Suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan ile ilgili soruşturma ortaya koyuyor ki AKP iktidarı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarının altına bir kez daha bomba döşemiş.
Geçmişte tıpkı Fetullahçıların yaptığı gibi şimdi de başka tarikatlar, cemaatler, suç örgütleri devlet kurumları içinde kendi borularını öttürüyorlar.
Ayhan Bora Kaplan suç örgütü ile ilgili operasyonun başlaması, bu örgüt ile ilgili soruşturmada 2 numaralı sanık olan Serdar Sertçelik isimli suç örgütü üyesinin itiraflarıyla mümkün olabildi.
Sertçelik, ifadesini verdi ve elektronik kelepçe takılarak serbest bırakıldı. Bu kelepçe takılanlar evlerinden ancak 100 metreye kadar uzaklaşabiliyorlar.
Nasıl olduysa Sertçelik, bu kelepçeyle Ankara gecelerinin müdavimi olmayı da başardı ve sonunda da yurt dışına kaçtı.
Bazı polislerin kendisine bu işte yardımcı oldukları da iddialar arasında.
Sertçelik, yurt dışına kaçmadan önce gece alemlerinde akarken, nasıl olduysa kavga eden iki grup arasında kaldı ve iki bacağından vuruldu.
İşin ilginç yönü, o gün orada vurulan tek kişinin Sertçelik olması. Silahların da kullanıldığı kavgada başka yaralanan yok.
Belli ki Sertçelik'e bir uyarı yapmak istenilmiş, kavga görüntüsü bu nedenle yaratılıp, Sertçelik ayağından vurulmuş.
Bunun ayrıntılı olarak soruşturulduğu ile ilgili bir haber görmedim.
Sertçelik'in şimdi aldığı pozisyonu almasına zorlamak isteyen bir grubun işi olmalı bu. İçlerinde politikacıların da bulunma ihtimalini göz ardı etmemek gerek çünkü Sertçelik'in şimdi çizdiği senaryo, AKP içinde örtülü olarak yürüyen iktidar mücadelesinde belli bir tarafın elini güçlendirmeyi hedefliyor.
Öyle anlaşılıyor ki İçişleri Bakanı'nı hedef alan bir plan yürürlüğe konulmuş.
Olağan şüphelinin Süleyman Soylu olduğunu iddia edenler de var.
Derinlemesine bir soruşturma yapılmadan gerçeğe ulaşabilmenin çok zor olacağı bir dosya bu.
Tahminim şu ki herhangi bir savcı bu işi kurcalamaya da kalkışmayacak.
Kimse dertsiz başına dert almak istemez, Sertçelik'in iki bacağından vurulması da bu derdin neler olabileceğinin ip ucunu veriyor zaten.
Şu anda yurt dışında bulunan Sertçelik, polisteki ifadesinde bazı AKP'lileri de işin içine katmaya zorlandığını iddia ediyor.
Ankara Emniyet Müdürü, Nurcuların Okuyucular koluna mensupmuş, böylece AKP'ye karşı bir Nurcu darbesi hazırlanmış, iddia bu.
Emniyet yetkilileri ise ifadenin savcılıkta alındığını, 19 sayfalık gizli tanık ifadesinde herhangi bir politikacının adının geçmediğini açıkladılar.
Bu iddialardan hangisinin doğru olduğunu dava açılıp, ifade ortaya çıktığında öğreniriz. Tabii "üç harfliler" işin içine girip, her şeyi örtbas etmezse!
Öte yandan Ayhan Bora Kaplan, müdür seviyesindeki bir emniyet görevlisine rüşvet verdiğini iddia eden bir ek ifade verdi.
Buna göre rüşvet, emniyet müdürünün sevgilisine bir Rolex saat şeklinde verilmiş. Saatin faturasının avukatı tarafından soruşturmada görevli dört polise verileceğini söylemiş.
Polisler, söz konusu avukatla bir yemekte buluşmuşlar, yemeğin bedelini avukat ödemiş, bununla da kalmamış bu polislerden birine 300 bin dolar verilmiş. (Bugünün parasıyla yaklaşık 10 milyon lira.)
Söz konusu polis, bu parayı rüşvet olarak almadığını, Menzil Tarikatı'na bağış olarak aldığını iddia ediyor.
Devletin kurumlarının ne hale geldiğini görüyor musunuz?
Suç örgütleri, polisin içinde neredeyse cirit atıyor. Polisler tarikatlarına bağlılık derecesine göre terfi ediyor, akıl almayacak paralar havada uçuşuyor.
Öte yandan savcılar katilleri koruyor, siyasal bir cinayetin derinlemesine araştırılmasının önüne geçiliyor.
Cumhurbaşkanı da "sivil Anayasa" istiyor.
Bütün bu rezilliklerin sorumlusu Anayasa'ymış gibi!
* * *
"Tek adam rejimi" bile yetmiyor!
Cumhurbaşkanı ve onun bir dediğini ikiletmeyen AKP yöneticileri iddia ediyorlar ki Anayasa'yı yazanlar takım elbise – kravatla dolaşan siviller olursa, Anayasa da "sivil" olacak.
O iş ne yazık ki bu kadar basit değil.
Askerin, siyaset kurumu tarafından kontrolü, yönetimin sivilleşmesinin bir küçük adımı olabilir sadece.
"Sivilleşmek", esasen hesap verebilirlikle ilgilidir.
Sınırsız gücün sınırlanması, kontrol edilmesi ve yönetimin her aşamasının şeffaf olarak hesap verebilir olmasıdır.
Cumhurbaşkanı'nın hiç hoşlanmadığı bir durum bu.
Nitekim Danıştay'ın kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada şöyle bir cümle kullandı:
"Yargının yasama ve yürütmeye müdahalesi nasıl yanlışsa, yargının siyasi tartışmaların içine çekilmesi de o denli hatalıdır."
Cumhurbaşkanı'nın dilinin altındaki bakla açık: Anayasa Mahkemesi, kanunların Anayasa'ya uygunluğunu denetlemesin.
Danıştay, idarenin işlemlerini denetlemesin.
Sayıştay, bütçeyi nasıl harcadığımıza karışmasın.
Hatırlarsınız belki AKP'nin daha önce hazırladığı bir Anayasa taslağı "yürütmeyle uyumlu bir yargı" getirmeyi hedefliyordu.
O tasarıda, yargı, millet adına egemenlik kullanan kurumlar olmaktan çıkarılıyor, "görevli" hale getiriliyordu.
Öyle görünüyor ki bir kez daha "madem Recep Tayyip Erdoğan Anayasa'ya uymuyor, Anayasa'yı Recep Tayyip Erdoğan'a uyduralım" planı ile karşılaşacağız.
Erdoğan'a mevcut tek adam rejimi bile yetmiyor belli ki!
Muhalefet partileri, ellerinde hazır bir Anayasa taslağı yokmuş gibi davranarak bu plana zemin hazırladıklarının farkındalar mı?