Kılıçdaroğlu’nun merhemi

Kemal Kılıçdaroğlu konuşmaya, eleştirmeye devam ediyor.

Kimi?

Partisini.

Daha doğrusu 13 yıl genel başkanlığını yaptığı partinin yönetimini eleştiriyor ve partiyi yönetenlere akıl veriyor.

Zannedersin, o 13 yılda seçim üstüne seçim kazanmış, başarıdan başarıya koşmuş, iktidarı doğduğuna pişman etmiş ve şimdi de eski başarılı bir genel başkan olarak yol ve yordam gösteriyor!

Huuuu, Kemal Bey, Sayın Kılıçdaroğlu siz bu partide genel başkanlık yaptığınız 13 yıl boyunca 13 seçim kaybettiniz, hatırlıyor musunuz!

3 Cumhurbaşkanlığı seçimini, biri bizzat kendiniz olmak üzere kazanamadınız!

Türkiye’yi, şimdi sözde şikayet ettiğiniz karanlığa sürükleyen 2 referandumda Anayasa değişikliklerinin ülkeyi mahvedeceğine ikna etmeyi beceremediniz.

Partiye doldurduğunuz Saray uzantılarının ve genel başkan yalakalarının gazıyla ya da belki de bile isteye aday olduğunuz seçimde neredeyse imkansızı başararak Saray rejimi dediğiniz rejimin devam etmesinin yolunu açtınız.

Size doğruyu göstermeye çalışanlara kulak vermemek bir yana, çirkin iftiralar attınız.

Bugün Saray rejimine koltuk değneği olmaktan çekinmeyeceğini açık açık gösterenleri ve şahsi çıkarları için Saray rejimini övmekten çekinmeyenleri CHP’lilerin oyları ile Meclis’e sokarak Saray rejiminin dalkavukluğuna ve hizmetkarlığına devam etmelerine imkan sağladınız.

Genel Başkanlığınız süresince partinizin oy oranını bir puan dahi arttıramadınız!

Ve şimdi 50 yıldır ilk defa bir seçimden 1. parti olarak çıkmayı başarmış, yenilmez zannedilen Erdoğan’ı yenmeyi becermiş, alınmaz denilen illeri çok partili rejim tarihimizde ilk kez almış bir parti yönetimini ve bir genel başkanı eleştiriyor, yol göstermeye kalkışıyor, akıl veriyorsunuz.

Sayın Kılıçdaroğlu, madem bu kadar siyasi aklınız vardı da, 13 yıl boyunca niye kullanmadınız!

Madem bu işi bu kadar biliyordunuz da 13 kez niye peş peşe yenildiniz!

Kemal Bey, o Saray sizin genel başkanlığınız sırasında yükseldi.

O rejim sizin genel başkanlığınız sırasında tahkim edildi.

CHP’ye akıl verdiğiniz son manifestonuzda yer alan ve hepsi de doğru olan 10 madde, sizin gözlerinizin önünde, sizin genel başkanlığınız döneminde hayat buldu.

İlk ikisi neyse ama Erdoğan’ın üçüncü Başkanlık dönemi sadece ve sadece sizin şahsi hatalarınız, AKP yandaşı çevrenizde şişirilmiş egonuzun sonucudur.

O yüzden bence oturun oturduğunuz yerde ve artık akıl vermeye kalkışmayın.

Komik olmayın.

Bizi “Madem merheminiz vardı, niye başınıza sürmediniz” demek zorunda bırakmayın.


Yolun sonu yumuşaması mı!

Ben dahil pek çok kişi, Erdoğan’ın “yumuşama sürecini” çok da samimi bulmuyor.

Bunun arkasında başka bir hesap, CHP içinde karışıklık yaratmak, CHP’de bir liderlik ya da adaylık kavgası başlatma arzusu olduğunu düşünüyor.

Ancak ya böyle değilse!

Ya Erdoğan başka bir nedenle daha yumuşak bir siyaset arayışı içine girdiyse!

Erdoğan’ın kötü bir yönetici ama çok iyi bir siyasetçi olduğu konusunda zannederim hem fikiriz.

“O ne demek?” diyenlere anlatayım.

İyi siyasetçilik halkı ikna etmek ve seçim kazanmaktır.

Erdoğan bunu 25 yıl boyunca çok iyi yaptı.

