batı odaklı olsun demiyor. Batı ayağını hafife almasın, stratejik otonomiyi, taktik kısa dönemli kazançlara indirgemesin; gerçek anlamda stratejik olsun diyor.
Bu konuda bir yazı kaleme alan Prof. Fuat Keyman, Türkiye'de uygulanan stratejik otonominin stratejik boyutunun zayıf olmasını uzun zamandır dış politikada benimsenen al-ver ilişkisi yöntemine de bağlamış ve eklemiş:
"Mülteci sorunu, ekonomi, enerji, vb. konularda stratejik olmak yerine sürekli pazarlık içinde olmak, kurallara çoğu zaman uymamak ve sürekli pozisyon değiştirmek, stratejik otonominin stratejik olma kısmını ciddi anlamda zayıflatıyor. Ek olarak, diğer aktörlerle ilişkilerde "güven sorunu" ve "tutarsızlık sorunu" yaratıyor."
Almanla Endonezyalı öğrenciyi aynı sınıfta ağırlamak
Geçenlerde yazmıştım, tekrar olacak. Türkiye'nin 2009'da BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine rekor destekle seçilmesinde Batı dışında kalan ülkelerin oyları etkili olmuştu. Bugün Küresel Güney dediğimiz ülkeler kendi sorunlarına ilişkin Türkiye'nin sözcülük yapabileceğine ikna olmuşlardı. Ancak aradan geçen süre içinde karşılarında, Batı'ya sürekli bağıran, çağıran bir ülke gördüler. Batı'ya tepki gösterilmesi hoşlarına gitse de, günün sonunda sonuç istiyorlar. Batılıların mağduriyetlerine kulak vermelerini istiyorlar, kulak tıkamasını değil. Taraflardan biri bağırıp çağırınca, karşı taraf kulağını tıkıyor zira.
Yakınlarda Prof. Evren Balta ile konuşuyorduk. 10 sene önce sınıftaki yabancı öğrencilerinin çoğunluğu Erasmus programıyla gelen Avrupalılarmış. "Şimdi çoğunluk Asya'dan. İkisi de iyi değil. Asıl olması gereken bir Alman öğrenci ile bir Endonezyalı öğrencinin benim sınıfımda buluşabilmesi, orada birbiriyle konuşması. Sınıf mikro bir örnek, Türkiye de böyle bir rol oynamalı" dedi Evren Balta.
1 Mart'ta Antalya Diplomasi Forumu yapılacak. Altında çok büyük emek yatan forum, Batılı ayağı sınırlı kaldıkça, iktidarın içe dönük siyasi şovu olarak kalmaya mahkûm oluyor.