Türkiye 31 Mart itibariyle yeni bir siyasi harita ile karşı karşıya. Bunun sebebi de siyasetçiler değil seçmenin kendisi. Yoksa siyasilerin durup dururken yumuşamaya ya da normalleşmeye niyeti var mıydı, vardıysa bile yapabilirler miydi tartışılır.
Dolayısıyla girilen yeni süreci değerlendirirken kime ne kadar kredi vermek gerektiğini doğru tartmak gerek. Gerek ki işler tersine dönünce neden olduğu daha sağlıklı değerlendirilebilsin.
Seçimlerden sonra siyasetin ağırlık merkezinin Beştepe’den TBMM’ye kaydığını, dengenin arada bir yerlerde kurulacağını Meclis Başkanı’nın liderlere yaptığı görüşmeler, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in önce AK Parti Genel Merkezinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile sonra da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile TBMM’deki görüşmeleri tekrar tekrar teyit ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Özgür Bey CHP’de genel başkan olduktan sonra böyle bir ziyareti kendisinin gerçekleştirmiş olması, iktidar ve ana muhalefet arasında olumlu bir gelişmedir. … Bu adımın atılmasıyla siyasetin ülkemizde çok daha yumuşama dönemine girdiğini görüyoruz. Özgür Bey’e ilk fırsatta böyle bir ziyaretin karşılığını yapacağımı söyledim. Türkiye’nin, Türk siyasetinin buna ihtiyacı var. Türkiye’de siyasetin yumuşama sürecini başlatalım istiyorum.” sözleri bu dönemi “yumuşa” olarak tarif etme girişimi şeklinde kayıtlara geçti.
Özel ise 31 Mart’tan bu yana, daha önce kendisinden pek de beklenmeyen şekilde, siyasette tarif edici çerçeve çizen saptamalarına yenisi ekledi ve “normalleşmeye yumuşama demeyin” sözleri ile süreci kendisinin nasıl anladığını gösterdi.
Normalleşme ya da yumuşama sürecinde Erdoğan’ın kendi istese bile kolay değil. MHP lideri Bahçeli’nin grup toplantısında Kavala’nın serbest kalması tartışmalarına “Yarı sömürge bir ülke olmaya tamam mı diyelim? Avrupa istedi diye adalet ve hukuk şerefini iki paralık mı edelim?” tepkisi ve danışmanı Mehmet Uçum’un Pazar notu paylaşımı bunu gösteriyor. Erdoğan biraz mecburiyetten ama çokça de kendi tercihi ile kurduğu sistemin direnci ile karşı karşıya.
Özel’in zorluğunu ise süreci kişisel mağlubiyetini örtme perspektifinden okuyan Kılıçdaroğlu’nun “sarayla müzakere edilmez mücadele edilir” sözü ile temsil ettiği parti içi damar, AK Parti ve Erdoğan ile pragmatik temelli bir işbirliğine bile kategorik karşı çıkan keskin itirazcılar ve ülkedeki mevcut hukuki süreç sebebiyle normalleşmeye dair haklı endişeleri olanlar oluşturuyor.
Adına ne derseniz deyin Türkiye’nin ihtiyacı siyasal sistemin çoğulcu bir şekilde işlemesi, yürütmenin yasama ve yargının denetlemesini kabul etmesi, hukukun Sinan Ateş cinayetinde olduğu gibi kişiye ve duruma göre değil her zaman adil işlemesi. Bunun hemen olmayacağı da vakıa Türkiye’nin mevcut güç dağılımı ile teorik olarak dört yıl yönetilmesi gerektiği de.
Tek bir görüşme ya da fotoğrafla bu derin sorunların giderilemeyeceği ortada. Özellikle muhalif kamuoyunda normalleşme sürecine verilen temkinli iyimser kredi orta vadede bir sonuç üretmez ise Özel’in politikası sürdürülebilirliğini kaybedebilir. CHP’nin de, eğer yeni psikolojinin devamını önemsiyorsa iktidarın da bunu dikkate alması gerek.
Yumuşama/normalleşme sürecinin sahiciliğinde ise birbirinden ayrışan tutumlar var.
CHP’nin ağır aksak, zor kötek değişim çabaları en azından 2014’te Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığına kadar giden bir geçmişe sahip. Bu çaba ne kadar sağlıklı ilerledi, bundan sonra nereye ne kadar evrilebilir tartışıldı, devam da edecek. Ama sürecin toplumsal bir karşılığı olduğunu 31 Mart gösterdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da günün sonunda sandığın mesajını alması gereken ve ona göre davranması icap eden bir siyasetçi. Şimdilik bunun gereğini yapıyor gibi.
Siyasette yumuşama, normalleşme adına ne derseniz deyin bunu temkinli bir iyimserlikle takip etmek, buna mukabil fikir, duruş geliştirmek de bu memlekette düşünen, yazan herkesin kişisel tercihi.
Böylesi bir normalleşmeye yaşadıklarınız, inandıklarınız ya da korkularınız nedeniyle karşı da durabilirsiniz.
Anlaşılması ve açıklanması en zor olan ise daha düne kadar karşı mahalleye en sert cümleleri kurarken gözünü budaktan sakınmayan, elinin dilinin ayarı olmayanların hani neredeyse bir sabah bambaşka tavırla gözlerini açması.
Ekranlarda saatler süren tartışmalarda muhalefet ya da iktidar aktörlerinden bahsederken eleştiri sınırlarını zorlamak bir yana istihzai vurgularla yorum yapmayı yetenek ve sermaye addedenlerin bugünkü heyecanlı ‘özlediğimiz buydu’ tavırları ibretlik.
Yeni siyasi gerçeklik üzerine “mesele Türkiye” tespitleri “31 Mart’tan önce mesele neydi?” sorularını da getiriyor haliyle.
Asıl mesele bundan sonra aynı yanlışların tekrarlanmayacağını hukuk devleti içinde yapısal olarak garanti altına alabilmek. Yoksa mevcut durumun AK Parti’ye ya da CHP’ye yarayıp yaramadığı değil.