Toplum ve siyaset, halk ve iktidar ilişkileri, 31 Mart sonrası yeniden biçimleniyor. Halk iradesi üzerinde iktidar baskısı, sandıkta püskürtüldü.
31 Mart öncesi seçim kampanyası görüntüleri, hukuka dönüş sonrası siyaset bilimi çalışmaları için zengin bir malzeme bıraktı. Şimdilik şu saptama ile yetineyim: 15 Temmuz 2016 öğleden sonra ‘arazi’ olan (Akar’dan Fidan’a) Devlet görevlileri, 31 Mart öncesi ‘oy avcılığı’ için sahada sıkça görüntü verdi. Hukuk yokluğu, her iki dönemin ortak paydası.
Halk (demos) ve iktidar (krasi) bileşimi olarak demokrasi, 31 Mart sonrası hukuku da biçimlendiriyor.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, aynı zamanda AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı ve MHP Genel Başkanı ile görüşmeleri, hukuka çağrıdır.
Siyasal tartışmaların malzemesi yapılsa da, Anayasa ve hukuk dışı söylem ve uygulamaları en aza indirmeye yönelik görüşmeler, Anayasa andına saygının ekmek, su ve hava kadar önemli olduğunu bir kez daha doğruladı.
Bu nedenle hukuki kuşatma, çok yelpazeli olarak yürütülmeli: yasamada, yürütmeye karşı ve yargı karşısında.
Yasamada ön almak için çok güçlü bir meşruluk zemini bulunan CHP, AKP-MHP’nin haklılık ölçütü olarak kullandığı sayısal üstünlüğü sürekli sorgulamalı. Bu bağlamda, CHP ve öteki partiler, “Anayasa’ya saygılı yasa” için İçtüzük olanaklarını kullanarak önerici konuma geçebilir.
Kuşkusuz hukuka dönüş kolay değil; çünkü hukuk yoluyla demokrasi önündeki başlıca engel, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) kurgusudur.
HUKUK ÇIĞLIĞI
14 Mayıs ziyaretim de, hukuk yokluğu nedenli:
Can Atalay, milletvekili seçilişinin 1. yılında AYM kararını ve bunun uygulanmasını bekliyor.
Tayfun Kahraman, adil yargının gerçekleşmesi beklentisiyle özgürlükten yoksun son yaş günü olmasını diliyor.
Selçuk Kozağaçlı, 28 Şubat mağduru mahpus paşalar için “çıplak zulüm” nitelemesi yapıyor.
Osman Kavala, Ö. Özel görüşmelerini “müdafaa-i hukuk” olarak niteliyor.
Demokrasi ve hukuka inançlı dört üretken insan, aysbergin görünen yüzü: ellerinde bıçak, pala, sapan, ok, tabanca olmayan, korumaları ve makam araçları bulunmayan kişiler, mahpus tutulabiliyor ve lehlerinde verilen yargı kararları uygulanmıyorsa, Türkiye genelinde siyasal nedenler ve/ya adil yargılanma hakkı ihlalleri sonucu özgürlükten yoksun kılınmış yurttaş sayısının fazlalığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Bu nedenle, Çiğdem Mater ve Mine Özerdem gibi Atalay-Kahraman-Kozağalı ve Kavala’nın demokrasi ve hukuk umudunu sürekli kılıp yaygınlaştırmalıyız.
NE HUKUK NE DE LİYAKAT
“Hukuk ve liyakat yokluğu”, 15 Temmuza giden yolun temeltaşlarını döşemişti. Bu dönemin ürünü olan PBDBY uygulamasının ilk beş yılında TBMM’de yasa önerisi anından AYM kararından sonraki evreye dek, partizan düzenlemelere karşı ‘hukuk ve liyakat’ uyarılarımızı, Cumhur İttifakı hep kulak ardı etti.
Şimdilerde günışığına çıkmaya başlayan çete ve işbirlikçileri arasındaki hesaplaşmalar, şu soruyu meşru kılıyor: demokratlar ve hukuk savunucuları hapse konuldukça, meydan mafya ve çeteleşmelere mi kalıyor? Cemaat ve tarikatlar ise, “hukuk ve liyakat” yerine partizan uygulamalara açık düzenlemelerle 6 yılda yaratılan “2. paralel devlet” terhlikesinde, Cumhur İttifakı’nın öteki kanadı değil mi?
ÇİFTE FAİL KİM?
Dezenformasyon suçu koyanlar, şimdi sürekli anayasal dezenformasyon suçu işliyor. “Etki ajanlığı” suç önerisine gelince; ülkesel değerleri mal gibi pazarlayanlar ve yurttaşlığı rant kapısına çevirenler , “etki ajanlığı” yapılacak alan bıraktı mı?
Demos, krasi’yi 2. Parti yaptı; muhalefet ise, Anayasa’ya saygı ve Anayasa dışı alanları azaltmak, Anayasa yoluyla siyaset ve hukuk yoluyla demokrasi için çırpınıyor.
Bunu yaparken asıl “paralel hedef” hiçbir zaman gözardı edilmemeli: anayasal demokrasi. Çünkü, ‘kapalı-keyfi-kişi’ (PBDBY) sistemsizliği, parlamenter rejimin Türkiye İçin –tıpkı Anayasa gibi- neden ekmek, su ve hava kadar yaşamsal olduğunu her gün kanıtlıyor.