Yönetmek ise bambaşka bir şeydir.

Seçimi kazanabiliyor olmak, iyi yönetebilmek anlamına gelmez.

“Kötü yönetici” ise yönetmesi için kendisine verilen şeyi iyi yönetemeyip sonunda batırandır.

Erdoğan’ın çeyrek asırlık yönetimi, sonuç olarak kötü yöneticiliktir.

Ancak Erdoğan yine de siyaseti iyi okuma yeteneğine sahiptir, muhtemelen bu konuda hepimizden daha başarılıdır.

Ve belki de, “yumuşama süreci” de bu okumanın sonucudur.

Belki de Erdoğan, “bu işin sonuna gelindiğini” görmüştür.

Ve bu yüzden de “postcumhurbaşkanlığı” dönemi için yumuşama sürecini başlatmıştır.

Finişe toplumun giderek artan bir bölümü tarafından güvenilmeyen, yüzde 50’ye yakın bir bölümü için ise nefret objesi haline gelmiş, kavgacı, dışlayıcı, ayrımcı bir Cumhurbaşkanı olarak girmenin kendisi için pek de iyi olmayacağını görerek “hoş bir seda” ve “hoş bir veda” arayışında da olabilir.

Yumuşama dediğimiz mesele, bir ihtimal böyle bir niyetin sonucunda ortaya çıkmış da olabilir.

Elbette niyet okuyuculuğu gibi bir vasfımız yok.

Ancak verilere bakarak sonuç çıkarmaya çalışmak da siyasetin bir parçası.

Durum buysa bile, bu plan tutar mı!

Bunun için Erdoğan’ın önce çevresinin önemli bir bölümünü değiştirmesi gerek.

Altunlarla, Erbaşlarla, Şahinlerle bu iş olmaz.

Trolleşmiş gruplarla hiç olmaz.

Erdoğan eğer bu yumuşamayı yolun sonunu gördüğü için yapıyorsa çözmesi gereken muhalifleri değil, yanındakilerdir.


Boğaziçi İmar Müdürlüğü kapatıldı mı!

Boğaziçi’nde pek çok tarihi yalının yanı sıra sayıları hiç de az olmayan Cumhuriyet dönemi yalıları ve apartmanları da var.

Bunların bazıları mimari açıdan çöpler ve hiçbir anlamları yok.

Bazıları ise Cumhuriyet dönemi mimarisini yansıttıkları için, döneminin mimari özelliklerine katkıda bulunacak niteliklere sahip oldukları için “tescilli” eserler.

Ve ister tescilli olsunlar, ister tescilsiz olsunlar Boğaziçi’ndeki bu yalılara dokunmak, yıkmak, görünüşünü değiştirmek, rengini değiştirmek yasak ve hatta içinde boya badana yapmak bile izne tabii.

Tüm bunları takip eden, izin veren ve de vermeyen 18 Kasım 1983 yıl ve 2960 sayılı özel bir Boğaziçi Kanunu ve bu kanuna bağlı olarak oluşturulmuş bir de kurum var.

Boğaziçi İmar Müdürlüğü.

Ve şimdi bir kez daha Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün gözleri önünde bir kıyım yaşanıyor.

Cumhuriyet döneminin en önemli mimarlarından Sedat Hakkı Eldem çizimi olan “tescilli” Şemsettin Sirer Yalısı, yeni sahibi tarafından baştan aşağı yenileniyor.

Yenilemekten çok yeniden yapılıyor.

Binanı tüm görünümü değişmiş, tüm orantıları bozulmuş, yalıya önemini veren tüm detayları paramparça edilmiş durumda.

Ve siz Boğaz’daki evinizin arka odasını boyayacak olsanız kapınıza dayanacak olan Boğaziçi İmar Müdürlüğü bu katliamı seyrediyor.

Başta Emre Arolat olmak üzere mimarların “feryatları” arasında bir bina katlediliyor, Cumhuriyet mimarlık tarihinin bir parçası “yasalar çiğnenerek” yok ediliyor.

Ve herkes Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün nerede olduğunu merak ediyor.

Ya da bu katliamın inşaat işleri hariç “Kaç liraya mal olduğunu”!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Küçüğün büyüğe bakarak öğrendiğini unutmadığımız zaman.