Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası geçtiğimiz hafta enflasyon tahminini güncellediği yeni raporunu yayınladı. Böylece enflasyon tahmini ikinci defa güncellenmiş oldu. Öte yandan maliye politikası ayağında da bazı politikalar yürürlüğe girdi. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, kamuda tasarruf tedbirlerini dün ilan etti. Toplumdaysa enflasyon politikasında şüpheci bir tutum hakim. TCMB’nin enflasyon tahmini gerçekçi mi? Açlık sınırının altında kalan asgari ücrete zam yapmadan enflasyonla mücadele etmek ne anlama geliyor? Hükümetin ekonomi programında eksik noktalar neler? Merkez Bankası neden piyasadan dolar alıyor? Mevduat faizlerinde son bir haftada görülen düşüş eğilimi sürecek mi? Açıklanan tasarruf önlemlerinin eksik noktaları neler? Bu soruları TOBB ETÜ öğretim üyesi, Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fatih Özatay’a sorduk.
Özatay’a göre hükümetin uyguladığı ekonomi programı yarım, şayet program yapısal reformları da içerecek şekilde düzenlenseydi, asgari ücretliye ve yoksul kesimlerin gelirine dokunmadan da enflasyonla mücadele edilebilirdi.
TOBB ETÜ öğretim üyesi, eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fatih Özatay
İlk olarak 9 Mayıs’ta yapılan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) II. Enflasyon Raporu değerlendirmesinden başlamak istiyorum. Merkez Bankası bir önceki toplantıdaki yıl sonu enflasyon beklentisini iki puan yükselterek yüzde 36’dan yüzde 38’e çıkardı. Öte yandan TCMB’nin piyasa katılımları anketi yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 44 olarak görülüyor. TCMB’nin yıl sonu tahminini yakalayabileceğini düşünüyor musunuz?
TCMB tahmin güncellemesinde şöyle bir sorun var: Hedef yok. Orta vadede bir yüzde 5 hedefi var, ancak 2024 ve 2025 için hedef yok. Banka dedi ki “benim hedefim yok, ama benim tahminlerimi ara hedef gibi alabilirsiniz”. Burada şunu sormak lazım, hedef değiştirilir mi, üstelik söylediğiniz hedefe 6 ay kalmışsa? O zaman hedefin kredibilitesi kalır mı? Bence ortada böyle bir açmaz var.
Bu konuda TCMB’yi eleştiriyorum, ama bu tamamen bankanın günahı değil, çünkü yasa uyarınca hedefini hükümetle beraber belirliyor, hükümet belirliyor. Hükümet istemiyorsa, 'hedefim bu' diyemez, onun için tahmin açıklıyor.
Öte yandan yüzde 36’dan yüzde 38’e çıkardı, itibar mı kaybetti? Hayır, çünkü hâlâ güven aralığının içinde ve 2025’te tutturacağım diyor. Ben tahminin tutabileceğini düşünüyorum. Yüzde 42 üst sınırı, MB yüzde 38’e yuvarladı, medyanı 38 aldı, diyelim ki yüzde 40 oldu. Yüzde 65'lerden yüzde 40’a düşecek. Bence olabilir, ama koşullu bir evet diyorum.
Nedir o koşullar?
Üç koşul var bunun için. İlk olarak, bu politikadan vazgeçilmeyecek, erkenden faiz indirilmeyecek. İkincisi, TEPAV raporları önlem alınmazsa bütçe açığının artacağını söylüyor. Bütçe açığını azaltıcı önlemler alınmalı. Üçüncüsü de durup dururken bir gecede TCMB’nin Başkanı değişmemeli, değişirse bu iş olmaz. Bunların olması şartıyla devam edilebilir. Yurtdışındaki gelişmeler de olumsuz gitmiyor, ama çok fazla etki etmiyor. MB’nin güncellemesinin bir nedeni yok. İkincisi MB ile AB Merkez Bankası faiz artırımının sonuna geldiler, faizi düşürecekler. Buysa bizim gibi ülkeler açısından yabancı kaynak, dış sermaye için olumlu. Enflasyon açısından iyi. Jeopolitik gerilim ve risklerde de büyük bir sıçrama olmazsa 40-42 tutabilir.
