Siyasette yumuşama ve müzakere süreci

Yumuşama denilen şey şu: Bir araya gelme, karşılıklı konuşma, diyalog ve müzakere.

Dilin bu anlayış temelinde kurgulanması. Bir başka deyişle, dilin, demokratik diyalog sürecinin inşasına hizmet edecek şekilde dizayn edilmesi.

Sadece kendi doğruları üzerine kapananların dili sekter olur, suçlayıcı ve çatışmacı olur.

Siyaseti demokratik rekabetin alanı olmaktan çıkartıp düşmanlaştırıcı bir alana dönüştürenler yani karşılarındakini rakip olarak değil de imha edilmesi gereken düşman olarak görenler toplumsal barışı ve uzlaşıyı darbelerler. Dahası demokratik siyaseti de zehirlerler.

Birbirimizi gören gözlere ve duyan kulaklara ihtiyacımız var.

Gayrısı devletimizin bekası ve milletimizin birliği için tehdit oluşturan muzır bir siyasetten ibarettir.

Demokratik diyaloji yöntemi herkese kazandırır.

Seçimden sonra bu sürecin başlaması elbette memnuniyet vericidir.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in AK Parti Genel Merkezi’ne yaptığı ziyaret siyaseten anlamlı ve değerlidir. Sonrasında ziyarete dair yapılan açıklamaların dili de bu süreci taçlandıran bir olgunlukta olmuştur. Şimdi sıra Cumhurbaşkanımızın iadeiziyaretinde. Görüşme öncesinde TV Net’teki “Konuşmak Lazım” programımızda da belirttiğim gibi. Cumhurbaşkanımızın/AK Parti Genel Başkanımızın CHP’yi ziyareti sembolik öneminin yanı sıra siyasette yeni bir dönemin açılmasına da çok büyük bir katkı sağlayacaktır. Şahsen bunun bir an önce olmasını yürekten diliyorum.

Aslında olması gereken de bu değil midir?

Bir araya gelip müzakere edebilmeyi över noktaya gelmişsek demek ki siyasetin insan ve anlayış kalitesinde kayda değer bir düşüş var.

Müzakere yerine mücadele önerenler bilmiyorlarsa öğrensinler: Müzakere, mücadelenin bir parçasıdır. Birbirleriyle müzakere edenler gerçekte birbirleriyle mücadele etmekten vazgeçiyor değiller. Tersine mücadeleyi anlamlı ve gerekli bir zemine yani aslında olması gereken bir alana oturtmuş oluyorlar.

“Seninle asla!” diyen bir zihniyet, ideolojik körlük ve sağırlıkla maluldür. Bu zihniyetten asla kimseye hayır gelmez.

Hep başkalarını yanlışta gören zihniyet sahipleri aslında en başta kendilerini tüketirler.

Mücadeleyi başkalarını imha edilecek düşman gibi gören siyasi bir zihin hiç kuşkusuz marazî/ hastalıklı bir zihindir.

Ülkeyi bu zihinden kurtarmamız, her birimizin boynunun borcudur.

SAP İLE SAMANI KARIŞTIRMAYALIM

Müzakere masasında her şey konuşulur.

Müzakere masası hem bilgilendirme masasıdır hem de çözüm.

Müzakere masasına oturanlar “Şayet bu dediklerimi yapmazsan bir daha görüşmem!” dayatmasında bulunmazlar. Bu tür bir dayatma, müzakere anlayışının ve dahi demokratik siyasetin köküne kibrit suyu dökmek anlamına gelir.

Görüşler ve hassasiyetler paylaşılır. Karşılıklı bilgilendirmeler yapılır. Çözüm için gerekli olan anlayış benimsenir. Olan olur, olmayan için de karşılıklı anlayış temelinde ilişkilenmeler devam eder.

Masaya şartlı oturmak, demokratik müzakerenin ruhuna uymaz.

Önemsenecek olan şey şudur: Demokratik diyalog ve çözüm kanallarının her daim açık tutulmasıdır.

Bir tarafın “Benim dediğimi yapmazsan asla!” demesi ne kadar yanlış ise, diğer tarafın “Benim çizgime gelmezsen asla!” demesi yanlıştır.

Müzakere, farklılıkların aynileşmesi sonucunu doğurmadığı için anlamsız ve gereksiz değildir. Tam tersine farklılıkları farklı yerde ama demokratik kamusal yarara dönüştüren bir alan sağladığı için anlamlı ve gereklidir.

O yüzden Özel’in her talebini karşılamadığı için Erdoğan’a veya iletilen kimi talepler üzerinden Özel’e kızanlar ve buradan hareketle peşinen bu süreci havanda su dökmek biçiminde değerlendirenler bilesiniz ki demokratik siyasetin anlamını bilmeyenlerdir. En fenası da gerilim ve çatışmadan nemalananlardır.

Başlamış bir olumlu süreç var.

Bu süreçten rahatsız olanlar var.

Şimdiden bozulması için gayret gösterenler var.

Tam da bu süreçte milletin sinir uçlarıyla oynamak hangi akla hizmettir?

Özel’in ilettiği talepler içerisinde Gezi ve Kavala meselesinin olmasından daha doğal ne olabilir ki! Sonuçta CHP’nin durduğu yer de, CHP sosyolojisi de bu talebi gerekli buluyor. Kapalı kapılar ardında görüşülür ve konuşulur elbet. Taraflar birbirlerine denilmesi gerekeni derler.

Ama medyadan birilerinin ısrarla bu konuyu gündemleştirmesi hatta daha ileri giderek sanki sadece bu yumuşama-diyalog sürecinin devamı için değil, Türkiye’nin dış dünyadaki demokratik itibarının kurtarılması için de olmazsa olmaz şart gibi takdim edilmesi sorarım size neyin nesidir?

AK Parti tabanının veya Cumhur İttifakı sosyolojisinin hassasiyetlerinin tahrik edilmesi, başlayan bu normalleşme sürecine güvensizliği çoğaltmaktan öte bir sonuç çıkartmayacağıma göre sorarım size bu konuyu kaşımakla neyi amaçlıyorsunuz siz?

HAMİŞ

Osman Kavala, Demirtaş ve Gezi davası sanıkları şayet hukuki deliller çerçevesinde yargılanmayıp sadece siyasi nedenlerle içeri atılmışlarsa bu çok büyük bir zulüm ve haksızlıktır. Yok, ortada onların suçlu olduğunu gösteren hukuki deliller var olduğu için hüküm giymişlerse yargısal bir sürece siyaseten müdahale edilmesini talep etmek hukukun katlidir.

“Yeniden yargılanma” talebi, hukuki meşru bir taleptir. Bunu gerektiren koşullar varsa ve istenen şartlar yerine getirilmişse bu kanuni hakkın kullanılmasına siyasi anlam yüklemek yanlıştır.

Yargısal-hukuki bir işlem sürecinde varsa bir yanlışlık elbette düzeltilir. Bu hukukun gereğidir ve adaletin tesisi için şarttır.

“Suçlu bile olsalar ülke için, demokrasimiz için, siyasetin normalleşmesi için, Avrupa ile ilişkilerimizin düzelmesi için, ekonomimizin güçlenmesi için bırakılmaları gerek!” şeklindeki bir anlayış, gerçekten ibretlik bir anlayıştır.

Kim ki bu anlayış üzere kelam ediyor ve kalem kuşanıyorsa bilesiniz ki onlar bilerek veya bilmeyerek başlayan bu olumlu sürece zarar veriyorlar ve ülkemize de yargının siyasetin emrinde olduğu bir ülke olduğu algısı üzerinden kötülük ediyorlar.