Üçüncü Dünya Savaşı artık çok uzak bir ihtimal değil

Önceki gün Rusya en büyük bayramını kutladı. Zafer Günü ve aynı zamanda acı bir yıl dönümüydü bu. On milyonlarca hayata mal olan İkinci Dünya Savaşı’nı akla getiriyordu.

9 Mayıs 1945, Sovyetler Birliği’nin Alman faşizmini yendiği gün olarak kabul ediliyor.

Yani bayram sadece Rusya’nın değil tüm eski Sovyet halklarının aslında. Çünkü Ruslarla Ukraynalılar, Azerilerle Ermeniler, Kazaklarla Tatarlar birlikte savaştılar ve birlikte öldüler.

Ne var ki son yıllarda artık eski Sovyetler’in bir kısmı kendi arasında “düşman kardeşler” haline geldiği için tarihe bakış da değişiyor. Kimisi (Rusya gibi) bayram kutluyor, kimisi reddediyor (Ukrayna), kimisi bu tarihin uzağında durmayı yeğliyor (Gürcistan), kimisi de durumu idare ederek son zamanlarda şu ya da bu düzeyde soğukluk yaşadığı Moskova’yla ilişkileri iyice bozmamak için gerekirse onun yanında Rus tanklarını selamlıyor (Orta Asya’daki eski Sovyet Cumhuriyetleri).

İkinci Dünya Savaşı insanlığın bütün tarihi boyunca yaşadığı en büyük felâketlerin ön sırasında gelir. Bazı araştırmalara göre 60, bazılarına göre 85 milyon insanın yaşamına mal olmuştur. 

En büyük kayıplar Sovyetler Birliği’ne aittir. Tahminen 27 milyon Sovyet vatandaşı savaş kurbanı olmuştur.

Böyle büyük ve trajik bir dersten sonra artık savaşa “bir daha asla” demek en mantıklı ve akıllı olanıydı elbette. Ama insanlık silahlanmadan, kanlı provokasyonlardan ve on binlerin, yüz binlerin ölümüne yol açan çatışma ve savaşlardan asla vazgeçmiyor.

Son yıllarda silahlanma yarışı rekor üstüne rekor kırıyor. Son birkaç yılda savaşların ve çatışmaların sayısı hızla artıyor.

Günümüzün en tehlikeli savaşı ise 1940’lı yıllarda omuz omuza savaşmış olan Slav kardeşler arasında: Rusya-Ukrayna Savaşı. 

Ya da Rusya ile Ukrayna ve onu destekleyen Batılı devletler arasındaki savaş…

Rusya’yı güçsüz bırakma amacı

Geçen gün bir Batılı uzmanın yorumu dikkatimi çekti. Aşağı yukarı şöyleydi:

“ABD askerî açıdan açık ara dünyanın en güçlü ülkesi. Eğer isteseydi çok kısa sürede devasa silah yardımları yaparak Ukrayna’nın Rusya’yı geri püskürtmesini sağlayabilirdi. Ama Washington’un planı farklı: Olabildiğince uzun bir savaşla Moskova’yı güçsüz bırakmak istiyor. Bunun için de o ve ittifakları, Kiev’e tümüyle yenilmeyeceği kadar yardım yapıyor, çoğu kez gecikerek ve ihtiyaca göre daha az silah gönderiyor ancak Kremlin’in kesin zafer kazanmasına izin vermeyecek önlemleri her zaman yedeğinde bulunduruyor.”

Bu yorum kuşkusuz dikkate değer ama her açıdan tartışmasız kabul edilemez. 

ABD’nin yüz binlerce Rus ve Ukraynalının hayatını hiçe sayarak uzaktan yaptığı planlarla kendi senaryosunu uygulamaya çalıştığı yanlış değil. Bu bakımdan Amerikan Başkan Biden’ın savaş öncesinde Rusya lideri Putin’i Ukrayna’ya saldırma gibi stratejik bir hataya nasıl ittiğini daha önce yazmıştım.