'PROGRAM YARIM, YAPISAL REFORMLARA DÖNÜK UNSURLARDAN YOKSUN'
Merkez Bankası Raporu ve Fatih Karahan’ın sunumunda dikkat çeken bir vurgu ücretler. Dahası Karahan asgari ücretin temmuz ayında güncellenmemesi gerektiği konusunda hükümete bir mektup da yolladı. Öte yandan Türk-İş’in açıkladığı açlık sınırı raporunu incelediğimizde açlık sınırının şimdiden 17.725 liraya yükselerek asgari ücretin üzerine çıktığını biliyoruz. Şayet bir güncelleme olmazsa asgari ücretin açlık sınırının çok altında kalacağı açık. Dahası Türkiye’de asgari ücretle ve ona yakın seviyede çalışan oranının yüzde 50’nin üzerinde olduğunu biliyoruz. Bu durumda uygulanan bu enflasyonla mücadele toplumun bir kısmının açlık ve yoksullukla mücadelesi anlamına gelmez mi? Buradaki artık ezberlenmişçesine dile getirilen ücretler vurgusunu nasıl değerlendirirsiniz?
TCMB’nin ikinci açmazı bu bence. Karahan’ın mektubunu köşemde eleştirmiştim. Burada biraz programa bakmak lazım. Doğru yönde gitmekle beraber program eksik. Örneğin yapısal hiçbir kısım yok. İhale yasası ve bunun bütçeye etkisi üstüne bir şey yok. Olur olmaz yerde harcama yapılırsa bütçe açığı artar. Yolsuzlukları engelleyecek şekilde bir ihale yasası gerekiyor. İmar yasasıyla ilgili bir başlık da yok. Kat sayısının 5 ile sınırlandırılması gereken yerlerde 15-20 kata izin veriliyor. Buraya rezidans, AVM yapılıyor. Kaynaklar oraya gidiyor. Ama yapısal reform diyorsak bunların da üstünde bir başlık var: Hukuk. Hukuk sisteminin daha hızlı ve adil olması için adım atılıyor mu, hayır. Bir başlık daha söyleyeyim: Bu yapısal reformlar içinde TÜİK ile ilgili bir şey var mı, yok. TÜİK ile ilgili 5 yıl önce böyle bir durum yoktu, bugün var. Saydıklarımın hepsi enflasyonla ilgili. Bir kısmı güven, bir kısmı bütçe gideriyle ilgili, ama en önemlisi hukukun adil çalışması. Bunlar olmayınca program yarım oluyor ve faiz artışı, vergi artışı, harcama azaltmasına dayanmış oluyor. Başka bir anlatımla kemer sıkma…
'YAPISAL REFORMLAR PROGRAMDA OLSAYDI KEMER SIKMAYA GEREK KALMAZDI'
Oysa diğerleri de olsa risk primi de daha fazla ve hızla düşecek, faiz de bu seviyeye çıkmayacaktı. Öyle bir şey olsaydı zaten kemer sıkma olmazdı. Riski, belirsizliği azalttığınız ortam daha rahat yatırım yapılabilir bir ortam olurdu. Mesela 2002’de enflasyon ocakta yüzde 72’ydi, yıl sonunda 29’a düştü. İki sene sonra 6’ya düştü, sürekli düştü. O ortamda Türkiye ekonomisi ortalama yüzde 7 büyüdü. Demek ki kemer sıkma olmadan dış koşullar da uygunsa enflasyonu düşürebilirsiniz. Öyle bir ortamda ücretlilerden feragat istemezsiniz ya da enflasyon zaten hızla düşüyorsa onlardan da bir miktar daha az ücret artışı isteyebilirsiniz.
'ASGARİ ÜCRETE ZAM YAPMAMAK KÖTÜ BİR ENFLASYONLA MÜCADELE YÖNTEMİDİR, GELİR ADALETİNİ BOZAR'
Bugünkü duruma bakarsak, nisan ayı itibariyle açlık sınırının altında bir asgari ücret var, yıl sonuna kadar da ikisi arasındaki makas açılacak. Çalışanların yarıdan fazlası asgari ücret alıyorsa, o zaman onların sırtından bu iş olmaz. Elbette enflasyonun hizmet enflasyonuyla ilişkisi var. Olgu bu, buna gözümüzü kapatamayız. Ama burada bir sorun var. Niye mesela vergi artışlarına gidilmiyor? Bir takım gelir garantileri var. Uçak inmeyen hava limanlarının, geçilmeyen yolların garantilerinden neden feragat edilmiyor? Asgari ücrete zam yapmamak kötü bir enflasyonla mücadele yöntemi, gelir adaletini bozar. İşte bu kemer sıkma. Oysa tam bir programınız olsa kemer sıkma az olacak ya da gelire göre kemer sıkacağız. Belki yoksulun kemer sıkmasına gerek kalmayacak, servet vergisi gibi yöntemlerle en yoksul kesimi gözeteceksiniz.
