Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail faşizmi hakkında “dur emri” vermesi, zulüm ve acılarla dolu çağımızda, insanlık vicdanı ve uluslararası hukuk gerçeğinin de olduğunu düşünmemizi gerektiriyor.
Hükümetler siyasi hesaplarla davransa da Amerikan üniversitelerinde, Batı sokaklarında İsrail faşizmini protesto eden insanlar bu vicdanın sesidirler.
İsrail’e gittiğinde, “Ben buraya bakan olarak değil, Yahudi olarak geldim” diyen ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ı, Senato’da kan kırmızıya boyanmış ellerle protesto edenler elbette insanlık vicdanını temsil ediyor.
Zulme karşı çıkmak mı? Bunun çağımızdaki yargı kurumları Uluslararası Adalet Divanı ile Uluslararası Ceza Mahkemesi’dir. Bugün İsrail faşizmi bu iki uluslararası mahkemede sanık sandalyesindedir.
İKİ HUKUK KURUMU
Evvela, Birinci Dünya Savaşı’dan sonra kurulan Daimi Adalet Divanı… Genç Türkiye Cumhuriyeti, Fransa ile olan bir deniz kazası ihtilafının burada çözülmesini kabul etmiş ve kazanmıştı. Dört yıl önce savaş halinde olduğu Avrupa’nın bir kurumunda, gerçek bir hukuk zaferiydi bu. (7 Eylül 1927)
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, daha güçlü olarak BM’nin yargı organı statüsünde bugünkü Uluslararası Adalet Divanı kuruldu.
İkisi de Lahey’dedir.
Savaş ve soykırım suçlularını yargılayarak cezalandıran ilk uluslararası mahkeme, Uluslararası Ceza Mahkemesi’dir. Roma’da bir ay süren müzakerelerden sonra 1998’de 124 devletçe kabul edilen “Roma Statüsü”ne dayalıdır.
Sırp faşizminin Boşnak Müslümanlara uyguladığı savaş ve soykırım suçlarını yargılayan uluslararası mahkeme, sırf o olay için kurulmuştu. Roma’da daimi bir mahkeme kuruluyordu. Kararları, Statü’yü imzalayan ülkeleri bağlayacaktı.
İSRAİL SANIK SANDALYESİNDE
Mandela’nın ülkesi Güney Afrika, 17 Kasım 2023’te UCM’ye başvurarak, İsrail’in savaş ve soykırım suçları işlediğine dair belgeleri sundu, soruşturma açıldı.
20 Mayıs’ta UCM Savcısı, Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant ile üç Hamas lideri hakkında tutuklama talebinde bulundu.
Güney Afrika 12 Aralık 2023’te İsrail hakkında UAD’ye başvurdu. Delillerini sundu. İsrail’in Gazze’de, “1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle” İsrail hakkında acilen ihtiyati tedbir kararları verilmesini istedi.
Hukuken şu husus son derece önemlidir: Divan, İsrail’in savunmasını aldıktan sonraki ara kararında iki esası hükme bağladı: “Sunulan deliller davanın görülmesi için yeterlidir, İsrail’in davanın reddi talebi kabul edilmemiştir.” (Paragraf 31-32)
UAD, 86 paragraftan oluşan kararında, daha önce Ukrayna saldırısından dolayı Rusya hakkında verdiği kararı, dört defa emsal göstermektedir. Hukukta tarafsızlığın kanıtlarından biri, emsal gösterebilmektir. UAD, Filistinlileri “soykırımdan korunan grup” olarak niteledi, İsrail’in durması için ihtiyati tedbirleri sıraladı. Son olarak İsrail hakkında “emir” (order) niteliğinde “saldırıyı durdur” kararı aldı.
UAD’nin “dur” emrine uymaması, Siyonist führer Netanyahu’nun UCM’deki soykırım suçu dosyasını kabartmaktadır. Refah kampının bombalanmasına “stratejik hata” demesi onu Miloseviç’in akıbetinden kurtaramayacaktır.
YAŞANABİLİR BİR DÜNYA İÇİN
Başta Amerika’daki haydut ruhlu senatörler olmak üzere, UCM ve UAD’ye saldıranlar var. Etkisi olur mu? Sanmıyorum ve olmamalı.
UAD, soykırım konusundaki delillerin “ciddi” olduğunu kabul ettiğine göre, İsrail’i aklaması ve soykırımı tamamlanması için İsrail faşizmine icazet vermesi beklenmemelidir. Yargıçların böyle bir onursuzluğu kabul edeceğini düşünemiyorum.
UCM savcısının tutuklama talebine gelince… Almanya gibi malum kompleksleriyle İsrail’i körü körüne destekleyen bir devlet bile , Netanyahu hakkında “UCM karar verirse tutuklarız” diye açıklama yaptı. (22 Mayıs)
Çükü uluslararası sözleşmeler imzacıları için kanun hükmünde bağlayıcıdır.
Buna rağmen UCM’nin de UAD’nin de emrinde ordular yoktur. Bu mahkemelerin yetkisini kabul eden devletlerin uygulamalarına bağlıdır.
Her ne olursa olsun, zulmü destekleyen, işine gelince zulüm yapan bir Batı vardır, bir de uluslararası hukukun gelişmesine ve kurumların kurulmasına öncülük eden Batı…
Batı’yı toptan suçlayan otoriter ideologlar ve siyasetçiler, bu yüksek hukuki ve felsefi değerleri de gözden kaçırmak istiyor.
İnsan melek olmadığı için yeryüzü hiçbir zaman cennete dönmeyecektir. Ama hukuk güçlendikçe daha bir “yaşanabilir dünya” mümkündür ve çabamız bu yönde olmalıdır.
Hukuku siyasi kavgalardan üstün tutan kültürün yaygınlaşması lazım.