Bununla birlikte Batı’nın her zaman “mükemmel bir planı” uygulama yeteneğine ve cesaretine sahip olduğundan emin değilim. Özellikle de nükleer silah birikimi bakımından kendisinden daha güçlü durumda olan Kremlin’in çılgın bir adım atarak Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açabileceği ihtimalini hep göz önünde tutuyor ve en azından Rus nükleer bombalarının bir yerlerde patlayabileceğinden korkuyor. Bunu hisseden Rusya yönetimi de bu bombaları sürekli hatırlatarak “patlatırım ha!” diye sık sık Washington’u tehdit ediyor.

Ancak maalesef bütün mesele benim böyle kısaca özetlediğim türden bir tiyatro sahnesi gibi değil. Son dönemde nükleer veya konvansiyonel silahlarla Rusya ile NATO ülkeleri arasında bir savaş çıkma ihtimali giderek daha ürkütücü biçimde büyüyor.

Savaş bilinçli bir saldırı sonucu da çıkabilir, bir “kaza kurşunu” ile de dünyayı veya bir bölgeyi yakıp yıkabilir.

Ukrayna’ya Batı askeri, Rusya’da nükleer tatbikat

ABD’nin Ukrayna’ya katkı vermek için elini cebine atmadığı aylardan sonra 61 milyar dolarlık yardım paketini kesinleştirmesi, savaşta dengeleri etkiledi.

Uzun zamandır taraflar birbirine karşı kesin bir üstünlük kuramasa da son aylarda Rusya yavaş yavaş ilerliyordu ve artık “Ukrayna yakında yenilebilir” yorumları duyuluyordu.

Şimdi Amerika’dan ve Avrupa’dan gönderilen ve gönderilecek yardımlarla Rusya’nın zorlanabileceği şartlardan bahsediliyor. 

Bu arada Fransız lider Macron’un birkaç kez Batılı ülkelerin Ukrayna’ya asker gönderebileceği, kara birlikleri yollayabileceği açıklamaları gerginliği iyice arttırdı.

Geçen hafta Kiev’i ziyaret eden İngiltere Dışişleri Bakanı Cameron ise Ukrayna’ya verdikleri silahların sadece işgal edilen topraklarda kullanılması şartından vazgeçtiklerini duyurdu. Yani “Bizim silahları alın, ister işgal birliklerini ister Moskova’yı veya Petersburg’u vurun!” demeye getirdi.

Önceki gün de Litvanya yönetimi Ukrayna'ya asker göndermeye hazır olduğunu duyurdu. Görünüşte askerî tatbikat için ama gerekirse…

Rusya, bazı Batılı büyükelçilere attığı diplomatik fırçalarla yetinmedi, “taktik nükleer silahlarla Ukrayna yakınlarında bir tatbikat yapacağını” açıkladı. İlk kez yaptığı bir şey değil böyle tatbikatlar elbette ama bu kez tatbikat kararı oldukça sinirli biçimde ayrıca neye-kime karşı ve nerede düzenleneceğine vurgu yaparak duyuruldu.

Hem Rus hem de Batılı kaynaklarda olası bir çatışmanın veya nükleer patlamanın adresi üzerine tahminler hızla çoğaldı: Ukrayna, Moldova, Litvanya, Letonya, Estonya, Polonya, Romanya, Karadeniz…

Devam edelim: Cameron’un yukarıda aktardığımız açıklamasına Moskova’nın şiddetli bir cevap geldi:

“Ukraynalılar bize (Moskova’ya, Petersburg’a vb.) sizin verdiğiniz silahlarla saldırırsa, biz sadece onları değil, sizi de (herhangi bir adresteki İngiliz güçlerini) vurarak karşılık veririz!”

Yani?

Yani Rusya-NATO savaşının nefesi artık ensemizde.

Ya da nükleer felâket.

Ya da Üçüncü Dünya Savaşı.

Türkiye, iktidarıyla ve muhalefetiyle bu tehlikenin farkına varmalı, ondan korunmak için şimdiden hazırlık yapmalıdır.