Fatih Özatay, Gazete Duvar yazarı Mühdan Sağlam’ın sorularını yanıtladı.
Mektubu nasıl değerlendirirsiniz?
Para politikası tamam doğru yönde, faizin seviyesi doğru, ama çok geç kalmış. Cumhurbaşkanlığı seçimi mayısta bitti ancak faiz için yavaş ve kademeli bir yol izlendi. Oysa çok daha hızlı artırılabilirdi. O zaman kur 20’den 30’a çıkmaz, enflasyon da bu kadar artmazdı. Asgari ücret de açlık sınırının altında kalmazdı. Faizleri de bu kadar yükseltmek gerekmezdi. Hatalar yapıldı. Sonuçta gelinen yer tamam faiz açısında fena değil, ama bu iş tek bir faiz ve vergi artışına kalıyorsa, o zaman mektup yazıyorsunuz. O mektupta insan, bütçede şu şu önlemlerin alınması, gelir artırıcı önlemlerin alınması, asgari ücrete yük binmemesi" gibi öneriler bekliyor. Asgari ücrete gelene kadar başka kalemler de var. MB kanun uyarınca hükümetin danışmanı, bunu önerebilir. Bunu açıkça söyleyemiyorsa daha anlaşılır şekilde anlatabilirdi. O kısmı programın açmazını gösteriyor. Programın eksik olması TCMB’nin elinde olan bir şey değil.
Yine ücretler ve enflasyon vurgusuyla talep ayağına gönderme yapılırken arz ayağında yaşananların gıda, özellikle kırmız et fiyatlarına gönderme yapılarak değerlendirildiğini gördük. Merkez Bankası Raporunda gıda enflasyonu 2024 sonu tahmini yüzde 34,6'dan yüzde 35,5'e çıkarıldı. Buna karşın özellikle lokanta, restoran ve otellerde, enflasyondaki artış, ücretlerdeki artış, elektrik-gaz gibi giderlerdeki artış gerekçesiyle (ki bu kalemlere son üç ayda zam gelmedi) fiyat algısının neredeyse kaybolduğu bir fiyatlama davranışı görüyoruz. Bu fahiş fiyat artışları, enflasyona ücretler kadar etki etmiyor mu? Bu konunun gündeme gelmeyişini nasıl değerlendirirsiniz?
Uzmanlar değiniyor özellikle tarım alanlarının daralmasına, uygulanan tarım politikasının bazı ürünlerin ekilmesinde geciktirici ve azaltıcı etkisine dikkat çektiler. Önemli bir ayak arz. Arzın önemli unsuru üretimde ithal girdi, ara mal ithalatı. Dolayısıyla onun maliyeti de önemli. Döviz kurunun böyle bir etkisi de var. Fiyatlar öte yandan TCMB kuru doğal yolla kontrol edebiliyorsa, enflasyonun altında artırabiliyorsa aslında bu konuda yardımcı oluyor. Sonuçta daha çok talep üstünde duruluyor.
'ENFLASYONDAN ŞİKAYET EDEN İŞVEREN GÖRDÜNÜZ MÜ?'
Ancak bu ortamda neredeyse her kalemde gördüğümüz enflasyonun çok üstündeki fiyat artışlarına bir şey söylenmiyor olması dikkat çekici değil mi?
Evet, burada bazı sektörlerde kâr oranlarından feragat edilmiyor, hatta kâr oranları yükseliyor. Dünyada bunun örnekleri de var. Burada şunu söylemek gerekiyor, işveren maliyetini olduğu gibi yansıtabiliyorsa hatta kâr oranlarını artırabiliyorsa, onun da kusuru var. Siz enflasyondan şikayet eden işveren gördünüz mü? Ücretten şikayet ediyor, kurdan şikayet ediyor, vergi istemiyor ama işveren enflasyondan neden şikayet etmiyor? Esnaf edebilir, ediyor da zaten, ancak orta ve büyük işveren şikayet etmiyor, çünkü maliyet artışını fiyatlarına yansıtabiliyor, talep de fena değilse niye şikayet etsin ki, bu onunla da ilgili bir durum.
Enflasyon yüksek olduğu zaman en büyük dertlerden biri mal fiyatındaki artış. Burada zor olan TCMB kâr oranlarını düşürmek için ne yapacak? Talebin üstüne, kurun üstüne, ücret artışının üstüne gitmek daha kolay. Arzın üstüne gitmek daha çok rekabete dönük düzenlemeyle ilgili. Ona yönelik politika geliştirmek daha zor. IMF de kâr oranlarına dikkat çekti, bu konu ciddi bir biçimde gündemde. Bu önemli bir unsur bence.
'TCMB, EKSİ REZERVİN YARATTIĞI GÜVEN SORUNUNU HAFİFLETMEK İÇİN, REZERVİNİ ARTIRMAYI TERCİH EDİYOR'
Doların ne olacağı, ekonomi denildiğinde akla gelen sorulardan biri. Spekülatif biçimde bazı ekonomistler ve toplumda yaygın olarak seçimlerin ertesinde dolarda tıpkı 2023 Mayıs seçimi sonrası gibi dolarda bir tırmanışın olacağı kanaati hakimdi. Ancak bu olmadığı gibi Merkez Bankası döviz aldı. Seçim sonrası 45 günde toplam 42 milyar dolar aldı, hatta cuma günü günlük alım 4 milyar dolara çıktı. İlk olarak dolar olması gereken seviyenin altında mı? Merkez Bankası bu nedenle mi dolar alıyor? Şayet öyleyse neden doların düşmesine izin verilmiyor? Burada bir seviye mi gözetiliyor?
Toplumun hafızası hem 2021’de olanlar hem de 2023 seçimleri sonrası yaşananlar konusunda taze. Mayıs seçimlerinde, ödeme krizi dengesinin eşiğinde doları tuttular. Politika tamamen geride bırakılınca faiz de biraz geç artırılınca kur tutuluyordu, sonrasında arttı. Yine aynı paralellik kuruldu, şimdi de seçim var, yine aynı şey olacak kanaati oluştu. Ancak bu olmadı, çünkü o zaman faiz yüzde 8’deydi, enflasyon 50-60’ta. Şimdi faiz 50’de kur niye artsın?
TCMB niye dolar alıyor sorusuna gelirsek, şöyle MB'nin en büyük sorunlarından biri eksideki döviz rezervi. Program da yarım olunca bizim ülkelerde bir takım ölçütler var, uluslararası yatırımcılar, döviz rezervini kısa vadeli borçlarınıza oranlıyor, ithalatınıza oranlıyor. Bir de yurtiçinde de rezervin ekside olması çok gündeme geldi. 60 milyar dolar olsa sokaktaki vatandaş ilgilenmez, ama eksi 60 olunca “ne oluyor, bankanın kasası boşalmış” diyor. Dolayısıyla gelinen süreçte bu hem yurtiçinde hem yurtdışında güvensizlik yaratıyor. Programın önündeki en önemli engellerden biri güveni sağlamak. Döviz rezervi bunlardan biri, o zaman döviz rezervini artırması gerekiyor. Bu nedenlerle TCMB diyor ki ben döviz rezervini artırayım, artık faiz yükseldi, dışardan da giriş olacak. Şimdiye kadar bunu bankalarla yapıyordu, swap yapıyordu. Ancak bunlar net rezerve yansımıyordu. Şimdiyse kalıcı döviz alıyor. İsterse yarın kullanır isterse 3 yıl sonra kullanır. Bunun karşılığında lira çıkıyor. Tüm koşullar ideal olsa zaten kur, enflasyona yardımcı olacak düzeye gelirdi. Türkiye büyük bir ekonomi, çok fazla dış kaynak girişi olurdu. O zaman zaten döviz fışkırırdı.
Peki burada bir zamanlama sorunu mu var, yani TCMB erken mi davranıyor?
Bu alternatifler arasında bir seçim. Burada mesele, enflasyon tam düşmeden döviz alınıyor olması. O da güven problemine dayanan bir unsur. İlk alternatif şu olabilir, faiz yüksek, döviz geliyor, gelen dövizi almazsınız. Böylece kurun ve enflasyonun aşağı gitmesini bekleyip ertesi ay daha hızlı faiz düşürebilirsiniz. İkinci alternatif döviz almak. O zaman piyasaya lira çıkıyor, onu sterilize etmek için faizin belli bir düzeyde olması lazım. Dahası bu kura yansımadığı ya da daha az yansıdığı için, enflasyon da düşmediği için faizi yine hızlı düşüremiyorsunuz. 2003’te bunu yapabiliyorduk, çünkü enflasyon hızla düşüyordu. Buradaysa enflasyon hâlâ düşmedi. TCMB burada güven sorununu aşmak için rezervi artırmayı tercih etmiş. Güven problemi var bunun bir boyutu rezerv, bunu artırmam gerekiyor diyor. Öte taraftan enflasyonun düştüğünü göstermem lazım, faiz yüksek. Enflasyon düşerse faizi düşüreceğim bir süre sonra. Bu yöntemlerde anlaşılan MB açısından eksi rezerv ağır basmış, bu alternatifi tercih etmiş. Sonuçta gidişat fena değil, enflasyon açısından yolunda.
Fatih Özatay, Mehmet Şimşek'in duyurduğu tasarruf tedbirlerinin niyet açısından olumlu ancak eksiklikleri olduğunu söyledi.
Bahsettiğimiz dolar alımının bir başka yansıması şu şekilde oluyor, sonuçta banka bu doları ücretsiz almıyor, karşılığında piyasaya lira veriyor. Piyasaya enjekte edilen bu liraysa mevduat faizlerine yansıyor. Örneğin geçtiğimiz haftaya göre mevduat faizlerinin yüzde 2 civarında gerilediğini görüyoruz. Neden mevduat faizi gerilesin isteniyor? Faiz sebep enflasyon sonuç denklemini bir kenara bıraktığımıza göre mevduat faizlerinde sizce akıllardaki seviye ne olabilir? Mevduattan kaçışa neden olabilir mi?
Olmaz bence. Orada karmaşık sorunlar var. Eksi rezerv olunca mecburen rezerv artırıyorsunuz. Onun karşılığında lira çıkıyor. Onu çekmeniz gerekiyor, bir faiz koridoru var. Eskiden bankalar sizden borç alırken 50 ile 53 arasında faiz uygulanıyordu. Şimdi sistemde likidite fazlası olursa çektiğiniz zaman o da 50’nin altında kalıyor o da mevduata yansıyor. İkincisi döviz cinsi krediler artıyor, lira cinsi mevduat toplama ihtiyacı azalabilir.
'BELİRLİ BİR SÜRE MEVDUAT FAİZLERİNDE DÜŞÜŞ OLMAMALI'
Bir de buna stopajdaki artış eklendi. Bütçeye gelir getirmesi için yapıldığını biliyorum, ancak erkendi. Enflasyon temmuz-ağustosta düşecekti. Bunların hepsi birbiriyle çelişiyor. Hayatta böyle iki şey istiyorsunuz ama birinden biraz feragat edeceksiniz. Bununla beraber mevduat faizi önemli, geç arttığı için yeni yeni ivmeleniyor. Dövize talebin geriletilmesi için bunun devam etmesi gerekiyor. Yerleşiklerin talebi azalmalı, lira tercih edecekler ki program başarılı olsun. Program başarılı olduğu ölçüde liraya geçiş artar liraya geçiş arttıkça program başarılı olur.
Mevduat faizi kısa vadeli olduğu için ilk olarak, yıl sonu enflasyon beklentisine değil, faiz getirisi enflasyonun üstünde mi ona bakıyorsunuz. Mevduat faizi enflasyonun altında kalırsa, insanların bir kısmı gidip ihtiyaçlarını önceden alır. Belli bir süre mevduat faizinde düşüş olmamalı.
'TASARRUF TEDBİRLERİNDE NİYET OLUMLU AMA EKSİKLER VAR'
Son olarak Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek dün kamuya dönük bazı tasarruf tedbirleri açıkladı. Bu önlemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bir niyet ve bütçe açığı azaltılmaya çalışılıyor, ancak önemli olan uygulama. Niyet açısından olumlu, uygulama önemli. Bazı eksikleri de var tedbirlerin, örneğin kamu özel işbirliğine verilen garantiler var, bunlara dönük bir madde yok ki bunların bir kısmı gelir garantili veya döviz cinsinden/kura endeksli. Vergiye dönük de bir düzenleme yok. Örneğin neden sözleşmeleri bitince kamu personeli servisleri kaldırılıyor, lojmanlar azaltılıyor; kiraları artırılıyor bu memura yük değil mi? Son olarak bu tedbirlerin bütçe açığının önlenmesindeki katkısı ne olacak, Bütçe açığını GSYH'ye oranla ne kadar düşürecek bilmiyoruz.
* Prof.Dr. Fatih Özatay Kimdir?
Fatih Özatay, 1978’de ODTÜ Makine Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra iktisat alanına yönelmiştir. 1986’da Ankara Üniversitesi’nde doktorasını tamamlayan Özatay, Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine Müsteşarlığı ve Merkez Bankası gibi kurumlarda yönetici pozisyonunda çalışmıştır. 2002-2006 arasında Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı yapmış ve Para Politikası Kurulu’nda yer almıştır. Özatay, halen TOBB ETÜ İktisat bölümünde dersler vermekte ve TEPAV Makroekonomi Çalışmaları Programı Danışmanlığını yürütmektedir.